ALTIN KAFES / Mustafa Söylemez
Uyandım bir sabah altın kafestesin
Nasıl yürür bakışların dal uçlarına,
Günışığı dalar gözlerindeki sislere
Bir gölge düşer telden kafesime.
Olmasa şu yoksulluk
Bir dalda iki kiraz olacak ellerimiz.
Kırarım kafesimi şaşkın bakışında
Elimde senden çaldığım keman
Venüs bölünür ikiye,
Ağlayıp öleceğim belki;
Altın kafesinin uzak dışında
Yanaklarına değer gözyaşlarım.
Yine beni unuturdum orada
Telden kafesime kuşlar konarken
Sen de yoksun kafesinde
Birileri beni arar kafes boş,
Gözlerinde güneş çırılçıplak.
Suya değdi o altın kafes
Seni gördü orada binlerce göz,
Oysa yoktun hiçbir nesnede.
Kirazlardan, eriklerden bir güneş doğdu
Çıplak güneşler uzattı göğsünü
O güneş uzatmadı dudaklarını,
Dinlerken ayak seslerimi gün tutuldu.
Bir ev vardı anlamın soyut yokuşunda,
Gözlerin öylesine güzelleşti ki, altın kafeste
Kimse görmedi
Yıldızlar nasıl odun taşırken güneşe,
Gözlerinin kuytusu bana pınar kazdı
Kaçak bir ses düşsün diye içine.
Güneş dindi gerçek kıpırdadı
Nesne yoktu
Seslerse tutsak
Özne kaldı soluksuz,
Kafesini yitirmiş ben yok, sen yok
‘’O’’ olmuştu özne.
MUSTAFA SÖYLEMEZ