Büyük Oğul Efsanesi / Öner Yağcı
KİTAPTAN ALINTILAR -4-
Yaşamından damıtılanlar bu
efsaneyi her geçen gün daha bir zenginleştirdi, “hep bir ağızdan söylenen
türküler”e dönüştürdü. Tonguç’un efsaneleşmiş yaşamını romanlaştırırken onun
yaşadığı dönemin toplumsal siyasal, kültürel tarihine de ışık tutan, eğitimin bu
tarihteki yerini vurgulayan gerçekliklerden uzak durulamazdı. Yaşamı izlenince,
yakın tarihimizin zengin bahçesi içinde koşturan, her adımında ülkesinin
damarında kendisine yer bulan bir “büyük oğul”la buluşmak kaçınılmaz oldu. Her
şeyin birbirine bağlı olduğu, birbirini etkilediği, birbirinin karşıtını
oluşturduğu gerçeklikte sıra dışı, efsaneleşen bir yaşam sıradanın çevresinde
olup bitenlerle anlaşılabilirdi ancak.
Uzun bir yolculuğa ilk ürkek adımlarını atarken yaşadığı gerçeklik, ona
adımlarını sağlam atması gerektiğini öğretiyordu. Yaşam derslerini tek tek
alırken kavganın doruğunda Cumhuriyet yaratılmıştı. Umuda, düşe yönelen
adımların kararlığını görerek gürleştirdi sevdasını. İleri-geri, aydınlık
karanlık savaşıydı bu, savaşta yerini almalıydı.
Yoksulluğun, parasızlığın ortasında düşlerine sımsıkı sarılmış bir avuç
insandılar… Öyle bir “insan” kıtlığı vardı ki, Diyojen gibi aradılar hep.
Kendileri gibi düşünenleri kuyunun dibinde de olsa bulup çıkarmayı bildiler.
Onu da buldular. Eğitimciydi, nedir benim görevim dedi, ne yapmalıyım? Dünya
tarihinin en devrimci eğitim arayışlarını, inceliklerini inceledi. Eğitimin ve
iş eğitiminin bir sosyal devrimin gerçekleştirilmesi yolunda nasıl
kullanılabileceğini aradı ve sistemini yarattı. Cumhuriyet Türkiye’sinde doğru,
gerçekçi ve devrimci adımın toprağın, toprak insanlarının canlandırılmasında,
diriltilmesinde, insanlaştırılmasında, bilinçlendirilmesinde olduğuna karar
verdi. Toplumsal devrime temel olacak topyekûn bir bilinçlendirmenin büyük
adımlarının tasarımını yapmaya, gücü ve olanaklarıyla bu tasarımı
gerçekleştirmeye adadı kendini. Bu adanmışlık onun Anadolu’da efsaneleşmesiyle
tarihe yazıldı.
O dönemde dünya kaynıyor, faşizm ve savaş fırtınalarıyla kahroluyordu insanlık.
Öte yanda bir avuç insanın Anadolu’ya umudu, gerçekleştirmek istedikleri düşler
vardı. Siyasal çatışmanın da göbeğindeydiler. Emperyalizmden yeni kurtulmuş
genç Cumhuriyetin gönendirilmesi için amansız bir kavgaya giriştiler. Bu
amansız kavganın yarattığı bir efsane oldu Tonguç.
Yalnızlığın ve korkunun yenilmesi için yaşayan bir aydındı. Bunu aşan kim varsa
ulaşmaya çalıştı. Engels’in “ilişki bizatihi sermayedir” sözünün somut bir
örneğiydi yaşamı. Birbirine öylesine güvenen insanların ilişkisiydi bu. Birken
iki, ikiyken dört olup çoğaldılar. Konuştular, toplandılar, eğlendiler,
mektuplaştılar. Büyüttüler düşlerini, müthiş adımlar attılar birlikte. Her biri
bir örgüt gibi çalıştı. Örgütlü olmanın bilinciyle çoğaldılar. Topraktan
öğrenip kitapsız bilenlerin ufuklarına gökkuşağı yarattılar. Gökyüzünü
fethetme, gerçekçi olup olanaksızı isteme yürekliliğini gösterdiler. Bu büyük
erdem bir imeceye dönüştü toprağın üstünde. “İnsanoğlunun kazanacağı en büyük
zafer, korkuyu yenmesiyle elde edeceği zaferdir,” sözünün toprağa basması,
efsaneleşmesi oldu yaşamı.
Onun “sermaye”sinde, korkuyu ve yalnızlığı yenmesinde Atatürk başta olmak üzere
İnönü ve Nafi Atuf Kansu gibi devlet adamları, Mustafa Necati, Saffet Arıkan,
Hasan-Âli Yücel gibi bakanlar vardı. Tonguç’un yanında, ona güç veren, hep
birlikte olan, ipek gibi dostluklarla gelişen gözü pek, yakın tarihimizin adsız
kahramanları olan, her biri efsane öncü eğitimciler vardı. Bu imecenin
yarattığı köylü çocukları vardı, hepsi de köyden gelen binlerce çocuk. Bu
gerçekçi devrimcilerin dirilttikleri insanlarla başlayan aydınlar kuşağı,
yaşamımıza can suyu taşıdı. Birbirlerine dayandılar, birbirlerinden güç
aldılar. Sayıları azdı ama umutları çoktu, düşleri büyüktü. Kardeşçe bir yaşam
özlemiyle “dayanışma” sözcüğünü dirilttiler. İnsanı dirilttikleri, özgürleştirdikleri
gibi…
Sonrası damlanın okyanus olması…
Kaynak: YazarEvi.com