Ahuna
Umut Kısa’nın Kitabı “Ahuna”
Ne zaman istanbul’a gelsem bavulun yarısı kitapla doluyor.
Oysa ömrümün sonuna kadar yetecek, okunmamış kitabım var.
Ama işte, insan fıtratı!
Bir kitabı satın alıp raftaki bölmelerden birine,(hemen okunacak/önemli/ çok önemli / unutma / ne zaman okunsa olur….) yerleştirdiğimde, artık o kitap bir deste kağıt olmaktan çıkar.
Küçük arka odanın, meşe ağacından yapılmış, kokusu hoş rafındaki karakterler, yan yana oturup, ayaklarını sarkıtarak günlerce, hatta aylarca okunmayı yani beni bekler. Birbirine benzemeyen bu sabırsız karakterleri görmemek için bazen o kapının önünden bile geçemem. Gözümün içine içine bakmalarına dayanamıyorum.
Deli saçması diyeceksiniz ama ben de durum bu…
Neyse,bugün o rafa hiç çıkmayan bir kitaptan bahsetmek istiyorum.
Hani bir kitabı elinize ilk aldığınızda önce sayfalar pırrrr karıştırılır ya… Sonra arka kapak okunur, yazar ve yayınevi kontrol edilir filan… İşte tam o esnada sayfalardan ani çengeller fırlar. Cümle, cümle, sözcük, sözcük…
Gözünüz takılır, aklınız kayar ama, hemen de tav olmazsınız.
Yoksa ‘çöp ev’ gibi ‘kitap ev’ vakaları önlenemez!
Ve fakat bazen o kitabın içinden öyle bir çengel fırlar ki, göğsünüzün ortasına ya alnınıza saplanabilir. (Kurşun gibi delip geçenleri hep not etmişimdir.) Bu bir kitap için şu demektir: Bekleme salonundan kurtulmak.
Ahuna da böyle oldu.
“Dağları bilemezsin, insanı öyle bir değiştirirler ki, kendi hayaletlerin olur oralarda.”
“…hep bildiklerimizden korktuk.”
“Zayıf karakterlerin en zayıfı, cücelerin cücesi Ahmet; geçin erkek olmayı insan olmayı bile beceremiyordum.”
Ne anlatıyor Ahuna?
Tam da günümüz Türkiye’sinin ortasındaki yangını, görmekten keyif almadığımız gerçeğimizi anlatıyor.
Hani haberlerin olmazsa olmazı.
Kulaklarımızdaki tıpaları çıkardığımızda cepheden ya da dağdan gelen çığlıklar cam kırıkları gibi yüreğimize saplanmakta.
Akıcı, sürükleyen tarzı ile okuyucuyu çabucak içine çekiyor.
Kurgudaki sürpriz kitabın yarısından sonra başlıyor.
Ahuna bittiğinde okuyucuda ne bırakabilir?
İlk kez bu tür bir hikâye okuduysanız, muhtemelen şehid haberlerini daha bi içiniz acıyarak dinleyeceksiniz. Mesela hangi konumda olursanız olun, “O da asker olmasaydı” diyemezsiniz gibime geliyor. Dağdakilere de Mars’tan gelmişler gibi davranmanın çok da anlamlı olmadığını düşüneceksiniz.
Sola Yayınlarından çıkan Umut Kısa’nın sadece bu kitabını okudum. Bu nedenle de yazar konusunda fazla bir şey söylemek istemiyorum. Ancak Ahuna da tam ortada durmuş bir kalem görüyorum. Ne onu kayırmış ne de öbürünü. Net bir dille gerçeği ustaca hikâyeleştirmiş.
Sinemaya aktarılacak kadar canlı bir anlatımı var.
Bir çok okuyucu gibi ben de sade dille yazılmış romanları, hikâyeleri tercih ediyorum. Elinizdeki polisiye roman değilse, bilmece çözmeyi anlamsız buluyorum. Kulağını tersten göstermek de, görmek de yorucu.
Bazı romanlarda hikâyenin kendisi edebi değerinin önüne geçiyor. Ahuna’da da biraz bunu gördüm.Yer yer gözüm bir kadın karakteri de aramadı değil.
Yine de kitabı kapattığınızda biliyorsunuz ki, okuduğunuz her bir karakter bu ülkedeki TC kimliğine sahip yüz binleri temsil ediyor. Nokta!
Gerçek tarih çoğu zaman sanatın satır aralarına dip not düşer. Edebiyat bütün dünyada olduğu gibi bizde de tarihin en usta tanığı. Ahuna’da olduğu gibi.
Son senelerde kapılar biraz aralanmış olsa da, kışlalar hep kapalı kutu oldu. Kim bilir ne hikâyeler boğuldu?
Sözün kısası Ahuna, sırasını bekleyemeyecek, tam da günümüzde en çok okunması gereken romanlardan biri.
Uçakta başladığım satırlar, Thames nehri kıyısındaki küçük kafede, son sayfasına iki damla gözyaşımı alarak veda etti.
Sanat savaşın en büyük düşmanı. Edebiyat barış için…
Dursaliye Şahan