Günün Hikayesi | Altı Üstü İnsan İşte | Gülüm Çamlısoy
İnilti benzeri bir farkındalık, kıskacına aldığı havayı daha da daraltıyor; dar alandaki geniş ölçekli paslaşmalar hayata hafife almışlığın iz düşümü adeta.
Kuramlarda sakıncalar yüklü aslında her varlık özünü keşfetmek adına köz olmayı erteliyor aklınca.
Kurunun yanında yanan yaşın yasıyım, dercesine gölgeli bir sahanlık ve görünmezliğin kalesi bir bir ifa ediyor içindeki mekanizmayı.
Kirli ellerinde doğanın; zamansız terk edişlerinde hayatın belki de en ufak bir kusur bulmamak adına insanın tüm uğraşı.
Manivelası kayıp ruhun.
Dipçiği derinlerde ufkun.
Şeceresi olmayan bir satır adeta hayatın gazabı ve adabıyla yaşarken insan, erdem sahibi olmak neymiş gösteriyor bir diğerine.
Gölgesi de silik Muhittin’in ve bir ayağı diğerine uyum sağlamak adına hızlıca ve beceriksizce iniyor merdivenleri her ne kadar ayakkabısındaki tabanlık ve özel imalat saklayacak gibi olsa da iki bacağı arasındaki santim farkını… illa ki burun kıvıranlar oluyor hele ki şunun şurasında dumanı üzerinde o üniversite diploması her kapıyı açacak olsa da… kapı açılıyor ansızın ve bodrumdaki dairenin ışıkları yanıyor.
Leyla Kadın yine yorgun ve bitkin aslında farklı bir şeyler var dilinin ucuna gelip de söyleyemediği. Nereden başlayacağını kestiremezken annesine fırsat vermeden atlıyor lafa Muhittin.
‘’Anne, üzülme karanlık diye. Fena mı işte; karanlığın tadını çıkarıyor hele ki o yorgun ruhlu CEO’lara da bol bol malzeme olmuşken.’’
Yanlış giden bir şeyler yok çok şey var yine de kimse diğerine lades deme üstünlüğü vermiyor.
Çamaşır suyu kokan ellerinin rengi değişse de aslında yüzü renkten renge giren ve konuya müdahil edilmişliğin verdiği rahatlıkla yanaşıyor yanına oğlunun bir de tırnak diplerine kayıyor gözü. Yeniş etleri ve kemirilmiş tırnakları ile…sahi mülakat sırasında kaymış mıdır gözleri o, o…
‘’Neydi evlat onların adı? Ce gibi bir şey dedin de aklımda kalmadı?’’
Gözlerini sık sık kırpıştırma adedi edinmişken açılıyor gözleri fal taşı gibi delikanlının.
‘’İblis…dersem az bile kalır da…boş ver ana, neyse ne. Önce adam olsunlar.’’
‘’Evlat, sen değil miydin o yetenek sınavında dereceye giren hem kim oluyorlar da benim yiğidime laf ediyorlar? Ne yani, az versinler de maaşını elleşmesinler senin huyun suyunla. Kibirli mahlukatlar. Neymiş dertleri, de hele de ben bilirim yapacağını. Hem…’’
İçi içine sığmıyor Muhittin’in.
‘’Eh, be anam, bu kadar mı sevgi dolu ve içten olur bir insan? Kıyamam ben anama. Hadi, sen geç banyoya ben de masayı açayım. Yeriz ana oğul. Gerçi bu gün brunch verdiler ama…içim almadı be ana. Vallahi de iyi oldu işe alınmadığım. Ne o öyle, her gün her gün o açık büfe ve yığınla yemek…neymiş efendim? Ara sıcak sonra hım…ha bir de latte mi neydi? Anam, bir güzel de çay demleriz yemekten sonra. Gel keyfim gel. Hem biraz dinlenir yarınki sınava hazırlanırım. Elbet okul birincisi oğlun bir iş bulacak. Hem demez misin sen; geç olsun güç olmasın. Ha, böbürlenmesin yöneticisi sitenin. Onun kızı bankacı olsa ne yazar? Bak, anam bak; kapı gibi diplomam var hem de iki yabancı dil. Ne demişler hem…’’
‘’Ne demişler oğul?’’
‘’Ananın hayır duasını al gerisini merak etme Allah’a bırak hem…’’
Yine balla kesecekti ki oğlunun lafını iki gözü iki çeşme ağlamaya başlamasıyla zehir olmuştu işte akşam yemeği.
‘’Kıyamam ben sana anam. Merak etme, ay sonu gelmeden elbet işe gireceğim sonra da tıkır tıkır ödeyeceğim tüm faturaları bir de…hah, şu taksit. Aslında apartmana ait o masraf ama…sanki zengin olacaklar 450 lira ile?’’
‘’Olsun. Verelim. Ben ufak ufak attım bir köşeye. Yarın da ek bir iş buldum ona gideceğim. Neresinden baksan 250 lira verirler. Taş atıp da kolum mu yorulacak?’’
Kapının çalması ile kesildi sözleri bıçak gibi. Kesinlikle bir ihtiyaç hasıl olmuştu kim bilir hangi dairede. Koşturup tam açtı ki kapıyı Leyla Kadın kimseye rast gelmedi kapıda. Belli ki yanlışlıkla çalınmıştı kapıları gerçi pek de yanlışlıkla kapılarına gelmezdi kimse ama. Kapı sesi duyunca seslendi oğluna.
‘’Ben bir çıkayım da girişe apartman kapısı açık kalmış mı bakayım. İti var uğursuzu var. Allah vere de biri ile karşılaşmayayım.’’
Muhittin canhıraş bir telaşla kalktı yerinden.
‘’Dur anam. Ben bakarım. Sen zaten…’’
‘’Yo, sen otur oturduğun yerde. Bak zaten bacağın da şişmiş. Dinlen ki yarına dinç git sınava. Bunca sene ben seni gözettimse bundan sonra da öyle…’’demesiyle bir hışımla çıkıştı genç adam.
‘’O kadar da uzun boylu değil hani. Kazık kadar adam oldum. Yok öyle her şeyi sana yığmak, anam. Az süre sonra herkes görecek nasıl sahip çıkıyor top…Muhittin anasına.’’
‘’Kimse demesin oğluma. Herkes kendi eksikliğine baksın. Ne olmuş yani; Allah seni öyle yaratmış. Güzel Allah’ım işine karışılır mı hem bak sen de herkes gibi hem de zıpkın gibi nasıl veriyorsun hayat mücadelesi. Kolay mı öyle tam burslu okuyup okulu birincilikle bitirmek. İsteyen vermesin iş. İsteyen kızını da vermesin…’’
Bu sefer kendi yarım bıraktı sözünü kadın. Dilinde tüy bitmişti ama hala oğlu kendinde illa ki bir eksiklik arayanları görmezden gelemiyordu.
Ufak tefek arazları da vardı da…ne olmuş yani; gözlerini ara sıra kırpıp tırnaklarını kemiriyorsa?
Hadi, oğul, aç ocağın altını. Ben bir etrafı kolaçan edip gelirim. Belli olmaz apartmandakilerin işi. Kim bilir hangi uğursuz geldi bastı zile?’’
Gecenin kundağını yapmadan ana oğul görevlerine dört elle sarılmıştı gerçi görev değil bu, bilakis anne-oğul aşkıydı. Bazen oğul annesine baba bazen anne, oğluna arkadaş oluyordu ve gerisi de geliyordu bir şekilde.
Yorgun geçen günler. Halsiz bedenler ve dermansız ruhlar. Nereye kadar diye asla sorgulamıyorlardı ne de olsa gelecekten ümitliydiler ve kestirme yolda on yıla kadar kendi evleri olacaktı İnşallah…İnşallah yola koyacaklardı hayatlarını. Gelini olduğunda beraber oturmayı düşünmüyordu kadın ama oğlu diretiyordu.
‘’Bir de yardımcı tutarım ev işlerine ve çocuklara.’’
Anası gülüyordu gevrek gevrek:
‘’Kaç çocuk, evlat?’’
‘’En az beş ana.’’
‘’Beşi bir yerde anam. Beş üzüm salkımı. Beş neşe ocağı. Ama başımın tacı anamdan sonra.’’
Ne kadar yakınsalar da aralarındaki sevgi ve inanç değil miydi hayatı kundaklayan acının yok sayıldığı hem ne çıkardı ki hayal kurmaktan?
Bir nida eksik bir nida fazla.
Hep de neşeliydi ana oğul hep de umut yüklü hep…gerisi gelecekti işte ve onlar da kurtulacaktı bu rutubetli bodrum katından hele ki astıma yakalandıktan sonra Leyla Kadın kolay olmuyordu hani bu merdivenleri inip çıkmak yine de ses etmiyordu yoksa anında işine son verirler ve kış ortası sokakta kalırlardı.
Asla haram lokma geçmemişti de boğazlarından.
Paranın üstünü beş kuruş bile fazla verse dükkan sahibi ne yapar eder iade ederdi kadın hem de onca yolu geri dönüp.
Yorgun geçen günün gecesinde uykuya dalmadan ev halkı kadın usulca odasına gitti oğlunun. Sandalyesini gardırop olan kullanan delikanlı bir kez bile isyan etmemişti, neden diye.
Usulca okşadı ceketini bir de ne görsün ki; kocaman bir dilek pantolonun tam da arkasında aslında ayakkabılarındaki ıslaklık da gözünden kaçmamıştı da belli etmemişti hani.
Hemen gitti iğne iplik almaya odasına.
Allah vere de kimse görmemiş olsaydı bu koca yırtığı bir de ayakkabısındaki o koca yarığı.
Her ayakkabıyı kolayca ayağına geçiremiyordu delikanlı hem yaptırması da çok zahmetliydi ve bunun için özel sipariş vermeleri gerekiyordu. Altı üstü ayakkabıydı da…işte altı üstü.
Altı üstü bir kapıcı dairesi. Altı üstü!
Televizyon bas bas bağırıyordu. Oğlanın sesi kesilmişti. Bir girdi ki salona kitaplarını okurken uyuya kalan oğlunu görüp ikiden fazla yaş düştü gözlerinden ve daha çok yaş daha çok çaresizlik yine de ses etmeden silip gözlerini kapadı televizyonu. Kalın battaniyeyi almaya odasına gitti yeniden oğlanın. Elindeki iğne, yere düşen yüksük…çok da yükseklerde olmamıştı gözleri ama işte…altı üstü.
Gece düşüp de gözünden şehrin, sabahın ilk ışıklarına uyandılar.
Gün öğütmeyi bekliyordu insanı aslında şehir de öldürmeyi planlıyordu sonra da ümitler kıyıma uğrayacak ve gece olacak ve ardından gece…
İki satır yazıp kapadı kara kaplı defterini Muhittin. Şair değildi ama hep karalardı ne zaman aklına düşse ilham perisi.
Gece uyku arasında yazdığı mektubu baş ucuna bıraktı kadının.
Gideceği iş görüşmesi Avrupa yakasındaydı ve saat on olmadan orada bulunmalıydı.
Ütülenmiş giysilerini geçirdi üzerine ve de tabanı delik ayakkabılarını bir de ne görsün; yemek masasının üstünde tamı tamamına yetmiş beş lira.
Eli gitmedi.
İçi gitti ama anasına.
‘’Ah, be anam…’’dedi içinden.
Kapıyı kapatırken arkasından keşke anamın hayır duasını alsaydım dedi de içi pek bir huzursuz süzüldü merdivenlere.
Gök sakindi.
Şehir sakindi.
Anası mışıl mışıl uyuyordu gerçi o, öyle sanıyordu ne de olsa kadın gece uykusuz gözlerle kaç Yasin okumuştu evladına.
Tedirgindi içi delikanlının ama sebebini de bilmiyordu.
Besmele çekip ilk adımını attı sokağa. Kafasındaki o mizansen ve gökyüzünün hüznü.
Sahi, gök hep mi hüzünlüydü? Gün hep mi küskündü?
‘’Oğlum, sen kim bankacılık kim? Şair olacak adamım ben de…’’hüznünü dağıtmaya çalışıyordu ama sebebini de bilmiyordu hani.
Yeni doğum yapmış kedi yavrularına ilişti gözü oğlanın. Anaları yanında değildi halbuki.
Pek önemsemedi büyük ihtimalle yemek bulmaya gitmişti. Sonra tek tek saydı yavruların her birini.
Bir.
İki.
Üç.
Dört.
E, beşinci nerede ki?
Etrafa hızlıca baktı. Merdiven boşluğunu dikkatlice inceledi. Bir de görsün ki…
Yolun tam ortasında yere serilmiş uyuyordu beşinci yavru.
‘’Eh,be,oldu mu şimdi? Ya, annen geldiğinde seni görmezse?’’
Hızlıca ilerlemeye başladı. Ayağı acımaya başlamıştı. Önemsemedi. Yavaşladı aniden. Sonra kediye seslendi. İyi de on günlük yavru ne anlardı pisi pisi’den.
Bu kez arkasına döndü ve son hızla gelen…arabayı henüz fark etmişti lakin sürücü gözünü ayırmadığı cep telefonu yüzünden asla görmemişti: ne Muhittin’i ne de kucağına aldığı beşinci yavru kediyi. Anne kedi de olay yerinde yavrusunu aramaya gelmişti. Beşi bir yerde yavruları nasıl olur da eksilirdi?
Nasıl olur da?
Altı üstü.
Gürültüye uyandı kadın. Pencereden baksa bile göremezdi.
Söylendi sonra kendi kendine.
Oğlunu bir kez öpmeden göndermişti. Ah, nasıl uyuya kalmıştı?
Ovuşturdu gözlerini. Yüreğine çöreklenen huzursuzlukla sarsıldı. Sesler yükselmişti dışarıdan gelen. belli ki sabah sabah yine olağan üstü bir şey olmuştu şehirde. İşte ne zaman daralsa yüreği köyünü arzulardı.
Dışarı çıkıp çıkmamak konusunda kararsızdı. Ona neydi ki olup biten? Diyemezdi ki sonunda bir insanoğluydu herkese ve her şeye rağmen yufka yüreği ile hayata ve insanlara dört elle bağlı ve inancı ile kendini evrene ait hisseden ötesinde bunun bilincinde ve sıkı sıkı kendine ve oğluna merhameti tembihleyen.
Acele ile çıktı merdivenleri tıkanmıştı.
Apartmanın önündeki kalabalık onu görünce aniden kesildi uğultu.
‘’Hayırdır kardeş?’’ diye sormaya tam yeltendi ki…
Yerde yatan biri vardı yoksa iki kişi mi?
İyi de birisi ufacıktı biri de besbelli bir insan ve üstleri gazete ile örtülü.
Altı üstü sıradan bir gündü.
Altı üstü cansız bir hatta iki beden.
Sahi, cansızdı değil mi onlar?
İyi de neden mi?
Sormadı.
Zaten kimse durduk yerde cevap da vermeyecekti.
Altı üstü ümit.
Altı üstü evlat.
Altı üstü altıncı his.
Anne yüreği.
Yığıldı olduğu yere henüz görmeden gazete kağıdının örttüğü cansız bedeni.
Altı üstü!
Ve bir gazete kağıdı daha getirdi çevredekiler.
İşte kavuşmuşları yine birbirlerine üstelik aradan çok da zaman geçmeden ve kurtulmuşlardı o rutubetli bodrum dairesinden ve yanlarında götürdükleri beşi bir yerde umutlar ve hayaller.
Altı üstü umut.
Altı üstü insan işte.
Altı üstü!
Altı, Üstü, İnsan, İşte, Gülüm Çamlısoy,umut, insanlar,