Büyük Oğul Efsanesi / Öner Yağcı
KİTAPTAN ALINTILAR -2-
Yolum açıktı: Tonguç, toplumumuzun yapısına ve tarihsel gelişmesine en doğru tanıları koyan bir aydındı.
Kurtuluş savaşından sonraki Türkiye’nin gerçekliğini, Anadolu’da gerçekleşen ve tüm mazlum uluslara örnek olan görkemli bir devrimin niçin duraklayıp çıkmaza saplandığını, kendini sürdüremeyip tamamlayamayarak toplumsal bir devrime dönüşemediğini çok iyi kavramıştı. Onun eylemi, koşulların verdiği olanakların kullanıldığı devrimci bir taktikti. Eğitim alanında bağımsız adımlar atarak yürümekle altyapıyla ilgili dönüşüm adımlarının atılamadığı koşullarda bunun temelini hazırlamayı tasarlamıştı. Onun köy enstitüleri sistemiyle varmak istediği amaç, Dağlarca’nın Kızılırmak Kıyıları’nda yer alan “Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna, Uyandırmazsan, Uyanacak değil” dizelerindeki gibi uyuyan, uyutulan köylülüğü uyandırmak, canlandırmak, “sınıf bilinci”ni edinmiş köylüler yetiştirmekti. Devrim için eğitimdi onun sistemi, üretim için eğitimdi. Bilinçlenen emekçi kitleler kendi görevlerinin bilincine elbette varacaklardı.
Tonguç, o dönemin asıl emekçi kitleleri olan köylüleri bilinçlendirmek için, siyasal iktidarda var olan ilerici bir kanadın sağladığı olanaklardan akıllıca yararlanmayı bilmişti. Bu, köylülerin hiçbir gücünün olmadığı bir toplumsal gerçekliğin doğru saptanmasının verdiği fırsatın her an elinden alınabileceğini de biliyordu. Hep zamanla yarışmış, bu sevdaya gönül veren çevresini güçlerinin son sınırına kadar çalıştırmak için ömrünü vermişti. Kendisine fırsat veren siyasal gücün “imtiyazsız, sınıfsız bir kitleyiz” tanımlamasına katılmıyordu. Ülkemizin de sınıflı ve sömürünün yoğun olduğu bir ülke olduğu gerçeğinden yola çıkarak, toplumun en çok sömürülen yoksul köylülerin bilinçlendirilmesinin asıl görev olduğunu doğru olarak, büyük bir gerçekçilikle saptamıştı. Bunu sağlayacak olan çeşitli altyapı ve üstyapı değişiklikleriyle birlikte eğitimin öneminin bilincindeydi.
*
Bu topraklarda aydın olmayı
başarmak, hele ki büyük insan olmak kolayına bir iş değildi. Bunu başaran,
sıradanlığı aşan, fırtınalara göğüs geren, Türkiye coğrafyasını insanlarıyla
birlikte tanımak için çabalayan ve hep gerçekçi bir devrimci kalan Tonguç
Baba’ya selam borcumuzdu. Bir bozkır köylüsü, 19. yüzyıl sonlarında Balkanlarda
doğmuş bir İsmail, 20. yüzyıl Anadolu’sunun Tonguç Baba’sı olduysa, 21.
yüzyılda aydınlığımızın hazinesine, yüreğimizin derinliğine taht kurduysa onun
nasıl efsaneleştiğini öğrenmek boynumuzun borcuydu.
İlk eğitmen kursunun başladığı Temmuz 1936’dan başlayan yeni bir eğitimle
canlandırma deneyinin baş mimarıydı o. Bu sistemdeki kurumlar artık “okul”
değil, bir yaşam ve iş yurduydu. Doğru adım atıldığının kanıtı, sistemle
yetiştirilenlerin yaşamları boyunca değerlerini dirençle taşımalarıydı. Uygun
koşulların yarattığı siyasal güç desteği bir yana, bir inançla ve kararlılıkla
gerçekleştirilmişti bu. Sabahattin Eyuboğlu, “Bu okulda iş sözden önce gelir;
öğrenciye bilgi verilmez, öğrenci bilgiyi alır… Tonguç böylesi bir okulu
hayal etmekle kalmadı… Kısa zamanda aldığı sonuçlar yer yer kendi umutlarını
da aşan birer eğitim mucizesini andırıyordu… Atatürk gibi, İnönü gibi Tonguç
da halka güveniyordu… Zorla yaptırılamayacak işleri köy çocuklarına sevinçle
yaptıran, İstanbul çocuklarına dağ başlarında, bozkırlarda İstanbul’u aratmayan
bu güven oldu. Yapabilirsiniz dedi herkese ve herkes yaptı…” diye anlatmıştı
bu sistemi.
Başmimar Tonguç’un açtığı, Tonguç efsanesinin doğuşunun da müjdecisi olan bir
seferberlikti bu sistem… Hiç beklenmeyen yerde zamanda karşılarına çıkan bir
önderdi o. Toz içinde, elinde Yenice’si, kolunda fotoğraf makinesi ve küçük
çantasıyla beliriverirdi ansızın. Ya tek başınaydı ya da bir yoldaşıyla,
yoldaşlarıyla. Yollar bozuktu, ulaşım aracı kıttı. Yüksünmeden kamyon
kasalarında, at arabalarında, kara tren kompartımanlarında günlerce yol aldılar.
Gerçekçiydiler, topağa bastılar. Güvene dayanan ilişkileri, dayanışmaları,
gerçekçilikleriyle adı konulmayan bir örgüttüler. Ortak bir yazgıydı onlarınki.
O ansızın giderdi ama onun yöneticileri de ansızın öğrencilerine giderdi. Onlar
Ferit Oğuz Bayır gibi Balkan gerillası, Sıtkı Akkay gibi Çanakkale ve Suriye
cephelerinde savaşan, “ateşi ve ihaneti gören” delikanlılardı. Kurtuluş
Savaşının fidan gençleriydirler, kimi dağlarda, kimi cephelerde, kimi
okullarda. Kalpaklı, bıyıklı. Korkuyu ve yalnızlığı aştılar birlikte. Gazi
Eğitim’den öğrencileri, onların arkadaşları, tanıştırdıklarıydı ya da işleri
sırasında gördüğü, tanıştığı, gelecek için birlikte çalışmayı düşünüp
ilişkisini sürdürdüğü, ilmek ilmek dokuduğu eğitimcilerdi.
Kaynak: YazarEvi.com
—–