ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Ankara’da Antalya’lı Olmak | İbrahim Uysal

12.05.2022
365
A+
A-
Ankara’da Antalya’lı Olmak | İbrahim Uysal

Yıllar önce, ilk Ankara’ya öğrenci olarak geldiğimde pek bir şey anlamamıştım. Bu belki de Üniversiteli olmanın büyüsü gözlerimi kamaştırıp; bir de akrabam Mustafa’nın, barıma işini ayarlayıp, bana keyif çıkarmaktan başka bir şey bırakmadığından olabilirdi.

Sonra, yıllar su gibi akmış, birlerinin yaşamlarını dokunur, bir şeyler becerir olmuşsun, kişiler de sana bir başka gözle bakmaya başlamışlar.

O yıllar gerek kişisel, gerekse de erkek olmanın avantajları ile hiç bir şey sorun olmuyor, olsa da bir şekilde çözülüyordu.

Asıl Ankara’da Antalyalı olmanın ne demek olduğunu Antalyalılar Derneği Başkanı olduğum zaman anlamıştım.

Antalya’nın bir görünen, bir de görünmeyen yüzü, yönü vardı; yaşamayanın ve yüreği, vicdanı olmayanın anlayamayacağı…

Pek dile getirilmez, farkına bile varılmaz ama Ankara’ya öğrenci olarak gelmenin değişikliği, sadece kışın kar yağması, ayazı değildir, bir de yalnızlığı, kimsesizliği yaşarsın. Antalya’dan Ankara’ya gelince bir gariplik, mahzunluk çöker üstüne.

Üzülerek görüyorum ki ülkemde yaşam, her sene bir önceki seneyi aratır olsa da yine de yaşamak gerekir “ele güne karşı.

Bu ülke, her şeyi ile çok gariptir. Genci için de yaşlısı için de… Özellikle öğrenci olanlar için yaşanan sorunlar,  kızlar için ayrı, erkekler için bir başka ayrıdır.

Bir Cumartesi günü dernekte odamda oturuyorum, “başkan burada mı?” deyince, arkadaşlarım da odayı göstermiş.  Açık kapıdan akça pakça minyon bir kız çocuğu girdi.

Buyur oturun dedim.  Naifçe, “apıyı kapatabilir miyim?” dedi. Belli ki konuşacağı özel bir konusu var diye düşündüm.  “Buyurun,” dedikten sonra oturdu. Antalya’nın neresindensin, nerede okuyor ve nerede kalıyorsun sorularından sonra bir sessizlik oldu. Boğazım düğümlendi ve ona sordum.

“Bir şeye ihtiyacın ya da yapmamızı istediğin bir şey var mı?”

Antalyalı olmak ile “Ankara’da Antalyalı” öğrenci olmanın dramı işte burada başlıyordu.

Sahil köylerinden birinden geliyordu. Aile, Ankara’da Üniversite kazanan kızlarının cebine kendilerince baya yüklü bir para koymuşlar ki benzer şeyleri kız, erkek demeden bir hemşerimizde görüyor ve yaşıyorduk.

Haritaya bakınca ülke tek parçadır,  ama aynı şehrin merkezi, kenar mahallesinden köyüne kadar da iç içe binlerce parçadır.

Çay, köy kahvesinde bir lira iken, kasabada bir bucuk lira, ilçede iki lira, şehre gelince de fiyatlar alır başını gider.

Ve herkes de yaşadığı yere göre bir bütçe yapar. Kendisi için de çoluğu çocuğu için de… O yüzden yaşadığı yere göre oldukça büyük miktarda para ile geldiğini düşünen öğrenci, Ankara’da yaşamaya başlayınca, yaşamın “kaç köşe bucak olduğunu” öğrenmeye başlar.

Farklı kültürlerden gelen genç olmak kolay değildir

Arkadaşların gibi olmak isterken, karizmayı çizdirmemek için giysiden günlük harcamalarına kadar her şey bir dert olur çıkar. Devlet yurdu çıkanlar için bir şanstır ama oraya da “depozitoü,”yurt aidatı, bir de arkadaşları ile sosyalleşmek için Kafelere oturdun mu paralar erir gider.  Sonunda üzdan boşalınca anlarsın..

Antalya güzel ve şanslı bir şehirdir de Antalyalı için aynı şeyleri söylemek zordur. Zeybek oynar gibi tek başına çekersin dünyaya restini. “Kir isen pak gibi, aç isen tok gibi…”

Antalya’ya yurdun dört bir yanından gelenler, bu açıdan çok şanslıdırlar. Hemencecik küçük bir koloni oluştururlar; dernek, vakıf, çay evi benzeri bir yerler açıp dayanışmaya başlarlar.

Gurbete ilk çıkanlar için her şey bir derttir. Dertleşeceğin bir arkadaşın, borç alacağın bir tanıdığın henüz yoktur. Utana sıkıla bir arkadaşın ile dertleşirken; dertleştiğin özellikle de Doğu, Güneydoğu, iç Anadolu ve karadeniz yörelerinden ise bu tür sorunlarını, köylerinin bile derneklerinin, vakıflarının hatta hayırsever iş adamlarının olduğunu söyleyip, bu tür sorunlarının nasıl çözüldüğünü anlatırlarken, iç çeke çeke dinlerler. Doğal olarak Antalya derneği, vakfı ararlar.

Erol Öcal, Ali paşam, Süleyman Sarıkaya gibi kapıları Antalyalılara ve öğrenciler hep açık ağabeylerim, bana bu yüzden dernek başkanı olup bir “Antalyalılar Evi” açmamı istemişlerdi. Artık bana söz düşmez idi, gerekeni yapamalıydım.

Bugün Dışişleri Bakanı olan Mevlüt Çavuşoğlu, çok genç yaşta kaybettiğimiz Vali Veysel Dalmaz başta olmak üzere bir çok hemşerimiz ile o dönemin Antalya Belediye Başkanı Dr. Bekir Kumbul, CHP, ANAP, DYP Milletvekillerinin de katkıları ile Ankara’da Antlayalılar Evini açmıştık.

Antalya’dan Ankara’ya işleri için gelenlerin, öğrencilerin her türlü sorununa bir çözüm üretiyorduk ama derneğin maddi bir olanağı olmadığından, öğrencilerin ya da Ankara’ya bir şekilde gelmiş ama parasal sorunu olan hemşerilerimizin dertlerini ya kişisel olarak ya da Erol Öcal, Süleyman Sarıkaya, Av Baha Erken, Av Yusuf Rıza Çolak gibi hemşerilerine “can feda” diyen ağabeylerin katkıları ile sorunları geçici olsa da çözüyorduk.

Hafta başında, arkadaşlar ile Mülkiyelilerden bir toplantıdan çıktıktan sonra Yüksel Caddesinden geçerken, ayazda beton duvarlara yaslanmış öğrenci kılıklı gencecik kızlar vardı. Ankara’nın dondurucu ayazında, öylece etrafa bakınıyorlardı!..

İzmir Büyükşehir’in önceki Genel Sekreteri Ersu Hızır ile göz göze geldik. Aynı çaresizlik ile yutkunarak yanlarından geçtik. İçim “cızz ederek…”

Ne çok kimsenin yaşamlarına Ağabeylerimiz ile birlikte dokunduğumuzu anımsadım. İçin burkuldu, duygulandım ve memleketin gençlerinin sahipsizliğine, harcanan ömürlerine bir kez daha üzüldüm.

Yıllar önce bir kitapta okumuştum; “İnsan plan yapar, Yanrı/kader gülermiş” benzeri bir sözü,  günümüz dünyası için “insanlar ya kendi kaderlerini yaparlar/yazarlar ya da seçerler. Bununla da başkalarının yaşamlarının içine ederler” diye.

Bir kez daha düşündüm; acaba yaşanan iyi ya da kötü her şeylerde, bizim de ne kadar “dahlimiz, katkımız var” diye!..

İnsan, “düşünen” değil mi?

….

 

ibrahim uysal
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.