Dostoyevski/Beyaz Geceler | Yelda Karataş
Dostoyevski üzerine yazmak hep korkutur beni.
Sevgilim üzerine konuşmak gibi gelir. Mahremdir.
Dostoyevski gibi bir dehaya, soğukkanlı yaklaşmak neredeyse olanaksız.
Karamozov Kardeşler’de iktidarı simgeleyen Baba Karamazov katledilir.
Katil, gayri meşru saralı küçük kardeştir. Ama
katile göre asıl cinayeti, düşünsel yol gösterici entellektüel İvan işler.
Beni Dimitri düşündürmüştür hep, Gruşenka’nın büyük
aşkı, Rus halkının ateşli ruhunu taşır; onurunu yaşamından çok seven,
tumturaklı laflar etmeyi hiç beceremeyen, hayatı deli gibi tüketen Dimitri.
Sonunda, cinayet üstüne kalır ve Sibirya’ya gönderilir. Cinayet, hep
Dimitrilerin üstüne kalır… Gruşenka gibiler de ardına düşer böylesi aşkların,
böylesi adamların.
Özgürlük bir imkândır Dostoyevski’de. O bir ahlakçı
değil, bir romancıdır. Amacı insanı yargılamak değil, anlamaktır. Suç ve
Ceza’da da sözünü ettiği, bence özgürlük değil, insandaki özgürlük
düşüncesidir. İnsanın taşıyamadığı, özgürlüğün bizzat kendisidir. İyi ve kötü
kavramları ile, bir felsefeci ya da bir bilim adamı gibi uğraşmaz o, (romanları
her ikisine de ışık tuttuğu halde) insan ruhunun bilinmezliğiyle sarhoş dolaşır
hep. Öngörülerinin çarpıcılığı
(Ecinniler), bir kâhin olmasından değil, çağının
insanını önyargısız ve en parlak görebilen, donanımlı bir aydın, bir “ sanatçı
“ olmasındandır.
Henri Troyat’tan öğrendiğimiz üzere, ders verilmek
amacıyla Çar tarafından idam mangasının karşısına çıkarılıp affedildiğinde ilk
epilepsi krizini yaşamıştır. S. Zweig, “Yıldızın Parladığı Anlar” da bu anın
duyarlılığını bütün incelikleriyle aktarır bize. Sonradan Çar’dan nefret
etmemiştir Dostoyevski. Ama belki, epilepsi krizi ile gelen, “ Tanrı kimdir? ”
sorusunun (romantik sosyalist olarak tutuklandığını hatırlarsak) yanıtını ömrü
boyunca aramıştır.
Dostoyevski’de Tanrı’nın yanıtı, özgürlüğün yanıtı
gibidir.
Büyük Engizisyoncu’da (Karamazov Kardeşler) ; İvan,
bir çocuk katiliyle mahşer günü kucaklaşmayı reddettiğini söyler.
Tanrı düşüncesi, özgürlüğün kendisidir
Dostoyevski’de. Tanrı’yı sorgulamak hem suçtur hem de en büyük özgürlük. Onun
dünyasında onu anlamaya çalışmak ve anlamanın her aşamasında isyan etmek
yürekliliğini göstermek… Tanrı’yı sorgularken, özgürlüğü sorgular. O’na en
çok inanmak isteyen sorgular çünkü.
Kirlenmesine ve reddedilmesine dayanamayan us’u ve
kalbi, kimseye bırakmadan ölünceye dek yargıladı Tanrı’yı. Barışmanın bütün
olanaklarını arayarak, Tanrı’yı hem reddetti hem de en derin sevgiyle bağlandı
O’na.
Prens Mişkin’in kadın karşısındaki tavrı gibi:
Aşk’ı anlama isteği, iki kadına birden âşık olabilmeyi yüreğine sığdıran bir
“Budala“ yarattı. Birbiriyle çelişen iki kadın. Ama her ikisi de sıra dışı.
Dostoyevski’nin en güzel kadınlarıdır onlar. Öğretilmiş erkekliği reddeden ve
ahlaksız bir saf olan Mişkin, yüksek zekânın ve bilincin aslında kurnazlığı
reddettiğinin de en açık anlatımıdır. Etik değerlere sahip bir bireyin güçlü
habercisidir o. Ve her zaman, bir Budala kalacaktır. Mişkin vazoyu hep
kıracaktır… O sakındığı kırmaktan öylesine korktuğu vazoyu! (Ahh!
Tutunamayanlar)
Mişkin, YENİ İNSAN’ın habercisidir.
Tutunamayanlar’da bize yüzünü gösteren Selim Işık gibi.
İsa’nın ikinci gelişini beklemek ve gelenin bu
sefer de çarmıha gerileceğini bilmek… İnsana karşı bu denli umut besleyen ve
aynı zamanda insandan bu denli umutsuz… Belki de Tanrı’ya isyanın iç
dinamiğidir… İvan’ın entelektüel acılarından, Alyoşa’nın her şüphede güçlenen
inancından ve Dimitri’nin sarhoş kalbinden doğan bu saflık, kristal bir elmanın
parlaklığıyla düşüyor yüzyılımıza. Babanın katli belki bir gün devletin ve
korkunun hiç olmayacağının umudunu sunuyor bize. Bedeli çok ağır ödense de…
Gelecek yıllarda insanlar; 19. yüzyıl insanını
anlamak ve kendi zamanlarının insanına ulaşmak için, ilk olarak Dostoyevski’ye
bakacaklar.
İnsan yüreğinin olanaklarını zorlayan o sınırsız
anlama isteği, Dostoyevski’de kaynağını tek bir yerden alıyor: Beyaz Geceler’de
doruğa ulaşan doyumsuz insan sevgisi…
Yelda Karataş
2000- 2005