Ayaklı Dikiş Makinesi ve Annem
O zarif, o antika dikiş makinasından sadece kumaşlar geçmedi. “Hayat”lar geçti aslında.
Sahi…
Bir dikiş makinasında kaç hayat saklı…
O yüzdendir belki de şu resmi görünce burnumuzun direğinin böyle sızlaması..
Sadece bir makine değildir gördüğümüz çünkü…
Fonda çalan Türk Sanat Müziği şarkılarıdır.
Koridordan koşarak gelip, ‘Kolay gelsiiiin’ diye bağıran kendi çocuk sesimizdir.
Evdeki yemek kokusu,
ne bileyim,
kakaolu muhallebi veya patlıcan kızartması kokusudur burnumuza çalınan..
Her ne dikiliyorsa, onu giyeceğimiz mekanın ve olayın heyecanı, yürek çarpıntısıdır.
Çekmesin diye küvette suya basılmış, sonra da bir güzel yıkanmış,
mis gibi sabun kokusudur o kumaşların…
Narin, üstü işlemeli dikiş makinasının şıkır şıkır, tıkır tıkır senfoni gibi müziğidir.
Kenardaki sehpada duran rengarenk düğmeler, iplikler, sutaşlarıdır…
O çocuk aklımızla nefret ettiğimiz, bir türlü sabit durmayarak annemizi, anneannemizi çıldırttığımız provalardır.
Dudaklarının arasına sıkıştırılmış toplu iğnelerin arasından şefkatle karışık kızgın bir sesle yediğimiz fırçalardır:
‘Aa! Bi dur evladım!’
Isınmış ütü kokusudur.
Bitmiş kıyafet ütülenirken,
çıkan o tıs tıss sesi sabırsızlıkla beklemektir.
Evdeki dikiş makinası, aile tarihidir aslında.
Sevginin ta kendisidir…
Bir bardak çay,
Biraz müzik kırıntısı,
Biraz hüzün
Ve geçip giden kocaman
bir ömür…
İşte hepsi bu..
ALINTIDIR