Dergiler ve Aydınlanma Üzerine Kısa Notlar / Aziz Kemal Hızıroğlu
“İnsanlık basılı kitapla
ilk olarak Rönesans’ta karşılaştı. Dergiler ise “aydınlanma”
döneminin ürünüdür. Dünyada ilk derginin 1665’te Fransa’da yayımlandığı anlaşılıyor,
onu kısa bir sonra İngiltere izliyor. Bizde ilk dergi 1849’da yayınlanan
Vekayi-i Tıbbiye’ dir, yalnız hekimlik konularına ve haberlerine yer
verilmiştir. I862’de yayımlanmaya başlayan ikinci dergimiz Mecmua-i Fünun,
Batı’daki örneklerine daha yakın bir görünümdedir. Adı geçen derginin, ilk
bilim derneğimiz olan Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’ nin yayın organı olarak ayrı
değeri vardır ve “aydınlanmacı” özellik taşımaktadır. Bu bağlamda bir
çeşit ansiklopedi işlevi de görmüştür. “Bilim” yanında
“felsefe” konularına da yer verdiği anlaşılmaktadır. Çağdaş bilim ve
felsefe dili ilk kez bu dergide tartışılmıştır. Onu izleyen birçok Osmanlı
dergisinde felsefe yazısına rastlanabilmektedir. Örneğin, Tanzimat’ın ünlü
yazarı Ahmet Mithat’ın çıkardığı dergilerde bunun epeyce örneği vardır. (…..)
I923’te Cumhuriyet ilan edildiğinde. Meşrutiyet yıllarından beri yayımlanan
İctihad dergisi “batıcılığı” hiç ödün vermeden sürdürürken Malta
sürgününden dönen Ziya Gökalp de toplumbilim ağırlıklı Küçük Mecmua’yı
Diyarbakır’da yayınladı. Bu Anadolu’daki ilk düşünce dergisiydi. Marksist
felsefeyi savunanlar da vardı. Örneğin böyle bir dergi olan Aydınlık 1921 ‘den
1925’e kadar İstanbul’da yayımlanmıştır. 1924 yılında, Konya’da çıkmaya başlayan
Yeni Fikir dergisiyle karşılaşıyoruz. İlgi çekici, hatta özgün diyebileceğimiz
dergiyi felsefeci Namdar Rahmi ile Naci Fikret yayınladılar. Dergide enerjetizm
felsefesi yapmaya çalıştılar. Alman filozof W. Friedrich Ostwald’ın bu konudaki
düşüncelerinin etkisi altındaydılar. Bergsonculuğu olduğu kadar Pragmatizmi de
eleştirdiler. Küçük Mecmua’nın Anadolu’da yayınlanan ilk düşünce dergisi
olduğu¬nu yukarıda söylemiştim. 1922-1923 yılları arasında yayımlanmıştı. Yeni
Fikir dergisi Anadolu’nun ikinci düşünce dergisi oldu. (…..)” (Arslan
Kaynardağ, Türkiye’de Cumhuriyet Döneminde Felsefe, T.C.Kültür Bakanlığı
Cumhuriyet Kitaplığı Dizisi, 2002 Ankara)
*****
Yukarıdaki alıntıdan
anladığımız kadarıyla, Anadolu’da yayımlanan ilk dergiler Küçük Mecmua (1923)
ve Yeni Fikir (1924) adlı dergiler… Yani Anadolu’da dergiler üzerinden
başlatılan aydınlanma çabaları Cumhuriyet’le yaşıt. Cumhuriyet’ten bugüne
yayımını hâlâ sürdüren ve/veya kapatılmış dergilerin toplam sayısının binlerle
ölçüleceği anlaşılıyor. Öteki-Siz’in Ocak-Şubat 2004 tarihli “1980’den 2004’e
Edebiyat Dergileri” adlı özel sayısından öğrendiğimiz kadarıyla 1980-2004
yılları arasında (yanlış saymadıysam) 380 dergi yayımlanmış. (Bu dergilerin
sadece 32 tanesi, 1963-2003 yılları arasında Adnan Gül’ün ateşkent yakıştırmalı
Adana’sında yayımlanmış). Öteki-Siz’de adı geçen 380 derginin alt başlıkları
‘edebiyat, sanat, kültür’… Magazin, bilim, felsefe, spor, vb. dergiler bu
sayıya dahil değil. 2004’ten günümüze yeni çıkarılan, yayımı süren ya da bugün
için kapanmış / kapatılmış dergilerin sayısının da az olmadığını biliyoruz.
Hangi gerekçeyle çıkarılsa çıkarılsın, bütün dergilerin yerel, ulusal ve
evrensel bağlamda aydınlanma olgusuna ister istemez katkıda
bulunduğunu kabul etmek zorundayız. Bu katkının niceliği ve niteliği elbette
tartışılabilir, ancak (mikro düzeyde bile olsa) varlığı tartışılamaz…
*****
Ülkemizde dergileri
İstanbul’da ve Anadolu’da yayımlanan dergiler şeklinde ikiye ayırmak mümkün.
Ama bu net bir ayırım değildir. Çünkü Anadolu’da (taşrada) yayımlanan
dergilerin nerdeyse tamamına emek dergisi diyebilirken, İstanbul’da
yayımlananları çeşitli kategorilere ayırabiliriz. Büyük sermaye dergileri,
yayınevi dergileri, edebiyat ortamını ele geçirmiş dergiler ve İstanbul’un
taşrasında çıkarılan yoğun / emek dergileri… Anadolu’da ve İstanbul’un
taşrasında çıkarılan dergileri yayımlayan, yönlendiren ve besleyen şair, yazar,
sanatçı, düşünür ve bilim insanlarının, ekonomik sıkıntılarına rağmen,
yapıtlarını ekonomik çıkar gözetmeden yayımladıklarını hepimiz biliyoruz. Birer
şövalye gibiler… Ürün seçme, derginin sayfa sayısını belirleme, basım
maliyetini kotarma, dağıtımı sağlama, abone yapma, reklam bulma, küçük kent
duygusallığını ve alınganlıklarını çözümleme, kompleks ve kıskançlıklarla
uğraşma, yeni sayıya hazırlanma, vb. yoğun uğraşlara dergi editörlerinin ve
yayın kurulu üyelerinin geçim dertlerini de katarsak, Anadolu dergiciliğinin ve
şövalyeliğin ne anlama geldiği bir çırpıda anlaşılıverir.
*****
Büyük sermaye
dergiciliğinde manzara çok daha başkadır. Sermayenin dergicilik ve edebiyatla
ilişkisi kâr anlayışına dayanır. Yayıncılık, sermaye için bir ‘değer’ ifade
ettiğinden, daha önceleri bu alanda hiç telaffuz edilmemiş olan pazar payı,
hedef kitle, sektör, dağıtım ağı, arz-talep ilişkisi, tekelleşme, reklam,
promosyon, sponsorluk, vb. türden tecimsel sözcükler gündemde sıklıkla yer
alırlar. İbrahim Berksoy’un deyimiyle “bu başkalaşım ‘yayıncılığın
sektörleşmesi’ sürecine karşılık” gelmektedir. Büyük sermaye kuruluşlarının
yayımladığı dergilerin pek çoğu magazine yönelik ve ürün ağırlıklı popüler
dergilerdir. Bunlar ilgilerini yazandan ve düşünenden çok okuyan ve seyredene
yönelttiklerinden, genel olarak görsellikle biçimlendirilmişlerdir. Piyasa
mantığından hareketle, sadece satış ve piyasayla ilgili olan ‘okur’u
düşünmektedirler. Ancak İstanbul’da (ve Ankara, İzmir, Adana, Bursa, vb. büyük
kentlerde) yayımlanan yayınevi ve emek dergilerini, sermaye kuruluşlarının
yayımladıklarıyla aynı kefeye koyamayacağımızı unutmamalıyız.
*****
Anadolu dergileri genelde
ürün ağırlıklı, yerel özelliklere sahip, dağıtım olanakları hemen hiç olmayan
dergilerdir. Pek çoğu edebiyat içi tartışmalara yönlenmedikleri (ya da bu tür
tartışmaları yönlendirmedikleri) için, gerçek edebiyat okurunu
ilgilendirmemekte ve kısa bir süre sonra kapanma tehlikesiyle karşılaşmaktadırlar.
Ünlü şair ve yazarlardan ürün isteyerek, etki ve ilgi alanlarını taze tutmak
bir yere kadardır. Salt ‘ürün’ yayımlamak yerine, yükselen (ya da yozlaşan)
değerlerle biçimlenmiş şiir, öykü ve romanlarla ilgilenmeli, ciddi
eleştirilerle onların üstüne üstüne gitmelidirler. İlgilenmemek; edebiyat
kırılmalarının, değişimlerin, dönüşümlerin dışında kalmak demektir. Oysa
dergiler edebiyatı tanıtma, tanıma, anlama, algılama ve çözümleme konularında
tartışmaların ve itirazların ilk ve vazgeçilmez kürsüleridir. Bir adacık olarak
kalmak ve bir cemaat yapılanmasını inatla sürdürmek, tartışmaları
kısırlaştıracağı gibi, (edebiyat adına varolan) derginin edebiyattan kopuşunu
hızlandırır. Çünkü kendine has mikro ya da makro tüm iktidarlar, durağan hale geleceğinden
gerilemek ve yok oluşla tanışmak zorundadır. Kendi çevresiyle sınırlı bir
edebiyat pratiğinin, dergilere özgü ‘verili olanı yıkma düşü’nü
gerçekleştirmesi de olası değildir.
*****
Yıllardır
küreselleştirilmeye çalışılan ve günbegün küreselleşen dünyada ve Türkiye’de
bütün sesleri bastıran ‘tek ses’e karşı, farklı sesler inatla çoğalmazsa;
özgürlüğün, demokrasinin ve aydınlanmanın kesinlikle sonu gelecektir. Yerel
motifleri ve halkın rengini sürdürebilmenin biricik yolu yerel seslerdir. Yerel
ses deyince aklımıza yerel basın, medya ve dergiler gelmektedir. Basın, medya
ve dergi üçgeninde de en önemli görevin dergilere düştüğünü söyleyebiliriz.
Çünkü yıllardır oluşturulan ‘izleyici’yi okuyucuya çevirmenin ilk koşulu,
ilgiyi dergilere yöneltmektir. Dergilerde yer alan yazı ve şiirlerin
yaratıcıları, isteseler de istemeseler de kendi çağlarının geleceğini
kurgulamaya soyunması gereken aydınlanmacılardır. ‘Kendi çağının geleceği’ ne
demek? Les Temps Modernes (Modern Zamanlar) adlı dergisinin sunuş yazısında
şöyle diyordu Sartre: “(…..) Bir çağ, bir insan gibi önce bir gelecek
demektir. Çağın içinde yer alan girişimlerden, sürmekte olan çalışmalardan,
kısa veya uzun vadeli tasarılardan, çağın ayaklanmalarından, kavgalarından,
umutlarından kurulu bir gelecek. (…..) Biz işte bu geleceğe sahip çıkıyoruz
ve başkasını da istemiyoruz. (…..) Ölümsüzlük peşinde koşarak bulamayız
ebediliği; eserlerimizde, kadidi çıkmış, bir yüzyıldan öbürüne kolayca
geçebilecek kadar içleri boşalmış ve önemleri yitmiş birkaç genel ilkeyi
yansıttık diye ‘mutlak’ olamayız. Olacaksak, çağımızın kavgalarına tutkuyla
katıldığımız, onu tutkuyla sevdiğimiz ve onunla birlikte mahvolmayı gönüllü
olarak kabul ettiğimiz için oluruz. (…..)”
*****
Her edebiyat dergisi, söz
sanatlarının ürünlerine yer verirken, doğal olarak edebiyatın gözden
geçirilmesine, yeni tanıklıklara, incelemelere yol açıyor demektir. Bir dergi,
varolan diğer dergilere değişik anlamlar yüklemek, onları olumlu / olumsuz
şekilde nitelendirmek için değil, onlarda göremediklerini farklı, yeni ve daha
güzel bir biçimde söylemek adına çıkarılır. Albert Camus’nün dediği gibi:
“Söyleyecek çok sözümüz yok, öyleyse bunları iyi söylemeye bakalım.” Kültür ve
sanat, el yordamıyla bulunamadığından; deşerek, tartışarak, arayarak, sorgulayarak
girilir içine. Bunun da ilk ışıkları dergilerle yakılıp söndürülür. Her dergi,
arayış ve tartışmaları gündeminde tutabildiği ölçüde varolur. Bir dergi çıkar,
çıkarılır. Değişik nedenlerle de kapanır, kapatılır. Ama gözlem yapılmak,
araştırılmak, başvurulmak, arşivlenme isteği uyandırmak gibi zamanın ruhuna
saygı duyulmasını sağlayacak işlevleri yoksa, boşuna varolmuş / varedilmiş
demektir.
*****
Gazeteler ve görsel medya
yapıları ve işlevleri gereği; sanatı bağımsız bir çerçevede sunamamakta, kalıcı
ve etkileyici bir ortam oluşturamamaktadır. Sanatın alıcısına günübirlik ses
yansıtmak yetersizdir. Sanat eseri, yılların derinliklerinden; insanın
sancıları, becerileri, acıları ve araştırmaları sonucu oluşan özgün ürünlerdir.
Bunları da ancak kitap ve dergilerde görebiliriz. Dergiler ayrıca, kitapların
ve yaratıcılarının habercisi işlevini de gören ilk ve tek vitrindirler,
mutfaktırlar. Dergiler ayrıca karşı çıkmak ve verili olana itiraz etmek için
yayımlanır. Unutulmaya terk edilmişleri anımsatmak için yayımlanır.
Kazanılmışları unutmadan yeni kazanılacaklar için yayımlanır…
*****
Anadolu’da dergi
yayımlama umudu farklı bir umuttur. Yeni bir dergi kotarmayı düşünen kişi ya da
kişiler, bulundukları il ya da ilçenin kütüphanesinde ve iyi okuryazarların
arşivlerinde bulunan, daha önce denenmiş ve başarılı olamamış dergi örneklerine
rağmen, yeniden başka bir dergi çıkarmayı nasıl düşünebilmektedirler? İşte
burada aydın olmaktan kaynaklanan sancılar gizlidir. Hırs, kariyer arayışı,
edebiyatın başka bir alanında başarılı olamamak gibi değişik sancılar da yok
mudur? Vardır elbet, ama bunlar aydın olma sorumluluğunun gölgesinde kalan
sancılardır. Kişi ya da kişiler yerel, ulusal ve evrensel anlamda
bulamadıkları, göremedikleri bir ‘eksiği’ tamamlama derdine düşerler. Aydın
olmanın en temel sancısı tam burada filizlenir. Samuel Beckett’ın “Hep denedin.
Hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil,” sözünü haklı
çıkarırcasına, aydın kişi ‘daha iyi bir yenilgiye kadar’ söyleyebileceği ne
varsa söylemek istemektedir.
*****
Yazımı bitirirken, Kar-ya
Kolektifi’nin Kasım-Aralık 1996’da Ankara’da yayımladığı ve genel yayın
yönetmenliğini Fettah Köleli’nin; yazı kurulu üyeliklerini Zafer Ekin Karabay,
Taylan Asır, Fettah Köleli ve Fırat Özdinç’in yaptığı “Sanat Eylemi” adlı
derginin sunuş yazısının / bildirisinin son paragrafıyla, özellikle Anadolu
dergicilerine merhaba diyor, her birine sabır diliyorum:
“ (…..) Pencere mi, güneş mi? Yalnızca içinde bulunduğu tüneli görür,
umutsuz… Umutlu ise tünelin ucundaki ışığı görür. Tarihsel-toplumsal bir
insan ise tünelin sonunun nasıl bir geleceğe çıktığını görebilendir.
Düşlerimiz: umudumuz, aklımız: gücümüz olsun… Bu dergiyi bir miting alanı
gibi tasarladık. İstedik ki mitingi hep birlikte düzenleyelim. İstedik ki
herkes kendi pankartını açsın. İstedik ki tekimizin sesi hepimizin sesi olsun.
İstedik ki birimiz bile dönmesin sırtını hepimizin sesine… Merhaba.”
Aziz Kemal Hızıroğlu