Farklı görüşlerle intihal meselesi…
09 Ağustos 2011 Salı, 14:15:28
- Sanat dünyasını karıştıran intihal tartışmaları
“Başka birisine ait kelime, ürün veya fikirlerin orijinal kaynağına gerekli şekilde referans verilmeden kullanılması, sanki kendine aitmiş gibi gösterilmesi” anlamına gelen “intihal” şu sıralar en çok duyduğumuz kavramlardan biri.
Birbirine az benzeyen, çok benzeyen, bazen birbirinin aynısı olan müzikler, film senaryoları, akademik tezler, kitaplar, yazılar, eser sahipleriyle iddia sahipleri arasındaki tartışmalar, davalar, mağdurun kendisi mi eser sahibi mi olduğunu anlamaya çalışan ama çoğunlukla “Aklanana kadar masumdur”dan ziyade “Aklanana kadar suçludur” anlayışını daha çok seven meraklı izleyici topluluklarıyla intihal iddiaları her zaman büyük ilgi çekmekte.
Sanat Dünyasını Karıştıran İntihal Tartışmaları
Daha önce kendisi de intihal iddialarıyla uğraşmış olan yazar Pınar Kür “Türkiye’de adı biraz sivrilen kişilere iftira ederek kendi adını duyurmaya çalışanlara sık rastlanır. Benim 500 küsur sayfalık ‘Bitmeyen Aşk’ ımın kendi yayınlanmamış (altını çiziyorum: yayınlanmamış) romanından çalınmış olduğunu iddia etmişti. Dava bile açtı” derken yazar Buket Uzuner bu işi kimi yazarların bilerek isteyerek yaptığını söylüyor.
Müzik yazarı Cumhur Canbazoğlu ise artık söyleyecek yeni söz, yeni nota kalmadığını söylüyor ve “2011 senesinde özgün bir şey yapmak yaratmak çok zor, anlayışla karşılamak lazım” diyerek her eserde benzerlik bulma sevdalılarına kısaca “Uğraşmayın” diyor.
Farklı görüşlerle intihal meselesi, aşağıdaki gibi…
‘Gerçek yazar, bırakın başkasını, kendisini tekrar etmekten bile korkar’
Pınar Kür – Yazar
Bilimsel eserlerde intihali kanıtlamak kolaydır, ama intihal yaptığı belirlenenler, hatta bu konuda resmen özür dileyenler bile Milli Eğitim Bakanı, ÖSYM başkanı falan olabiliyor, o da başka.
Edebiyatta intihali ispatlamak zordur. Çünkü ‘konu benzerliği’ ile ayırt etmek gerekir. Örnekse Homeros’tan bu yana kocasını aldatan sonra da intihar eden ya da korkunç bir hastalıktan ölerek cezasını bulan kadınların öyküleri yazılır. Ancak, Tolstoy’un büyük eseri Anna Karenina’nın, Flaubert’in Madame Bovary’sinden çalıntı olduğu gibisinden bir iddiaya dünya edebiyat tarihinde rastlanmamıştır. Örnekler çoğaltılabilir. Öte yandan, Türkiye’de adı biraz sivrilen kişilere iftira ederek kendi adını duyurmaya çalışanlara sık rastlanır. Yıllar önce ben, Türk edebiyatının yükselen yıldızıyken, adını duymadığım, yüzünü görmediğim bir adam Benim 500 küsur sayfalık ‘Bitmeyen Aşk’ ımın kendi yayınlanmamış (altını çiziyorum: yayınlanmamış) romanından çalınmış olduğunu iddia etmişti. Dava bile açtı galiba, ama tabii kaybetti.
İskender’i okumadım ama herhangi bir intihal vakasıyla karşı karşıya olduğumuzu sanmıyorum. Gerçek bir yazar, değil başka bir popüler yazarı taklit etmek, kendi kendini tekrar etmekten bile korkar.
‘Birisini intihalle suçlamak, intihalin kendisi kadar çirkin bir tavır’
Buket Uzuner – Yazar
Sağduyusu olan bütün yetişkinler ve doktorlar insanın ergenlikten gençliğe geçerken yaşadığı o çok yalnız ve zor dönemde sağlam deniz fenerlerine, şimdiki deyişle ‘rol model’lerine ihtiyacı olduğunu bilir ve söyler. Bu yüzden iyi yazarların pek çoğu ilk eserlerinde kendilerinden önceki usta yazarlardan etkiler görülür. Zaten olgunluk dönemlerinde bunu çoğu kez kendi gençliklerine şefkatle gülümseyerek açıklar, etkilendikleri ustalara şükranlarını dile getirirler. Benim ilk yazdıklarımda Attila İlhan, Yaşar Kemal, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, hatta Dostoyevski etkileri vardır mesela… Ancak “bir kişinin eserinden, başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanmak ” anlamına gelen İntihal (Plagiarism) resmen hırsızlıktır. Bizim kültürümüzde daha çok akademik tezlerde kanıtlarıyla ortaya çıkan bu hastalıklı durum, ne yazık ki, uluslararası akademik camiada bize çok kötü bir etiket olarak yapışmıştır.
Ancak intihalle birini haksızca suçlamak da intihalin kendisi kadar çirkin bir tavırdır. Her ikisi de tehlikelidir ve bence mutlaka ifşa edilmelidir ki, ne iftira ne de hırsızlık ucuz başarılara örnek olmasın! Bir de reklam amacıyla böyle söylentiler çıkartan Amerikalı yazarlardan söz edilir… Günahı, günahı işleyenin boynuna!
‘Tamamen özgün bir şey yapmanız için dağda yaşamanız lazım, etkilenmek çok normal
Cumhur Canbazoğlu – Müzik Yazarı
‘Güneşin altında söylenmeyen şey kalmadı’ diye bir klişe var ve o doğrudur. Şu anda dinlediğimiz birçok şarkı birbirinin benzeridir. Zaten bir sürü besteci der ki: ”Bu albümü yaparken birkaç ay herhangi bir şey dinlememeye özen gösterdim ki etkilenmeyeyim.” Çünkü dinledikleriniz bir şekilde kulağınız bir köşesinde kalıyor. Bu konuda kişinin yapabileceği bir şey de yok. Kötü niyetli insanları boş verdim de iyi niyetli insanların bile bu duruma düşme riski var. Müzikte çeşitli mezürler var, şu kadardan fazlası intihale giriyor, şu kadardan azı girmiyor diye. İntihal limiti gibi bir sınır var diyebiliriz. Ben o sınırı aşanları da suçlamıyorum, bu olur. Kafanızın köşesinde bir melodi kalır, aynısını yaparsınız. Birçok şey yorum gibidir. Farklı farklı yorumlardan bahsedilebilir, artık özgün bir şeyler yaratmak çok zor. Artık yapılanlar yapılmış, olay artık endüstriye dönüştüğü için kitapta da, sinemada da, müzikte de sürekli yeni bir şeyler yetiştirmek zorunda olduğunuz için her şey fabrikasyon şeklinde gelişiyor. Yapılanlar hep eskiden bir şeyleri yeniden yorumlama gibi… Oradan biraz, oradan biraz… Bu olur. Özellikle 90’lı yıllardaki pop şarkılarına ben “makyaj yapılan şarkılar” diyordum. Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, Romanya’dan, Azerbaycan’dan, Arabistan’dan bir şey alıyor ve onları bir araya getirip hoş bir şarkı yapıyor. Biz de bunu özgün beste diye dinliyoruz.
Bazen bu eleştiriler bir linçe dönüşebiliyor. Bugün de Elif Şafak’ı ele aldılar ve onunla ilgili gündem yaratılıyor. Esasen bu durum Peyami Safa’lardan beri olan bir mesele. Bu sadece sanat için de geçerli değildir, mesela üniversite hocalarının yazdığı tezlerde de benzer durumlar yaşanmaktadır. Hepsinde bu olay normaldir. Sinemada da birçok sahne ünlü filmlerden alınmıştır ya da en azından o sahnelerde o filmlere öykünülmüştür. Çünkü herkes müthiş sanatçı müthiş yaratıcı değil. Ayrıca mesela yaratıcı olsanız dahi o zaman da meydana sadece 30 tane film çıkacak ama 1000 tane film istediği için oradan buradan esinlenerek yapılan filmler de var. Yani sanatkarların yanında zanaatkarlar da var diyebiliriz. Onlarda bir şekilde bu müthiş tüketimi dengelemek için bu tür yollara başvurabiliyorlar.
Herkes bir başkasından etkilenebilir çünkü hayatta sürekli antenler açık bir şekilde yaşıyoruz. Kişinin tamamen özgün bir şey yapabilmesi için bir dağda yaşaması lazım. Ayrıca mesela bir kitap yazarken dinlenilen bir şarkı bile yazarı etkiler. Ressam bir şey çizerken bir yapıt dinler ve fırça darbelerinde değişiklik olur vb. Bu bir etkileşim meselesidir. Tüm bunlar bilinçaltına yerleşen şeyler. Sanat bir endüstriye dönüştüğü için bunu bilinçli olarak yapanlar da var, bilinçsiz olarak etkilenip yapanlar da var. Biz hepsine aynı muameleyi yapıyoruz ama bu doğru değildir, hepsine aynı muamele yapamazsınız. 2011’de çok çok özgün bir şey yapmak, yazmak, üretmek çok zor.
Yalın’ın ‘ah be kardeşim’ şarkısının klibi var, o da yürüyor bu da yürüyor ne yapsın yürümesin mi? Mirkelam bir kere koştu artık koşulamayacak mı? Adam zaten zar zor albümünü çıkarıyor, klip yapmaya zorlanıyor, orada hoş bir fikir buluyorlar onu adapte ediyorlar. Zaten bu ülke yıllarca aranjman dinledi. Ajda Pekkan’ın da mesela son yıllara kadar bir sürü şarkısı aranjmandı. Biz onu da seviyoruz hatta baş tacı ediyoruz. Bence saygı göstermek gerekiyor.
Haber kaynağı: Hande Köseoğlu hkoseoğlu@haberturk.com Habertürk