Dolar 34,4910
Euro 36,3975
Altın 2.965,97
BİST 9.261,52
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 19 °C
Çok Bulutlu

Brad Pitt’i / Armağan Çağlayan

05.02.2016
1.210
A+
A-
Brad Pitt’i / Armağan Çağlayan
Brad Pitt'i getirin, dizide bir şey yoksa en çok iki bölüm izlenir. 

17/05/2015
Şu sıralar 'Asla Vazgeçmem' dizisinin romantik âşığı olarak karşımıza çıkan Tolgahan Sayışman Armağan Çağlayan'a konuştu. Dizi sektörünün geldiği noktadan eski mahallesine, dinle ilişkisinden hakkındaki iddialara pek çok şeyi anlattı...
Kaynak - Armagan.caglayan@radikal.com.tr - Yazı Atölyesi

Oyuncu içinde reyting yarışı zor bir şey mi? Mesela sen de sabah erkenden kalkıp reytinglere bakar mısın? Yoksa “Anlaşmamı yaptım, bu iş yürürse yürür” mü diyorsun?
Oyuncuları genellersek iki türlüsü var. Ben televizyonculuğu seven bir adam olduğum için ekstra ilgilenen bir adamım. Bunun istişaresini de yaparız yapımcımla. Fikir alışverişlerinde bulunuruz. Enteresan tahminleri vardır; tutar, eder. Ben de ilgilendiğim için bakıyorum. Ama çoğu oyuncu bunu yapmıyordur. Kendi vazifesi sette elinden geleni yapmaktır. Üzerine düşen bu. Geri kalanı ekstra oluyor. Çok oyuncuyla çalıştım, reytingden bihaber olan. Tabii ki iyi olmasını temenni ediyor ama ekstra ilgilenmiyor. Ama ilgilenen insanlarda çok. İşin tamamen devam etmesi reytinge bağlı olduğu için ister istemez bizi etkiliyor.

Bu kadar uzun süreli çalışmak senin de şikâyet ettiğin bir şey mi? Yoksa “Hayır, şartlar bu” mu?
Bu konuyu 2009’dan beri konuşan bir adamım. ‘Elveda Rumeli’ zamanından beri konuşuyorum. Öyle yanlış yerlere çekiliyor öyle lastik gibi uzuyor ki bu konu. Başlı başına çok büyük bir başlık bu aslında. Evet, dizi süreleri yanlış. O zaman söylüyorduk, o zaman dediğimiz zaman diziler 85 dakikaydı şu an 120 dakika. Çok çalışmaktan şikâyetçi değilim. Kaliteli çalışmak başka bir şey. Sinema filminde de bu saatlerde çalışıyoruz biz. Ama sinema filminde senaryonun başı belli, sonu belli. Çekeceğiniz sahneler belli. Devamlılığınız, ne yapacağınız belli. Sete de bu motivasyonla geldiğiniz zaman ne yapacaksınız, nerede ne oynayacaksınız biliyorsunuz. Gittiğiniz de sete de performansınızın en üst seviyesinde çıkabiliyorsunuz. Ama dizi setlerinde oyuncu için en önemli şey iyi oynayabilmek. Beni mutlu eden o. Ekranda içime sinmesi. İnsanların beğenmesi. Bunlar en önemli. Dizi setlerinde bu uzunlukla setler programsızlaşıyor. Yarının programında ne çekeceğiniz belli olmayabiliyor. Hazırlıksız giriyorsunuz sete ve performansınız düşüyor.

Bunlar düşebilir ama sizin gibi paralı oyuncuların parasını yarıya düşürmesi lazım.
Reklamverenlerle ilgili bir şey. O da tartışılır. Gerçekten doğruysa bu düşsün. İstikrar her zaman daha önemlidir. İki sene bölüm başına astronomik rakamlar alabilirsiniz. İki senenin sonunda bir bitersiniz bir daha 10 sene hiç para kazanmazsınız, bu mu daha iyi? Yoksa 10 sene boyunca istikrarlı bir para kazanırsınız bu mu daha iyi? Bence oturup bunu düşünmek lazım. Çünkü diziler iyi gitmiyor. Siz çok daha iyi hatırlarsınız günde ikil dizi vardı. Her kanalda iki dizi vardır. 20 ve 22’de.

Ama o ekonomik krizde değişti.
Değişti ama şimdi her kanal ancak bir dizi yapıyor, yapmıyor. Ucuz maliyetli programlara yöneliyorlar. Seyirci şuanda dizileri kabul etmiyor.

Ama şu anda Türkiye’de kar eden kanal yok.
Ama diziler de kabul olmuyor, o da enteresan değil mi? O işin ayrı kısmı. Ama seyirci de kabul etmiyor artık dizileri. ‘Elveda Rumeli’de 15-16 reyting alıyorduk.

İNSANLARI DİZİDEN BUNALTTIK
O zaman ama ölçüm sistemi, denekler başkaydı. Şimdi denekler değişti, biz hiçbirimiz ne yapacağımızı bilmiyoruz. Bir daha değişecekmiş haziranda.
Korkunç bir şey. Ne olacağı belli değil. Bütün sistem yeniden yapılanacak. Artık yapım şirketleri deneklere göre projelerini hazırlıyor. Şimdi denekler gene değişecek adamlar ne yapacaklarını bilmiyorlar. Nasıl dizi çekeceğiz, diye düşünüyor sektör. 2009’da 15-16 reyting alıyorduk. Şimdi 15 reyting falan yok. Çıkabilen yok. Çünkü seyirci alternatif kanallara da çok yöneldi. Yöneliyorlar çünkü sıkıldılar. Sıktık insanları. Diziden sıktık bunalttık. 120 dakikalık dizilerde hep aynı konular. Konular aynı olmak zorunda. Yapamazsınız. Dünyanın hiçbir yerinde yok. 120 dakikalık bir dizinin konusunu ne kadar uzatabilirsiniz ki? 100 bölüm nasıl yazabilirsiniz? Adamlar sinema filmi yapıyorlar, dizi yapıyorlar diyorsun ki harika. Harika ama ön çalışması bir sene, bir buçuk sene bu adamların. Planlı programlı gidiyorlar. Onların sezonu 10 bölüm. 10-13 bölüm çekiyor.

O da 40 dakikadan oluşuyor.
Bizle bir çarpıştırın. Korkunç bir rakam. Adamların beş sezonu bizim bir sezonumuz. Böyle olunca işler tekrarlamaya başladı kendini.

Kenan İmirzalıoğlu dedi ki “Bu dizi süreleri böyle olduğu sürece ben artık oynamayacağım”. Böyle bir şey yapmak ister misin?
Kenan Abi çok yorulmuştur diye düşünüyorum. Çok uzun yıllardır ekranda. Hep de istikrarlı, başarılı gitti. O da oyunculuğu önemseyen bir adam. İyi bir şeyler yapmak istiyor. Onun ben de şikâyetinin o olduğunu düşünüyorum. İşler kalitesizleşiyor baktığınızda. Teknik anlamda kaliteli oluyor o ayrı. Ama senaryo anlamında, oyuncunun kendini verebilmesi anlamında kalitesizleşmeye başladı. Bu da motivasyon kaybettirici bir şey. Ben de ‘Lale Devri’ni bitirdikten sonra, ‘Lale Devri’ 137 bölüm sürdü. Maddi getirisi iyiydi Allaha şükür. Zaten o yüzden devam ediyorsun. Bizim ‘Lale Devri’ aslında 90’ncı bölüm gibi final yapması gerekiyordu. Üstüne 47 bölüm daha çektik. 47 bölümde kendinizi motive etmeniz o kadar zor ki. Hem ağır çalışıyorsunuz, hem işinizi severek yapmak istiyorsunuz ama sizi motive edecek öğeler çok az.

Ben böyle bir şey söyleyince “Hem dünyanın parasını kazanıyorsunuz hem de ağlaşıyorsunuz” diyorlar.
Aynen. Bende şimdi ne yazık ki bundan şikâyetçiyim. Biz ağlaşmıyoruz. Biz iş daha iyi olsun diye konuşuyoruz. Ben bu işten şikâyet etmiyorum. Keşke daha kaliteli iş yapsak. 60 dakikalarda daha keyifli, yönetmenin çekerken keyif alabileceği, oyuncunun oynarken keyif alacağı sahnelerden oluşan bir iş çıkarsak seyirci de onu izlerken çok daha keyif alır.

Bunun bir tek yolu var. Oyuncular para düşerse bunu yapmak mümkün.
Böyle bir karar alsın, ben düşeceğini düşünüyorum oyuncuların da. Bence işine gelmiyor kanalların.
Kaynak - Armagan.caglayan@radikal.com.tr - Yazı Atölyesi-Oyuncu maliyetleri yarı yarıya düşerse kanal da der ki “Tamam, kardeşim ben iki dizi üst üste yayınlayabiliyorum.” Ama şimdi ki oyuncu maliyetleri ve dizi maliyetleriyle başka yolu yok.
Özet koyuyor, peşine diziyi koyuyor. Bu ona daha karlı geliyor.

Ama çok büyük para yahu.
20 tane, 25 tane karakter vardır. Ama 100-150 tane set çalışanı var.

Süre kısalınca oradan da kar edeceksin zaten. Daha az mekân. Şimdi atıyorum bir dizi 600 bin liraya mal oluyorsa o zaman 300 bin liraya mal olacak. O zaman iki diziyi üst üste koymak mümkün. Bölüm başı 75 bin lira alan oyuncuyu biliyorum ben. Bu adamın şirkete maliyeti 130 bin liraya falan denk geliyor. Zaten 600 bin liralık bir bütçenin 130 bin lirasını bir adama veriyorsun. Ne yapacaksın geri kalanını?
İşte bu çok uzun bir konu. Birçok aslında etken var bunda.

BRAD PİTT’İ GETİRİN, DİZİDE BİR ŞEY YOKSA EN ÇOK İKİ BÖLÜM İZLENİR
Bu sebeple Türkiye’de starların sisteme en büyük zararı verenlerin olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir süre sonra stara o parayı veriyorsun seyirci başta bakıyor prodüksiyondan hoşlanmıyor, ondan hoşlanmıyor gidiyor. Sonra ne oluyor? Biz diyoruz ki “Stara para vermek çok da önemli bir şey değil. Star bana reyting getirmiyor.” “O zaman ben bu işi risk alırım hiç olmazsa elimin altına taşı koymamış olurum” durumuna dönüyor mevzu.
Yapımcıların tasarrufları çok değişken bir şey. Projeden projeye değişiyor. Bazı oyuncular var. Brad Pitt’i Türkiye’ye getirin, bir dizide oynatın dizide bir şey olmadığı sürece en fazla iki bölüm izlersiniz. Ama işte o ilk iki bölümü izletmek mesele. Kendi projesine güveniyorsan o 2-3 bölüm seni götürdükten sonra sen kendi hikâyenin üstüne koyabilirsin. Zaten adam o riski alarak bir starla anlaşma yapıyor. Bir de işin o tarafı var. Sadece no name ile yola çıkmak bir çözüm değil.

ERKAN PETEKKAYA’NIN KEMİK BİR SEYİRCİSİ VAR
Peşinden seyirci sürükleyen star var mı Türkiye’de?
Çok.

Kim var?
Televizyon starı başka bir şey. Mesela Erdal Özyağcılar benim çalıştığım bir televizyon starı. Ciddi seyircisi olan bir adam. Doğru bir proje yakaladığı zaman…

Ama doğru bir proje yakaladığı zaman.
Ama bu projeyi parlatan bir adam. Bir proje diyelim vasatın üstünde. Müthiş değil ama kötü. Erdal Özyağcılar’la başlarsanız minimum 5 reytingle başlarsınız. No name ile başlarsanız 2-3 reytingle başlarsınız. O orada star açığını kapatıyor aslında. Erkan Petekkaya ciddi seyircisi olan bir insan. Erkan Petekkaya bir Murat Boz veya Tarkan değil. Ama dizisi olduğu zaman kemik bir seyircisi var. Özellikle Anadolu’da. Adamlar da açıp izliyorlar adamı. Sonra projede içine çekiyorsa devam ediyor. Kenan İmirzalıoğlu. Onun kemik bir seyircisi var. Bakıyorsunuz sosyal medyada millet çığlık çığlığa mı değil? Sosyal medya tamamen yanıltıcı.

Bizim yeni diziler başladığında sosyal medyada çok konuşuluyorsa “Eyvah” diyorum mesela.
Tabii canım. Kenan Abi 97’de girmiş piyasaya, yıl olmuş 2015, durmadan birinci olmuş. Az buz bir başarı değil.

Bir rekabet var mı?
Var tabii.

Sizin kuşaktan bir anda bir sürü star çıktı televizyon starı. Müzikte öyle bir rekabet olduğunu görüyorum. Televizyonda da var mı bu? “Bu o işi aldı, benim daha iyi bir iş yapmam lazım” dediğiniz oluyor mu?
Ben kendi işime bakarım. Herkesin egosu farklıdır. Egosunu kullanış şekli farklı. Kibirli olan adam var, kibrini törpülemiş adam var. Herkesin rekabetten anlayacağı şey farklı. Benimki farklı.

Seyretmez misin ötekilerini?
Vakit yok. Ben o kadar dizi izleyemem. Takip etmeye çalışıyorum ama.

Ben olsam seti durdururum.
Yok, ben öyle yapamam. Sinema filmini muhakkak izlerim. Ama dizide ne yapmış, ne etmiş biliriz. Ama oturup da izleyemiyoruz. Dün kendi dizimi izleyemedim. Bugün DVD’si gelecek.

OYUNCU KENDİNİ MUTLAKA İZLEMELİ
Kendinizi seyrediyorsunuz.
Ben bir oyuncunun kendini izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Kendini geliştirmek izleyen insan, kendini izlemeli. Ben de sevmiyorum kendimi. Megaloman bir adam değilim. Benmerkezci bir insan da değilim. Ama oynarken kendi doğru bulduğunuz bir şeyi izlerken hata yapmışım dediğinizde kendinizi geliştirebiliyorsunuz. Onu izlemeden farkına varamazsınız ki. O yüzden oyuncunun kendini geliştirmesi için kendisini kesinlikle izlemesi gerekiyor.

Ben oyuncu olsam kendime tahammül edemezdim.
O çoğumuzun içinde olan bir şey. Ama gelişmek istiyorsan izlemek zorundasın. Ne yaptım ne ettim diye bakmak zorundasın. Ses tonum nasıl çıktı. Hepsini takip etmek zorundasın.
Kaynak - Armagan.caglayan@radikal.com.tr - Yazı Atölyesi

Bu son dizide de dublaj mısınız siz?
Yok. Kendi sesim. Ben hep kendi sesimle oynadım. Hiç dublaj olmadım.

Niye ben Twitter’da öyle bir şey okudum.
Bizim Amine dublaj.

Sanırım sizi karıştırdım. Ama o kızcağız Türkçeyi az biliyordur zaten.
O yüzden dublaj zaten.

Çare yok ki.
Sesli çekiyoruz, bir tek o dublaj oluyor.

O da işi ne kadar uzatıyordur. Sizden sonraki post prodüksiyon işi çok uzuyordur.
Onları uzatıyordur ama bizi kısaltıyor aslında.

Siz Fikirtepeli misiniz? Orada mı büyüdünüz?
Göztepe, Kadıköy doğumluyum. Uzun yıllar Fikirtepe’de büyüdüm.

Merdivenköy? Muhtemelen bende o yıllar orada okuyordum. Bende Saraycık’ta oturuyordum, hukuk fakültesine gidip geliyordum.
Biz de Tepe Mahallesi’nde oturuyorduk. Yokuştan tarlaya çıkıyorsun. Oraya gitmeden bir dik yokuş daha çıkardık.

Bir zamanlar oradan hiçbir şey geçmezdi. Tarladan minibüse yürürdüm.
Sonradan geldi Fikirtepe-Gözcübaba minibüsü. O 8A otobüsü bizim hayatımızı kurtardı. Gece köpekler herkesi kovalardı.

ELİMDEN GELDİĞİNCE NAMAZA YÖNELİRİM
Siz çok dindar mısınız?
Göreceli bir şey çok dindar olmak. Kime göre neye göre? Ama elimden geldiğince dinimi yaşamaya çalışıyorum. Ben hep böyleydim. Son dönemdeki yükselişle beraber böyle olmuş bir adam değilim.

Son dönemde dizi sektöründe erkek oyuncuların dine yöneldiklerini duyuyorum hep. Demek siz ondan önce de böyleydiniz. Bu, benim duyduğum bu dönemde ortaya çıkmış bir şey değil.
Kendimce yaşamaya çalışıyorum dinimi.

Beş vakit namaz mı kılarsınız?
Mesela bu çok yanlış bir tabir bence. Elimden geldiğince namaza yönelirim diyelim. Daha doğru bir tabir. Çünkü kaçırıyorsunuz ediyorsunuz, hayat şartları bilmem ne…

Ama kazasını yaparsınız.
Evet, kazasını yaparsın. Çok dikkatli konuşmak gerekiyor bu konuları.

Aslında değil. Ben beş vakit namaz kılarım, kime ne?
Kılmazsan kime ne ki ayrıca da? O kendi vereceği hesap. Ama bizim gibi insanların bu tabirleri çok dikkat çekiyor, yer buluyor. İnsanlar bununla ilgili saçma sapan yorumlar üretebiliyorlar. Ben ondan dolayı biraz rahatsızlık duyuyorum.

Bu da bir mahalle baskısı o zaman?
Kime ne?

Bence de. Ama bu da bir tür mahalle baskısı. Ben eskiden beri dinin gereklerini yerine getiriyorum diye açıklarken bile sözcüklerinize dikkat ediyorsanız demek ki bir baskı var?
Çünkü bunu kullanarak bir şeyler yapanlar da var. Onlarla aynı kategoride anılmak beni rahatsız ediyor.

Anladım ne dediğinizi.
Ben kendi inancımı yaşayan bir insanım. Kimseye hayatım boyunca da karışmadım. Ne kimseyi kınadım, ne yerdim. Amerika’ya taşındım kızkardeşimle. Bizim bütün çevremiz Müslüman. Bu adamlarla oturup kalkıp konuşan bir insanım. Bu böyle açıklandığı zaman o kategoriye girersem çok üzülürüm işte. O yüzden söylemek istemiyorum.

Yani diyorsunuz ki “Sonradan olma değilim, hep böyleyim.”
O da değil demek istediğim. Bu şekilde konuşayım istemiyorum. Kimseyi ilgilendirmez.

Ama sizin adınızı bir sürü insanla beraber duyuyorum. Dizi sektörünün içinde herkes birbirini böyle bir şeye yönlendiriyormuş gibi bir şey dolaşıyor. Duymuşsunuzdur siz de. Ama değilmiş.
Bunun önüne geçemezsin ki. Herkes istediği her şeyi söyleyebilir. Bizim dizi sektörlerini çok iyi biliyorsunuz. A diye konuşulan şey öbür tarafa C diye gider. Önüne geçemezsin. O yüzden her söyleneni düzelteyim derdinde bir adam değilim. Öyle biliyorlarsa öyle bilsinler ne yapayım diyorum?

Bu kadar dine yakın yaşayınca; atıyorum, öpüşme sahnesi var.
Herkesin fikri, yorumu farklı. Bu sefer de çok beyaz bir gömlek giymiş gibi gösterildiğiniz zaman üstünüzdeki gri leke gibi duruyor. Ama etrafta bir sürü lekeli insanın farkına varıyorsun. O zaten simsiyahtır. Ama size “Beyaz gömlek giy” dediklerinde üzerinize ufacık bir çamur sıçradığı anda bitti. O yüzden ben o beyaz gömleği giymek istemiyorum.

Ben ne olduğunu anlamadım.
Başkaları bir sürü hata yapar ama siyah gömlekleri üzerinde hiçbir belli olmaz. Ama ben beyaz gömlek giyersem yani o kategoriye girersem en ufak bir leke hemen belli olur. Yığınla hatam var ve bunu kimsenin bilmesi gerekmiyor. Ama bunu dostlarımla paylaşırım.

Çok garip. Ben her sabah 6’da spora kalkıyorum. Kalktığımda da Instagram’a resim koyuyorum ‘Günaydın’ diyerek. Altına şöyle yazıyorlar “Herhalde sabah namazına kalkıyorsunuz, Allah kabul etsin.” Halbuki hiç namazla alakam yok. Ama yaşadığımız dönemle ilgili bence bu. Sabah spora kalktığımda, sabah namazıma kalktığıma çok iknalar. Boş vakit olmayınca insan nasıl yaşıyor? Siz haftanın altı günü falan settesiniz. Günde 12 saat falan. Nasıl yaşıyor insan öyle?
Uykusuz, yorgun, stresli ve gergin.

Bir de hani oyuncu dediğiniz kendini geliştirmeli ve beslemeli.
Dizi süresi boyunca bunu yapmanız mümkün değil. 2007’de Elveda Rumeli’yle başladı serüvenim ve geçtiğimiz seneye kadar non-stop devam ettim. Makedonya’da ‘Elveda Rumeli’. Yazın sinema vardı. ‘Lale Devri’ oldu. Bir tek geçen sene bittikten sonra ara verebildim. Aslında bu arayı da uzatacaktım ama sektörün ısrarı ve baskısıyla vazgeçmedim.

Bir de çok uzun arada unutulmak var?
O korkuyu çok yaşamadım. Üç, beş sene ara verecek halim yoktu. En fazla bu eylüldeki bir projeyi düşünüyordum. Ama şartlar ocak ayında girmeyi öngördü. Bir sene kadar ara vermiş oldum. O bir sene muazzam geçti benim için. Çok verimliydi.

BİR DİZİYLE ŞÖHRET OLANLARA ANLAM VEREMİYORUM
Ders aldınız…
Amerika’ya yerleştim. Kendimle kaldım, dinlendim, kendimi dinledim. Kendimi geliştirebileceğim bütün noktalarda eyleme geçebildim. Çok kilo almıştım, fazla kilolarımı attım. Stresim azaldı, özgüvenim arttı. İnsan gerçekten dinç ve daha enerjik oluyor.

Oyunculuk kendine yatırım demek.
Dükkânımız kendimiz zaten. Bizim sektörde bir diziyle şöhret olanlara anlam veremiyorum ben. Ki bu normal bir şey olabilir ama bu şöhretin havasına kapılıp kendini geliştirmeden, boş takılmayı, sadece içmeyi ve gezmeyi, sadece dedikodu yapmayı tasvip etmiyorum. Bu tür insanlar da uzun soluklu olmuyor zaten.

Uzun soluklu giden de var ama.
Bu şekilde gidenin istikrarlı ve çok da başarılı olduğunu düşünmüyorum.

Sizi Erkek Güzellik Yarışması’na yönlendiren kimdi?
Çok ufaklıktan başlayan bir şeydi bu. Ortaokulda çok popülerdim, lisede popülerdim, mahallede popülerdim. Üniversiteye gittim, orada da gazı veriyorlardı. Gidelim dedik öyle başladı. Serüven böyle başladı, bir gün bakıp aynaya çok yakışıklıyım demedim yani.

Zaten diyorlardı.
İnsanlar onu empoze ediyorlardı. Biz de “Demek ki var bir şey” dedik. Oyuncu olmayı çok istiyordum. İlkokuldan başlar bende. Öğrenciler aralarında bir şeyler hazırlar ya, hep orada vardım. Ortaokulda tiyatro sahnesine çıktım, lisede şiir dinletilerinde yer aldım. Konservatuar okumak istediğim dönemde de, yani yıl 97 falan, şimdiki gibi değildi o zaman. Ne dizi vardı, ne film. Film olarak Mustafa Altıoklar’ın ‘İstanbul Kanatlarımın Altında’sı, bir de ‘Eşkıya’ vardı. Dizi, bir tane iki tane vardı. O yüzden o işe gönül vermemiş insanlar için çok zor bir şey. Babama “Oyuncu olmak istiyorum ve öğretmenler Güzel Sanatlar’a gitmemi söylüyor” dediğimde “Ne işin var oğlum?” derdi. O kafayla mücadele edemezsin ki. Girdik sınava ve işletme okuduk. O dönemde işletme okurken bunun yanında ne yapabilirim diye düşündüm, cast ajanslarına gittim, figüranlık yaptım. Sonra figüranlık yaptığım dönemde “Çok yakışıklısın, neden modellik yapmıyorsun?” falan… Mankenlik de o zaman popüler bir meslekti, hayatıma o da girdi. Daha sonra hayatımda mankenlik daha büyük bir yer aldı. Yarışmalar kazandık, yurt dışına çıktık… Bunlar hep televizyon sektörünün yükselişine denk geldi ve Allah rahmet eylesin Özcan Sandıkçıoğlu bir gün beni çağırdı, “Konuşmak istiyorum sadece” dedi. Tanırsınız, öyle herkesle konuşan biri de değildir. Çok şaşırmıştım. “Ne amaç ediniyorsun?” dedi. “Yurt dışına çıkacağım, mankenlik yapacağım” falan dedim. “Bak oğlum, maceralara hiç girme, taş yerinde ağırdır” dedi. “Türkiye’de televizyon için bir devir bitti, yeni bir devir başlıyor televizyon sektörü yükseliyor dedi. Bu devir kendi jönlerini yaratacak. Onların içerisine girmen gerekiyor, o yüzden seninle bu konuşmayı yapıyorum” dedi. Bir şeyler dank etti bende ama bir yandan da o tutkuyu bırakamıyorum. Kafaya takmışım çünkü. Ayla Algan’ı aradı, beni ona yönlendirdi. Yarışmaya hazırlandığım iki yıl boyunca Ekol Drama’ da drama eğitimi aldım. Geçen gün Instagram’da bir fotoğraf paylaştım, anlamı benim için çok büyük. Masada Faruk Turgut, Şükrü Avşar, Melis Civerek ve ben toplantı yapıyoruz. Oraya not düştüm; “2003’te bu isimlerle görüşmeyi bırakın, randevu alınmazdı.”

Star olmak böyle bir şey.
2005’te ne zaman yarışmayı kazandım, cast’a bile alınmazken teklifler gelmeye başladı. Ondan sonra kendiliğinden gelişti.

GÜZELLİK YARIŞMASINA GİRDİĞİMİ MAHALLEDEKİ ABİLERDEN SAKLAMIŞTIM
Tutucu bir mahallede yetişip erkek güzellik yarışmasına gitmek çok geren bir şey değil mi?
Kesinlikle öyle. Mahallede kimseye söylemedim. Ben Mustafa Kemal Atatürk’le kavga edildiğini ilk defa o mahallede şahit olmuştum. Çok şaşırmıştım. Ben çocuk aklımla mahalle arkadaşlarımın Mustafa Kemal Atatürk’e karşı olduklarını idrak edememiştim. Bizim için büyük bir kahraman, okul arkadaşlarımla hemfikirim ama mahalle arkadaşlarım karşıt fikirdeler ve o zaman çok küçüğüz fark edememiştim. Çok uzun süre inanamamıştım. Bunları yaşadık mahallede. Bana çok şey kattı.

Ve sen böyle bir mahallede mayo giyip güzellik yarışmasına katılıyorsun.
Bunu uzunca bir süre mahallede ki abilerimden sakladım. Çünkü mahallede ki abilerin sözü geçer ya bir tane okkalı tokat yememek için sakladım.

Sonra?
Söylediğimde bütün mahalle bana destek olmuştu. “Koçum yap, bizden birisi çıksın.” O dönemde de biz oradan taşındık. Ama destek aldım.

5 YAŞINDAN BERİ EV EKONOMİSİNE KATKI YAPIYORUM
Babanız, anneniz ne iş yapar?
Babam alüminyum doğrama yeri vardı, o dönemin popüler mesleği panjurcuydu. Battıktan sonra birkaç şirkette genel müdürlük yaptı. Sonra uzun süre bir şey yapmadı, emekli oldu. Annem ise ev hanımıdır.

O döneme göre ailede sağlam destek vermiş.
İlk zamanlar çok karşı çıktılar ama ben 5 yaşından beri ev ekonomisine katkıda bulunan biriydim.

Ne yapıyordunuz ki 5 yaşında?
Pazarda su satıyordum, limon satıyordum. Camcıda, panjurcuda, fırında çalıştım. Çalıştım, hiç durmadım. Lisedeyken futbol oynardım, çalışırdım.

TANIMAYANLARIN, BENİ ÇOK BANAL BULDUKLARINI DÜŞÜNÜYORUM
Dışarıdan hiç öyle durmuyorsunuz. Çok ekmek elden, su gölden büyümüş gibi duruyorsunuz.
Prens gibi değil mi?

Valla öyle.
Dışarıdan öyle gözüküyor. Ben, beni tanımayan insanların beni çok banal bulduklarını düşünüyorum. Çünkü kendimi ifade eden, çok girişken bir adam değilim, göstermeye de çalışmıyorum, çok sivri sözlerim de yoktur. Ben ancak dost meclisinde konuşurum. Beni dostlarım bilir.

Özellikle kendinizi saklıyormuşsunuz gibi duruyor.
Doğru. Saklıyorum açıkçası da.

Niye?
Çok ortalara çıkmaya gerek yok. Yapı meselesi. Bir de insanların dönemleri vardır. Bunları anlatmak kolay bir şey değil ve kendimi iyi anlatmak istiyorum. İnsanı çok başka noktalara götürebiliyor. Şimdi egonuz olmadan bu işi yapamazsınız ama egoyu iyi tanımlamanız gerek. Onu söylüyorum. Ego hepimizde var ama egonuzu kibirle doldurduğunuzda çok tehlikeli bir insana dönüşebilirsiniz. Orada düşüşe geçersiniz. Sıkıntı orada. Bizim sektörümüzde de çok kibirli insan var çünkü alışıyorlar poh pohlanmaya.

EGONU TERBİYE ET, KİBİRSİZ YAŞA
Ego olmadan da bu mesleği yapamazsın.
Yapamazsın. Egosuz yaşa demiyorum ki, egonu terbiye et, kibirsiz yaşa diyorum. Egosunu kibirle dolduran insanlar ibretlik öykü oluyorlar, yalnız vefat ediyorlar. Öldükleri zaman kimsesiz kalıyorlar, son 20 yıllarını psikolojik olarak sıkıntıda geçiriyorlar, uyuşturucu bağımlısı oluyorlar veya kendilerini içkiye vuruyorlar. Ben bunları yaşamak istemiyorum açıkçası bu yüzden çok şan şöhret derdim yok.

Egonuzu törpülemek için ne yapıyorsunuz peki?
Maneviyatımı güçlü tutmaya çalışıyorum.

Ben de kendi dönemimde bir yıl psikolojik yardım aldım.
Önemli olan o zaten, fark edip gitmek. Çünkü bunun devam etmeyebilir gibi bir yanı var ama adamın “Devam ettirmeliyim” inadı mahveder. Yarın dediler ki “Bitti ve bu ülkede dizi çekilmeyecek”, ne yapacağız?

Buna gerek yok ki. Popüler kültür dediğiniz içindeki herkesi öğütüp atan bir şey. Sektörün bitmesine gerek yok.
Popüler kültür zamanla bizi eritecek ama ben olabilecek bir şey için diyorum. Yoksa bizi kimse hatırlamayacak bunu biliyorum.

Çünkü bizim yaptığımız televizyon, sanat değil.
Kesinlikle değil. Sinema filmlerimiz var olacak ama sinema filmlerimiz de unutulup gidecek.

Şimdiki sinema filmleri de sanat değil, bir ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ değil yani.
Olsa da gidecek, çok uzun vadeden bahsediyorum. Demek istediğim popülerliğin zirvesini yaşıyorken bir anda fişini çektiler sektörün ve ne olacak diye düşünüyorlar mı? Ben düşünüyorum. Çünkü popülerlik bir anda gidebilecek bir şey ve bu gittiğinde insanın psikolojisi derinden etkileniyor. Böylelikle de ibretlik öyküler ortaya çıkıyor. Şan, şöhret mühim bir şey değil. Gerçekten.

Hayattan ne beklediğinize bağlı. Siz diyorsunuz ya 5 yaşımdan beri istiyorum diye şan, şöhret için istiyorsunuzdur yani.
Bunu 15 yaşınızda istediğiniz başka bir şey, 20 küsurda başka bir şey, 30 küsurda başka bir şey. İnsanın bulunduğu yerden baktığı şey çok başka. 15 yaşımda ne açıdan bakıyordum hatırlamıyorum ama şimdiki bakışım çok başka.

Bu sektör insanı çok törpüleyen ve eğiten bir sektördür. İçi beni yakar, dışı seni yakar. Hem insanın içine girmek istiyor, hem de bir önce çıkıp gitmek istiyor.
Bunu yaşamadan anlatmak çok zor. Bunu anlatamamakta bir şey o yüzden gizli tutmaya çalışanlardanım ben.

Fazla üzülmemek için belki de vaktinde bırakmayı bilmek lazım.
Demek istediğim de o. Vaktinde bırakmaktan da kasıt şu: Oyunculuğu, yapmaktan keyif aldığım sürece yaparım. Bu sektörde olmayı sevdiğim sürece bu sektörde olurum ama şan, şöhret olmak için devam etmek tehlikeli çünkü bu geçecek. Bu kızlar kovalamayacak. 40’a 45’e geldiğimiz zaman insanlar çığlık atmayacak. Ne yapacaksın? Sen yıllarca ondan beslenirsen onu arayacaksın. Ben öyle olmak istemiyorum. Oyunculuk yapmak istiyorum, yaparım da. Ama ne acı bir şey şu anda Kadir İnanır’ı göremememiz… Belki kendi tercihidir ama sektörde muhteşem bir film yapıldığında göremiyoruz kendilerini. Ben çok isterim izlemek.

Bir ara magazin sizinle çok uğraştı. Zor bir dönem miydi o?
Zor dönemdi. Magazinle düşman bir adam değilim, bilakis olması gerektiğini düşünüyorum. Ama aktüalite başka bir şey, paparazzi başka bir şey ya onu ayırt edememek çok acayip. Bizde her şey iç içe ya. Ana Haber’e bakıyorsunuz magazin var içerisinde. Ben Amerika’da Ana Haber’e bakıyorum ve magazin göremiyorum. Beyonce konseri CNN’de çıkmıyor, Tarkan konseri olsa Show Ana Haber’de görürsünüz ama.

Ama bu ülkenin kültür yapısıyla alakalı biraz.
Magazinde öyle olunca ne oluyor biliyor musunuz, iddia edildi ve ‘mışla muşla’ gerçekmiş gibi haber yansıtılıyor ve sizde buna karşın hiçbir şey yapamıyorsunuz.

Çıkıp yok öyle bir şey demekte bir çözüm?
Her iddiaya da yok öyle bir şey dediğiniz zaman önünü alamıyorsunuz ve bu da ekstra yoruyor. Ben de susuyorum. Geçen gün Twitter’da bir köşe yazarı bir köşe yazmış, bizim diziyle alakalı. Mışla, muşla bir yazı yazmış ve beni etiketlemiş. Hem bana laf geçiriyorsun, hem de beni etiketliyorsun. Bu ne demek ya? Bana cevap ver demek. Reklamım olsun demek. Bununla mı uğraşayım bir de. Çok ekstra bir şey olmadığı sürece gülüp geçiyorum. Zaten bu ülkede her şey unutuluyor ya. Çünkü yormuyor mu yoruyor, siz böyle uğraştığınız zaman daha çok yoruyor.

HİÇBİR KAVGAYA SEBEPSİZ GİRMEDİM
Sizi kadın döven adam konumuna sokmak da ne kadar kötü.
Oralarda cevap veriyorsunuz. Ama işte falanca ile yakalandı, aşk yaşıyormuş. Bunlara da cevap vermeyeyim ben ya, bunlarla da uğraşmayayım. Nasıl olsa yarın öbür gün olmadığını görünce insanlar anlarlar ve unutulup gidiyor. Ünlü olduktan sonra ilişki yaşadığım üç kişi var, ama bir liste yapalım herhalde 100-150 kişiyle ismim yazılmıştır.

Çokmuş.
Her güne bir tane sevgili bulacak halim yok.  Öyle bir durum var hepsini yalanlamaya çalışsam ne olacak? Her iddiaya cevap verdiğim zaman yoruluyorum. Bu yüzden de çok ekstra ve bel altı olmadıktan sonra da cevap vermiyorum.

Kadının kolunu kırdı, çok bel altı mesela.
Evet, öyle. Onun yalanlaması taraflarca yapıldı zaten.

Demek ki sizi çok maço erkek olarak görüyorlar.
Bir de çok Fikirtepeli diye duyuldu ya, o da bir etkili oldu hakikaten insanlara.

Sert biri misinizdir?
Yerine göre.

Kıskanç ve sert?
Yok, gereksiz agresifliğim olmadı. Bir şeyi hiç sebepsiz yapmadım. Hiçbir kavgaya sebepsiz girmedim. Korkarım bir kere ilahi adaletten. Birisine sataşma, laf sokma durumum hiç olmamıştır. Ama karşı taraftan gerçi hak edici bir hareket geldiği zaman tepkimi koyarım, susmam.

Niye susasınız canım.
Birçok arkadaşımın başına geliyor. Mesela “Figüranı, kostümcüyü dövdü” diye yazıyorlar. Peki, siz kostümcünün ana avrat küfretmediğini nereden biliyorsunuz? Ne yapacak orada “Durun, bir dakika polisi mi arayacağım” mı diyecek? Herkesin tepkisi farklıdır. Küfür ettin deyip sineye çeken de var, “Sen bana nasıl küfür ettin” deyip girişen de. Ama şöhretin getirdiği bir sonuç budur. Bir şöhret jönümüzün başına da bu geldi, isim vermeyeceğim bende. Olayı biliyorum. Figüran ana avrat küfür etti, o da tahammül edemiyor ve dövüyor. Ama bu medyaya nasıl yansıyor: Emekçiyi dövdü! Zavallı adam saatlerce bekledi, laf etti diye dövüldü. Ben de yaptım, dünyanın en ağır işidir ama kişiden kişiye farklı. Herif sana küfür ederse ne yapacaksın?

Dövmek de gerekmiyor.
Dövmek gerekmiyor tabii ama kavgaya tutuşursun.

Birçok nedeni vardır.
Tabii ki de arkasında birçok nedeni vardır.

Ben duymam söylenenleri.
Ne mutlu size. Bende duymamaya çalışıyorum diyeyim o zaman.

Twitter’da bana yazılanlara cevap vermem, engellemem bile. Çünkü benim bir şeyler için fikrim varsa, onların da benim için fikirleri var.
O ayrı bir şey ama hakaret etme hakkı yok.

Küfür edeni bile engellemiyorum.
Hayır. Bu hayatta kimsenin kimseye hakaret etmeye hakkı yok. Eleştirme hakkı var eleştirmenlerin, yorum yapma hakkı var her insanın. Bu arada her insanın yaptığı yorum eleştiri değildir. Ama kimsenin kimseye hakaret etmeye hakkı yok.

Yok tabii. Şimdi öyle bir dönemdeyiz ki, şimdi bir cümle kurarken beş defa düşünüyorum.
Hepimiz öyleyiz. O yüzden ben de çok konuşmayı sevmeyen bir insanım.

 

Kaynak: Armagan.caglayan@radikal.com.tr

Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz.   http://yaziatolyesi.com/   Editör: Hatice Elveren Peköz   Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com   GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.