ANA | Erhan Tığlı
ANA İÇELİM ŞEFKAT PINARINI KANA KANA
Ana, anne…Bizi dünyaya getiren,
besleyip büyüten, üstümüze kol kanat geren kutsal varlık, bize göstermemek için
darlık yemeyip yediren,içmeyip içiren dişi,
çocuklarıdır bütün duygusu, düşünce ve de işi. Ne kadar büyürsek büyüyelim, ana
kucağını özleriz, ondan çok uzaklarda olsa bile, ona kavuşmak için can atarız.
Atasözü ve deyimlerimize girmiştir, belleğimizde yer etmiştir o. Ana yol,
anayasa, ana fikir, ana yurt, ana vatan deriz, bir yerin çok kalabalık oluşunu
ana baba günü diye belirtiriz. Kısmetli kişileri anası kadir gecesinde
doğurmuştur. Çırılçıblak yerine anadan doğma sözcüğünü kullanırız. Kötü kişiler
bizi anamızdan doğduğumuza pişman ederler. İyilere hakkımızı anamızın ak sütü
gibi helal ederiz.
Çektiğimiz çileyi, “anamdan emdiğim süt
burnumdan geldi” diye belirtiriz, “anam ağladı” deriz. Açıkgözler anasının
gözüdür, anasının ipini satmıştır. İnsafsız satıcılar anamızın nikâhını
isterler. Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz! Ağlarsa anam ağlar, gerisi
yalan ağlar. Bilgisizlik kötülüğün annesidir. Kabadayılar kadınlara “anam” diye
laf atarlar, “anam babam” diye konuşurlar. Kaçanın anası ağlamazmış. Terbiyeli
kızlar “ana kuzusu”, hafif kızlar anasının kızıdırlar. Kızların nasıl
olduklarını öğrenmek isteyenlere, “anasına bak, kızını al, kenarına bak; bezini
al” derler. Kimi kişiler, “anam avradım olsun ki” diye yemin ederler. Korku
şiddetin anasıdır. Kimi ana öz, kimi de üveydir. Ana dilimiz Türkçedir. Ana
yurdumuz da Anadolu! Kaynana sözcüğü kayın ve ana sözcüklerinden türetilmiştir.
Denizlerde denizanası vardır. Çocuk olduğu
zaman, “Allah analı babalı büyütsün” dilleğinde bulunuruz. Sütü kesilen anneler
sütanne tutarlar, çocuklar çok sevdikleri, ikinci bir ana olarak gördükleri
kişilere cicianne derler. Soyu sopu belli olmayanlara, “anası belli, babası
elli” denilir. Dokuz anası olan sütten, dokuz karısı olan bitten
kurtulamazmış.” Bir anne dokuz çocuğa bakarmış da dokuz çocuk bir anneye
bakamazmış” Bu da hayatın acı bir gerçeği… Doğan Cüceloğlu, “İnsanın
anavatanı çocukluğudur” diyor. Tahsin Saraç, “Ana Öğüdü” şiirinde şunları
yazıyor: “Çiçekleri ezme yavrum/ Çiçek bir yüreğe benzer/ Çiçek ezen insan
ezer”.
Abraham Lincoln, “Okuduğum kitapların en
güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, söyleyeyim, annemdir”, Ostrovski,
“Anneler her şeyi görmeseler de kalpleriyle duyarlar”, Rajneesh, “Bir çocuk
doğduğu anda, bir anne doğmuş olur” diyerek annelerin çeşitli özelliklerini
vurguluyorlar. Bir çocuk şarkısında anne sevgisi şöyle anlatılıyor:
“Anamız başımızda/ Her övün aşımızda/Ananın
emeği var/ Bütün her işimizde/Gelin çiçek derelim/ Yollarına serelim/Sevgi dolu
türkülerle/ Annemize verelim.”
***
Kimi ana oğluna kimi de kızına düşkündür Böyle
iki ana yolda karşılaşmışlar, hal hatır sormuşlar, çocuklarında söz etmişler.
Birinci anne, “Oğlum hiç de mutlu değil, demiş. Gelin pek iş yapmıyor, oğlum
ona yardım etmek zorunda kalıyor. Hiç rahatı yok!”
İkinci anne, “Benim kızım çok mutlu, diye
konuşmuş. Damat ev işlerine yardım ediyor. Kızımın elini sıcak sudan soğuk suya
değdirmiyor”
Kimi kızlar çok nazlıdırlar. Böylelerine göre
bir türkümüz var:
“Silifke’nin yoğurdu/ Ah seni kimler doğurdu/
Seni doğuran ana/ Bal ile mi yoğurdu?/
Anası pilav pişirir/ Oğlu durmaz aşırır…”
Bir başka türküde delikanlı kıza olan aşkını
bakın nasıl anlatıyor:
“Yoğurt koydum dolaba/ Bugün başım kalaba/ Seni
doğuran ana/ Olsun bana kaynana.”
Annesi çocuklarına meyveleri paylaştırmış.
Çocuklar onun ne yiyeceğini sormuşlar. Anne şöyle demiş: “Anneniz taş yesin,
birerden beş yesin!”
Her şeyin en iyisini almaya, kendine ayırmaya
çalışanlara, “senin ana güzel mi?” diye sorarız. Kimi kişiler ananın örekesini
sövgü sanır. Oysa öreke Anadolu kadınlarının örgü örme aracıdır. Özentili
kişiler ana, anne sözcüğünü beğenmezler de, Arapçadan gelme valide sözcüğünü
kullanırlar. Eski edebiyatımızda anne yerine Farsça “mader” de kullanılmıştır.
Namık Kemal bir şiirinde: “Düşman dayamış vatanın bağrına hançerini/ Yok imiş
kurtaracak bahtı kara maderini” demiş, Atatürk, “yok imiş” sözcüğünü silip
yerine “bulunur” yazmıştır.
Gelin roman okumaya meraklıymış Hiçbir iş
yapmaz hep roman okur dururmuş. Bütün ev işlerini damadın yaşlı annesi yapar ve
çok yorulurmuş. Geline bir şey diyemezmiş. Bir süre sonra, gelini iş yapmaya
mecbur etmek için bir çare düşünmüşler, aralarında bir plan yapmışlar.
Delikanlını eve gelme saati yaklaşınca kadın eline süpürgeyi almış, etrafı
süpürmeye başlamış. Oğlan eve gelip annesinin iş yaptığını, gelin hanımın roman
okuduğunu görünce süpürgeyi annesinin elinden almaya çalışmış, “Ne yapıyorsun
anne, diye bağırmış. Gençler dururken sana iş yapmak yakışır mı? Ver, ben
süpüreyim!”
Annesi itiraz etmiş: “Bu, kadın işi oğlum.
Erkek eline yakışmaz” diyerek süpürgeyi vermek istememiş. Çekişmeye
başlamışlar. Gelin roman okumayı sürdürüyor ve hiç istifini bozmuyormuş ama
tartışma uzayınca rahatsız olmuş, elinde kitabı yere atıp öfkeyle:
“Sizin yüzünüzden iki satır okuyamadım. Bunda
çekişecek ne var? Aranızda iş bölümü yapasınız, bir gün annen süpürür, bir gün
sen süpürürsün” diye yol göstermiş!
İki kadın da çocuğun annesi olduklarını ileri
sürüyorlarmış. Hazreti Süleyman’ın huzuruna çıkıp iddialarını sürdürmüşler.
Öyle bağırıp çağırıyorlarmış ki sultan hangisinin gerçek anne olduğunu
anlayamamış. “Madem çocuğu paylaşamıyorsunuz, öyleyse ortadan ikiye böldüreyim
de yarısını biriniz, öbür yarısını da öteki alsın” demiş. Kadınlardan biri
ayaklarına kapanmış, “Yavruma bir şey yapmayın. Ben hakkımdan vazgeçiyorum”
diye ağlamış. Sultan, “Yavrunun kesilmesine dayanamadığına göre gerçek anne
sensin” demiş.
Er, annesinin hasta olduğunu belirterek izin
istemiş ama komutanı vatanın da annesi olduğunu söyleyerek izin vermek
istemeyince şöyle demiş: “Komutanım, vatan annemizin birçok oğlu var, ben
yokken onlar da bakabilir. Oysa memleketteki annemin benden başka oğlu yok!” Bu
cevap komutanın hoşuna gitmiş, izin vermiş.
Komutan erlere “vatan nedir?” diye sormuş.
Mehmet, “Vatan anamdır” demiş. Komutan Ahmet’e de sormuş aynı soruyu. Yanıt
şöyle: “Vatan, Mehmet’in anasıdır komutanım!”
Anne kocası ölünce bir daha evlenmek istemiş.
Oğlu, “Gene mi?” diye sorunca annesi boynunu bükmüş: “Ali, Veli, üç de ondan
evveli, Şaban, Recep, Ramazan, bir de rahmetlik baban! Ah oğlum ah! Koca mı
gördü senin anan? “ diye dert yanmış kadıncağız.
Oğlan anasıyla kız anası çekişir dururlar. Bu
konuda şu sözler vardır: “Oğlan anası, kapı arkası; kız anası minder kabası.
Oğlanınki oğul balı, kızınki bayır gülü. Oğlan anası az yer, kız anası kaz yer.
Oğlan anası alıncaya kadar yalvarır, kız anası ölünceye kadar…”
Arif Nihat Asya, “Anne” adlı şiirinde bir
annenin ağzından : “Kolun kanadın ben oldum…/ Dilin dudağın ben
oldum!/…/Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim…/Gün oldu, kırdın/ İncinmedim:/
İlk oyuncağın/ Ben oldum yavrum./ Son oyuncağın ben oldum!” diyor.
Bir Polonya atasözü, “İlkbahar bir genç kız,
yaz bir ana, sonbahar dul, kış da üvey anadır” diyor. “Allah her yerde
olamayacağı için anneleri yarattı.” Duvaryer’e göre, “Tarih toprağın anası
olduğu kadar kızıdır da!..” Necip Fazıl Kısakürek, “Kaldırımlar” şiirinde,
“Kaldırımlar ızdırap çekenlerin annesi” diye yazıyor.
Anneler meleğe benzetilirler. Bence anneler
bize meleklerden daha yakındır. Onlar sunar şefkat pınarını çocuklarına, içelim
diye kana kana. Zamanında değerini bilmezsek, iş işten geçtikten sonra arar
dururuz boşu boşuna. Yokluğu eksiltir kişiyi, varlığı can katar cana. Bir bahar
yeli eser ondan bize mutluluktan yana. Hiçbir karşılık beklemeden, içinden öyle
geldiği için sevgi bahçesinden bir demet çiçek sunar çocuklarına. Ne kadar
teşekkür etsek azdır ona. Hadi gelin, sadece anneler gününde değil, her gün
öpelim ellerini, güldürelim yüzünü, soldurmayalım karanfillerini, güllerini.
Erhan Tığlı-erhantigli@mynet.com
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Çiçekler hoşa gider
takdir eden olmazsa
emekler boşa gider
içinde dostluk yoksa
o aşk tez çabuk biter