Dolar 34,4910
Euro 36,3975
Altın 2.965,97
BİST 9.261,52
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 19 °C
Çok Bulutlu

Ankara Ankara Bahtı Kara | İbrahim Uysal

19.09.2022
309
A+
A-
Ankara Ankara Bahtı Kara | İbrahim Uysal

Ankara Cadde ve sokakları gündüzleri, ayak izleri üst üste yığılarak uzar gider. Geceleri ise, siner yaslı yorgunluğu ile kuytulara.

Birlik mahallesi, Zirvekent dolayları…

Gece yorganını çekmiş üstüne, sokak lambalarının ve ay ışığının aydınlattığı cadde ve sokaklar neredeyse bomboş. Tek tük işinden gelip gidenler, bir de çöp toplayıcıları var ortalıkta, gecenin ıssızlığına dokunan.

Büyük bir sitenin kapısından telaş ile çıkan orta yaşlı bir kadın, ıssız sokaklardan otobüs durağına doğru çantasına sarılarak yürüyor ve görebildiği hareket eden tek şey karton toplayan çocuklar idi.

Kirli elli, yüzlü çocuklar eskiden güneydoğunun Kürt çocukları idi, şimdi ise orta doğunun “özgürleştirilen” aç, açık ve sefil Suriyeli çocuklar idi. . Yoksulluk ve sefalet, oralarda da kapı komşusu idi, buralarda da… Sadece tercih, çöp baronlarının kimi seçeceğinde idi. Tabi ki, kim daha ucuz ise, en gözde o idi.

İki çocuk karton ve pet atıkları toplarken bir yandan da etraflarına bakıyorlardı. Telaş ile otobüs durağına giden kadının gözü ise gelecek belediye, halk otobüslerinde idi. Mübarek olasıcalar, vakit gençleştikçe, ne bulunmaz olurlar ki, sormayın gitsin.

Atık toplayan çocuklardan birisi büyük bir umut ile kadına doğru koşuyordu. Kadın ise çocuğu görmüş, duyduğu, okuduğu hikâyelerin etkisi ile çantasına bir az daha sarılmıştı. İçinden, koşarak gelenin kendisine saldıracak, çantasını kapıp gideceğinden hiç şüphesi yoktu.

Çocuk kadına bir kaç adım ötede durdu ve Arapça bir şeyler söyledi. Kadın eli ile anlamadığı cümlelere yok, yok diyerek yanıt veriyor ve çocuğun yaklaşmasını istemiyordu.

Her ikisi de kaldırımda durmuştu. Çocuk, sadece ekmek yok, açım diyebiliyordu.

“Aç” sözcüğü, çocuk ile kadını göz göze getirdi. Henüz 8-9 yaşlarında çelimsiz bir çocuktu, kadının korktuğu.

Birden düşündüklerinden, kendinden utandı. Küçücük bir çocuk ve aç. Ama çocuk çoktan geri dönüp koşarak gidiyordu.

Utandı kendinden. Aç bir çocuğa yaptıklarından. Yine de çantasını açmaya cesaret edemiyordu. Elini mantosunun cebine attı ve belki otobüs için gerekli, olur diye bulundurduğu demir paraları buldu cebinde.

Çocuğa var olan gücü ile bağırdı. Gel. Gel diye. Çocuk, gelip anladı mı bilinmez ama sese kulak vererek kadına kadar geri koştu. Kadın da cebinde ki bir kaç lirayı çocuğa verirken, çocuk ile göz göze geldi. Halsiz, bitkin gözler ile kadına minnet ile bakıyordu.

Kadın, kendisine saldıracak olma düşüncesinden, bu yaşta bir çocuğun aç-bilaç çalıştırılıyor olmasından ve de verdiği, ancak bir kuru ekmek alınabilecek paradan utandı. Utandı, utandı…

Keşke daha fazlası olsaydı cebimde, diye düşündü. Oysa çocuk parayı alıp çoktan uzaklaşmıştı bile.

Kendi korkusu, çocuğun aç gözler ile yalvarır ve çaresiz bakışı geldi aklına. Bir kez daha utandı. Kendinden. Olanlardan ve utanmaz insanlıktan.

Yaşlı gözler ile bir otobüse bindi. Yarısı dolu otobüsün yolcuları… Nasıl olsa son binen kadınının ağlayan halini çok merak etmişlerdi. Dolana dolana sokaklar arşınlanacaktı.

Kadın etrafına bile bakmadan yüzünü, gözünü sildi. Çantasında taşıdığı su şişesinden bir kaç yudum içti. Yanına oturduğu iyi giyimli esmer kadın, aksanlı şivesi ile kadına ne oldu diyebildi.

Birisi ile bir şeyler paylaşmazsa ölecek gibiydi. Konuşmasından yabancı olduğu belli olan kadına olanları anlattı.

Birlik mahallesi, Kızılay yolu ne kadar da uzakmış meğer. Yabancı genç kadın savaş ve karışıklar sebebi ile ailesi ile Suriye, Halep’ten kaçanlardan idi.

Halep’de varlıklı bir ailenin kızı iken savaş ve karışıklar sebebi ile her şeylerini kaybetmişlerdi. Şam üniversitesinde de mühendislik bile okumuştu. Ama burada, ancak bir şirketin çay, kahve gibi ayak işlerine bakıyordu.

Yol boyunca Halepli kadın anlattı da anlattı. Konuşacağı ne çok da şeyi vardı, ama yol bitmiş, kadın ineceği durağa gelmişti.

Para verdiği çocuğun gözleri, kadının anlattıkları ve Şam ve Halep ile ilgili bildiği, duyduğu sözler aklına geldi.

İndiği duraktan, evinin kapısına kadar bir kez daha ağladı.

Ah be orta doğu, aklımızı, paramızı, her şeyimizi alıp, yollarda biri birimizden korkar olduk. Aç, sefil bırakmak mı senin görevin bizi?

Halep’te başka bir acı, Halepli ile Ankara’da başka bir acı.

–Sonra bir türkü geldi aklına.

“Acılar bizi tez büyüttü, /genç olmuşum şu dünyada ne fayda” diyerek kapısını açtı, evine girdi ve koltuğunun üstüne mantosu ile kendini attı.

Uyanıp, televizyonu açtı. İçinin biraz daha acımaması için sabaha kadar uyudu, uyudu uyudu.

Bu sefil dünyada bir daha uyanmamak istercesine….

ibrahim uysal
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.