Güneş çorak toprakların üzerine, nazlanarak yerleşiyordu. Asiye gelin kalkmış, inekleri sağıp yola vurmuştu. Ahırı çalı süpürgesinin bağırtılarını duymazdan gelerek yere vura vura temizlemiş, koştur koştur tandır evinin yolunu tutmuştu. Kaptığı iki koca yufkayı hemen oracıkta ıslayarak kahvaltı sinisinin üstüne koymuş yanına lor, peynir, bal ekleyerek oturma odasına taşımıştı.
Kocası olacak deyyus hâlâ uyanmamış geceyi nerede geçirdiyse artık yine kör kütük sarhoş gelmişti. Uyanmazdı da ikindiden evvel.İlçedeki küçük şarapçı Mahmut’a çalışıyordu ne de olsa. Uyandığında başının ağrısından kurtulmak için arka arkaya üç tane ağrı kesici alır “Asiye çayımı hazır et” diye bağırırdı.
Allahtan bu sefer Asiye olmayacaktı.
Akşama Emmi kızının kınası vardı acele etmesinin sebebi biraz buydu. Daha düğün evine gidilecek yemekler hazırlanacaktı. Çocukları babanneye emanet edip, düğün evinin yolunu tuttu.
Akşama kadar bi telaşla yemekler hazırlandı.
Yarın sabah gelin olacak Selma yerinde duramıyor, heyecan korku sevinç gibi duygularla sarmaş dolaş evin içinde turluyordu. Akşama doğru kaynanası, oğlan ve kızın bayramlıklarını giydirmiş analarının yanına yollamıştı.
Uzun ve ağrılı uykusundan uyanan Mahmut rutine bağladığı ilaçlarını alarak Asiye’ye seslenmiş beklediği yanıt anasından gelince bir o kadar şaşırmıştı.
“Oğlum Asiye kına evine gitti ya söyle bana ne istiyorsan getireyim”
“Heç heç birşey istemiyorum” diyerek anasını bir güzel tersledi…
“Kalk sen de hazırlan beraber gidelim”
Deyince “sen gidedur ana ben gelirim arkandan”
Asiye Mehmet ile Zeynep’i görünce onları mutfak tarafına alıp, fırından sıcak sıcak çıkardığı böreğin yanına ayranı da katık edip karınlarını iyice doyurdu.
Karınları doyan çocuklar diğer çocukların yanına bahçeye oynamaya geçtiler. Asiye’de Selma’nın saçını yapmak için odaya çıktı.
Kaynanası çalışkan geliniyle gurur duyuyor bir yandan da maşallah diyordu yanındaki ahretliğine, her işe yetişiyor, elinden uçan kuş kurtulmuyor diye göğsünü kabartıyordu komşulara karşı. Ahretlik “oğlunda keşke Asiye’yi hak etseydi, sarhoş Mahmut” diyerek, kaynananın bütün kabarmasını bir nefeste söndürmüştü.
İçeride kızlar teypden gelen ezgiler eşliğinde oynamaya başlamışlardı. Selma saçını beğenmiyor, olmadı tekrar baştan sardırıyordu. Asiye iyice kızmıştı bu kadar nazlanmasına “kızım bana baakk git nazını kocana yap, çıkar giderim şimdi buradan” deyince Selma yelkenleri suya vermişti.
Bahçede oyun oynayan çocuklar Zeynep küçük diye oyunlarına almamışlar hatta Tuba olacak iterek düşürmüştü.
Zeynep annesinin yanına geldi “hadi anne eve gidelim, ben çok sıkıldım beni oynatmıyorlar!” Diye mızmızlanmaya başladı. Asiye Selma’ya olan sinirini kızına yansıtmıştı “elinin tersiyle kafasına vurarak “hadi babannenin yanına git” diye çocukçağazı azarladı. Azarı yiyen çocuk ağlayarak soluğu babaannesinin yanında aldı. “Nene eve gidelim! Nene annem kızdı! Nene eve gidelim!” Diye nenesinin kahverengi lekelerle dolu tombul elinden tutup çekiştiriyordu. Nenesi hiç oralı olmayınca, bulutların arkasına saklanan ay ışığıda kendini göstermeyince, ara ara sokaklara iliştirilmiş sokak lambalarını izleyerek evin yolunu tuttu.
<span;>Anasını düğün evine gönderen Mahmut, kendine gelmek için iki adet ilaç daha aldı. Tam hazırlanacaktı ki aklına zulası geldi. Divanın kırmızı çiçekli örtüsünü kaldırarak altına eğildi, evet; kendisinin bile unuttuğu bir kaç şişe orada onu bekliyordu. Hazırlanırken bir iki fırt alsa ne olurdu ki!
Orman yoluna saptığını nereden bilecekti ki el kadar bebe. Karanlığın gizlediği ağaçların arasından gelen kıkırdama sesine yöneldi meraklı, yavaş ve korkak iki adım attı. Büyük emmisinin küçük gelini Hatce yengesi bakkalın çırağı Hüseyin ile konuşuyordu. Zeynebi gören Hatce bir bağırtı kopardı üstünü başını düzeltirken. Zeynep korkarak küçük adımlarını önce geriye sonra ileriye doğru sıklaştırıp koşmaya başladı. Hüseyin bir hamle yaparak Zeynebin arkasına düştü, o küçücük boyuna bakmadan nasıl da hızlı koşuyordu ufaklık.
Karanlıktı ve koşuyordu Zeynep; arkasına Hüseyin’i takmış ağlıyordu. Hüseyinin eli omzuna, ayağı geceye takılıp düşene kadar koştu.
Korkma sırası Hüseyindeydi, Zeynep yerde soluksuz yatıyordu. Hüseyin titreyerek geri kaçtı.
Bu arada düğün evinde Zeynebin yokluğu babanneyi telaşa düşürmüştü. Asiye bir şeylerin ters gittiğini anlamış kaynanasının gözlerinde çocukları arıyordu.
“Kaynana dur kızım telaş etme! Bi koşu eve gidip bakayım, eve gitmiştir ellam!”
O öyle söyleyince Asiye yeşil gözlerinde endişe ile bütün evi aramaya başladı. Mehmet arkadaşlarına haber verdi. Zeynebin yokluğu yavaş yavaş bütün köye yayıldı.
Zeynep kendine gelince, eve gitmek için ayaklanmıştı bile. Eve vardığında babası köşede, içki şişeleri kenarda yatıyordu. Zeynep heyecanla babasının elinden tuttu “kalk baba kalk korkuyorum kalk! Hüseyin geliyor” Deyip duruyordu “kalk baba su istiyorum, kalk baba Hatce yengem” demeye kalmadan Mahmut homurtular, hırıltılar eşliğinde gözlerini açmaya çalıştı bir gölge ince bir ses onu ayıkdırmaya çalışıyordu. Mahmut “eeeee” diyerek küçük kızı hızla itti. Zeynep arka arkaya sendeleyerek düşerken başını sehpaya vurmuştu.
Babanne eve vardığında oğlu bir köşede kucağında Zeynep ile ağlıyordu. Zeynebin sarı örgülü saçları kırmızıya bulanmıştı. Kocaman mavi gözleri uzun kirpikleriyle kapanmıştı, o küçük badem ağzı artık hiç “nene” demeyecekti. Korkma sırası babannedeydi. Oğluna hiç bir şey sormadı, soramadı.
Bütün köy Zeyneb’i aramaya çıkmıştı bile. Babanne Mahmut’un kucağında ki çocuğu alarak ivedilikle ormana doğru götürmeye başladı. Köylülerin “Zeynep” seslerinden irkilerek çocuğu bir ağacın kenarına koydu ve uzaklaştı. Kaynanasını gören Asiye sadece gözleriyle sordu. “Yok kızım eve gitmemiş”
“O Ayyaş oğlun nerede!?” Diye çıkıştı kaynanasına…
Kaynana cevapsız…!
Hüseyin Hatce’ye ne yapacağını Zeynebi öldürdüğünü söylüyordu. Hatce bunun bir kaza olduğunun farkındaydı. Ama Hüseyin ile ilişkisi ortaya çıkabilirdi. Hatcenin aklına ormanın içindeki dipsiz su kuyusu geldi. Şimdilerde kimse uğramazdı o uğursuz kuyuya. Çocukları yutar diye korkuttukları o karanlık kuyu.
Soluğu Zeynebin yanında aldılar. Hüseyinin aklı karışmıştı Zeynebin düştüğü yer burası mıydı!?
Karanlıkta ve korkudan şaşırmıştı herhalde…Ağacın kuytusunda yatıyordu Zeynep.
Zeynebi babaannesinin bıraktığı yerden aldılar, Hatcenin ince beyaz hırkasına sardılar. Kefen niyetine…
Dipsiz kuyuya attılar…
Zeynep Mete Ucak kimdir?
Yazı Atölyesi Yazarı...
İlgi çekici kurgular, Akıcı bir dil.
Kendinizi kaptıracağınız, başından itibaren merak uyandıracak çarpıcı hikayeler...sürükleyen öyküler ve halka şiirler yazan
Realist, farklı, muhalif
Şiir ve Öykü Yazarı