Derin Darbe | Cevdet Gökhan TÜZÜN
Dün akşam ki yorgunluğumun üstüne öyle derin uyumuştum ki,
Sabah olduğunu hissetmeme rağmen uyku semesi yatakta şekerleme yapmaya devam ediyordum.
İçeriden
Annemin sesi geldi:
“Amanda benim güzel kızım uyanmış annesini mi selamlıyormuş.”
Bir an irkildim.
Dün
gece erkek olarak uyuyup, sabah kız gibi uyanmış olamazdım.
Mütemadiyen her sabah yaptığı gibi,
Annem çiçekleriyle konuşuyordu.
Onlarında bir canlı olduğunu anlayamayan benim için, çok saçma gelirdi bu
sahneler.
“O” her çiçeğini sularken, onlara bir şeyler söyler, hallerini hatırlarını sorar, açmayan çiçeklerine de serzenişte bulunurdu.
Benim
odamdaki çiçekleri de sulamaya geldiğinde,
“Hadi kalk artık, alışverişe gideceğiz, bayramlık alacağız sana” dedi.
Çocukken
öyle heyecanlanırsın ki bu hâllere..
“Ne bayramlık mı? Yeni elbiseler, yeni ayakkabılar öyle mi?
Yaşasın! O zaman yakında Isparta’ya gidiyoruz.”
Mutlu ve heyecanlı bir tebessümle “evet” dedi Annem.
Annemle
otobüse binip Ulus’a gider, oradaki bütün mağazaları gezerdik.
Tezgâhtarlar bizi görünce heyecanlanırdı.
“Buyur abla yardımcı olalım.”
Bir diğeri “Yenge ne bakmıştınız?”
“Oğlana kot alacağız.”
“Tabi kaç beden.”
“Bedene gerek yok üstüne tutalım ben anlarım.”
Farklı modelleri üzerime tutar ve son kararı Annem verirdi.
“E
anne büyük değil mi bu kot, bir deneseydim.”
“Oğlum devamlı büyüyorsun zaten, neyini deneyeceksin, üstüne olur bu,
paçalarını kıvır bakayım. Kıvır kıvır 2-3 kat, belini de kemerle sıktık mı oldu
bitti işte.”
“Ya anne niye boyuma göre almıyoruz”
Annem hafif sinir yapar:
“Geçen sene aldıkta ne oldu, düdük gibi kaldı sonunda.”
“Ayakkabımı
da büyük almayacaksın değil mi?”
“Ayaklarında büyüyor oğlum, önüne pamuk koyarız.”
“Annecim hiç eskimeyecek mi bunlar”
“Sen sokaklarda dolap beygiri gibi koşmaz, top oynamazsan eskimez.”
“Bu yeni kotla top oynarsan zaten seni gebertirim, düşünce dizlerin deliniyor,
kotlarını yamamaktan bıktım.”
“Anne
gömleklerimi sen dikiyorsun zaten,”
“Bu kotun üstüne bir tane de tişört alalım mı?”
“Bakarız…”
Bakarız diyorsa, kafasında hiç planlamamıştır böyle bir alışverişi ama yine de kıyamaz oğluna, “Anne” vicdanıyla üzerime tutardı farklı tişörtleri.
“Hiç
boşuna o beyaz tişörtlere bakma,
Oynarken kuduruyorsun, yağır gibi kirletiyorsun, yakalarını kolalamak zorunda
kalıyorum.
Siyah, lacivert renkte alalımda bari kir götürsün.”
“Tamam Anne..”
Annem
seneye de bayramda giyebileceğim şekilde, kotumu, tişörtümü, ayakkabımı
almıştı.
O hep bir sene sonrasının bütçe planını yapar, ona göre harcamalarını
gerçekleştirirdi.
Annem kıyafetlerimi hiç Kızılay’dan almadı, belki de alamazdı. Bütçemize uygun mağazalara gittik her zaman, çapımız belliydi.
Arkadaşlarımın
kotlarına bakıp imrenirdim, onların ki yabancı marka 501 falan, boyuna göreydi,
tişörtleri alacalı bulacalı gösterişliydi.
Benimkiler ise markasını hiç duymadığım yurdum malı, yerli malıydı.
Isparta’dan Ankara’ya dönüşlerimizde Annem taksicilerle hep kavga ederdi. Çünkü bizden ekstra bagaj parası isterlerdi.
Bu
taksici abiler de kendilerine muhtaç kalındığını anladıkları an’da,
Egosu, pardon bi tarafı tavana vurmuş, öncelikli derdi, gideceğimiz mesafe olan
ilginç tiplerdi.
“Abla
yannız ne tarafa gideceniz?”
“Yukarı ayrancı”
Gideceğimiz mesafeyi duyduktan sonra nazlı, niyazlı taksici abimiz cevap verir:
“Abla sıra öndeki arabada” diyerek Annemi durduk yere sinir harbine sokarlardı.
Hâlbuki biz valizlerimiz dışında bidonlarda, dolmalık yaprağımızı, peynirimizi, tarhanamızı, reçelimizi, salçamızı, kutularda ise elmamızı, üzümümüzü getirirdik. Annemin memleket özlemi bu sayede bir nebze de olsa diner, tüm yıl boyunca da bu gıdalarla beslenirdik.
Toz şekeri, patatesi, soğanı, pirinci ise toptancılardan çuvallarla alırdık. Balkondaki dolabımızdan ihtiyacımız oldukça kullanırdık.
O zamanın evlerinde şimdikiler gibi ayrı bir kiler odası ne yazık ki yoktu. Herkes yiyeceklerini balkona koyardı. Kışın soğuk günlerinde eskimiş battaniyelerle bu yiyecekler donmasın diye üzerlerini örterdik.
Babam
bir “darbe” olsa, “evden hiç çıkmadan 6 ay yaşayacağımız erzakımız var ”derdi.
Duyduklarıma bir anlam veremez, aval aval babamın suratına bakardım.
Babam ise dışarıya korkudan günlerce çıkamadıklarını, işe gidemeyip, ekmeği,
şekeri, gaz yağını saatlerce kuyruk bekleyerek aldıkları zamanı anlatırdı.
Bu
“darbe” nasıl bir şeydi…
İnsanların beyninde, kalbinde nasıl bir yara bırakmıştı böyle..
O yara zaman içerisinde belki geçmiş ama kabuk bağlamıştı.
Ve o kabuk hiç düşmedi zihinlerinden…
Ve o kabuk belki kaç insanı öldürdü, kaç insanı sakat bıraktı ve kaç insanın
yüreklerini incitti…
Şimdi
bakıyorum da yıllar çok çabuk geçti benim için..
Annem artık emekli maaşıyla kendine Kızılay’dan istediği gibi kıyafetler
alabiliyor.
Babam eminim biz olsak yanlarında, gene çuvalla alırdı bazı yiyeceklerimizi ama
artık taşıyabileceği ölçülerde alıyor.
Ben
mi?
Boyuma göre kotlar alabiliyorum çok şükür…
Çocukluğumda benim zihnimde “derin darbe” yaratan meseleler ne kadar da
basitmiş!..
O zaman ki hayatın zorluklarını, yokluklarını anlayamayıp, gereksiz şeylere özenip, gereksiz yere üzülmüşüm.
Ben,
o zamanlar çocuksu bir heyecanla “yeni kıyafetler” düşleri kurarken,
Annem o alışverişlerimizde hiç kendine bir şeyler almadı.
Ucuz kumaş pazarlarından aldığı kumaşlarla kendine elbiseler dikti.
Mesele
ne biliyor musunuz bu hayatta?
Doğru olmak, dürüst yaşamak, tutumlu olmak…
Ayağını yorganına göre uzatıp yaşamak belki de…
Çapını bilmek,
Ama o çemberin içinde her zaman mutlu olabilmek, mutlu kalabilmek..
Bugün yaşadığım ve sahip olduğum tüm güzellikler, bu insanların zamanında kendilerine alamayıp bana aldıkları şeyler ve hayatıma kattıkları değer sayesindedir.
Hepinizi çok seviyorum, sizler benim güzel ailemsiniz!..
Selam
ve Sevgilerimle,
Cevdet Gökhan TÜZÜN