Akademinin Kanayan Yarası İntihal
Güven Güzeldere – İntihal: Akademinin Kanayan Yarası (Açık Bilinç)
Prof. Dr. Kayhan Kantarlı – İntihalcilere yeni bir sığınak: Sehven İntihal (Herkese Bilim Teknoloji)
Günlükte yalnızca 2007 yılında öğretim elemanlarının karıştığı, intihal konulu 82 haber yer alıyor. Bunlar, bilim etiğine duyarlı insanların fark edip üzerine gittikleridir. Bir o kadar da fark edildiği halde “adam sendecilik” anlayışı ile sorun olarak görülmeyen sahtecilikler olduğuna şüphe yok. Bunca bilim hırsızlığı olayında adı geçen yüzlerce kişi profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi gibi unvanlara sahip olup, içlerinde dekanlık dahil her türlü akademik ve idari göreve atanmakta bir sakınca görülmeyen çok sayıda kişi var.
Yine aynı internet günlüğüne göre, üniversitelerdeki intihal olayları hız kesmeden devam etmekte. Bu gerçek YÖK’ün, yerlerde sürünen bilim ahlakı düzenini değiştireceğine dair en küçük bir umut vermiyor. Şöyle ki;
Danıştay ve Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin iptal kararları [2,3] nedeniyle öğretim elemanlarıyla ilgili disiplin mevzuatında doğan boşluğu gidermek amacıyla, Mayıs 2016’da TBMM’ne yeni bir yasa tasarısı sunuldu [4]. Bu tasarıda, bilim etiğine aykırı eylemler ve bunlara verilecek cezaların ne olduğu açık bir şekilde tanımlamasına ve intihalin yaptırımı olarak “üniversite öğretim mesleğinden çıkarma” cezası yeniden getirilmesine karşın, intihalin gerçekleşmiş sayılabilmesi için getirilen koşullar gelenekselleşmiş görmezden gelme tutumunun devam edeceğinin işaretleri gibi.
Cezai yaptırımı, üniversite öğretim mesleğinden ya da [5] kamu görevinden çıkarma cezası olan intihal ya da aşırmacılık, AYM’nin iptali nedeniyle işlevsiz kalan Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği’nde [6] “bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” diye tanımlamıştı.
Evrensel bilim etiği ilkelerinden kaynaklanan bu intihal tanımı, söz konusu yasa tasarısında değiştirildi. Tasarının 2547 sayılı YÖK Yasası’nın [7] 53. maddesini değiştiren 27/b/5 maddesinde yazıldığı şekliyle intihal şu şekilde tanımlanmakta [4];
“(İntihal), kasten başkalarının özgün fikirlerini, metodlarını, verilerini veya eserlerini bilimsel kurallara uygun biçimde hiç atıf yapmadan eserin bütünü dikkate alındığında önem arz edecek şekilde kısmen veya tamamen kendi eseri gibi göstermektir”.
Görüldüğü gibi disiplin yönetmeliğindeki önceki düzenlemelerde intihalin gerçekleşmiş sayılabilmesi için, evrensel tanımına uygun olarak “kaynak göstermemek” dışında başka bir koşul aranmazken, tasarıyla getirilen yeni düzenleme, intihalin gerçekleşmiş sayılması için kasten yapılmış olma yani “kaynakları bilinçli bir şekilde göstermeme” / “kasten aşırmış olma” ve “eserin bütünü dikkate alındığında çalıntıların önem arzetmesi” gibi koşullar getirmekte.
Açıkçası tasarıdaki üniversite öğretim mesleğinden çıkarma gibi onur kırıcı ve son derece ağır bir ceza gerektiren intihal eyleminin ne olduğunu açıklayan ifade, sanki intihali değil de intihal suçundan kurtulma ya da kurtarılma yollarını tarif etmektedir. İntihalle suçlanan bir öğretim elemanı bu tarifi uygulayıp kendisini, “sehven kaynak göstermediğini” söyleyerek, “başka eserlerden kaynak göstermeden yaptığı alıntıların çalışmasının bütünü dikkate alındığında son derece önemsiz kaldığını” ileri sürerek, ya da yüzde yüz aşırma olan tezler ve makaleler için yapıldığı gibi, “tezimi/ makelemi başka bir eserden aldığım doğrudur, ancak ben bunları nereden aldığımı açıkça yazdım” diyerek savunabilecek ve aklanabilecek.
“Kastım yoktu, kaynakları sehven göstermedim” deme fırsatı tanınması, aşırmacılara “sehven intihal sığınağı” diyebileceğimiz bir sığınak sunmak demektir. Evrensel bilim ahlakında böyle bir şey yok. İntihalin “kasten”i, “sehven”i olmaz. İntihal, bilinçli bir eylemdir. Aşırmayı yapanın, aşırdığı eserin bir sahibi olduğunu bilmemesi olanaksızdır.
Diğer taraftan intihal tanımını, söz konusu yasa tasarısında yapıldığı gibi, “(ç)alıntılar eserin bütünü dikkate alındığında son derece önemsiz kalmaktadır” ya da “eser tamamen çalıntı olsa da, kaynaklar arasında çalıntının yapıldığı eser de vardır” türünden zorlama gerekçelerle sulandırmaya olanak veren bir anlayışın da akademik ahlak ilkeleri yönünden kabul edilmesi olanaksızdır. “Kaynak gösterilmemiş alıntıların,eserin bütününe bakıldığında önem arzetmediği, yani çalışmanın özgünlüğünü etkilemediği, çok az sayıda olduğu, bu alıntılar olmasaydı da çalışmanın değerinin değişmeyeceği, yazarın bunları, çalışma konusuna ne denli hakim olunduğunu göstermek için koyduğu” gibi bilimsel temeli olmayan mazeretler öne sürmek, ucu açık, soyut ve keyfi bir yaklaşımdır.
Evrensel bilim ahlakı ilkeleri nettir. Bilimsel yayınlarda ve genel kamuoyuna dönük olarak yayınlanan her türlü makale, derleme, kitap ve benzeri yayınlarda yararlanılan başkalarına ait yayınlar kaynak olarak gösterilmedir; bilim insanı, akademik yaşamının bütün evrelerinde ve öğretim, yönetim ve akademik değerlendirmelere ilişkin görevlerde bilimsel liyakatı temel ölçüt olarak kabul eder, temel etik kurallarının dışına çıkmaz ve bu kuralların dışına çıkılmasına göz yummaz. Eğitimin eksik verilmesi, kopyacılık, akademik ilerleme ve ödül jürilerinde bilimsel liyakat ölçütlerinin dışına çıkmak, kişileri kayırmak ve benzer davranışlar kabul edilemez[8]. Bu evrensel kurallar ulusal ve uluslararası bilim kurumlarının benimsediği akademik dürüstlük ilkesinin temelini oluşturur [9].
YÖK disiplin mevzuatında değişiklik yapan söz konusu tasarıdaki sulandırılmış intihal tanımı kullanılarak kurulacak “sehven intihal sığınağı”, intihalcileri aklamak için kullanılabilecek tek sığınak olmayacaktır. Daha önce kurulan ilk sığınak “anonim bilgi sığınağı”dır [10]. Bu sığınak bilim etiği literatürüne Doğramacı-Yazıcı Davası olarak bilinen dava dolayısıyla girmiştir. YÖK’ün ilk başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın , “Annenin Kitabı (1968)” isimli kitabının Amerikalı Dr. Benjamin Spock’un kitabından aşırma olduğunu iddia eden Prof. Dr. Hasan Yazıcı hakkında açtığı davada mahkeme, Prof. Yazıcı’nın 6.000 TL manevi tazminat ödemesine hükmetmiş, ancak bu kararı ifade özgürlüğüne aykırı bulan AİHM Türkiye’yi Prof. Yazıcı’ya tazminat ödemeye mahkum etmiştir [11].
Söz konusu manevi tazminat davasında nihai karar olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında Doğramacı ve Spock’un kitaplarının gerçeğin aksine, bilimsel olmadığı ileri sürülerek, “bilimsel olmayan eserlerin anonim kavram ve fikirler içerdiği, böyle anonim kavram ve fikirlerin ancak benzer şekilde-yani kaynak göstermeden-ifade edilebileceği”belirtilmiş ve intihal bu şekilde kurulan anonim bilgi sığınağı” na sokularak aklanmak istenmişti.
Sonuç olarak söz konusu yasa tasarısında intihalin gerçekleşmiş sayılmasının “kaynak göstermemek” dışında, yukarıda açıklandığı türde etik dışı koşullara bağlanması, bir anlamda şimdiye kadarki örtbas etme yöntemlerinin nasıl işlediğini göstermekte. Akademik ahlaka aykırı olan bu örtbas etme yöntemleri, tasarı aynen yasalaşacak olursa disiplin mevzuatına da yazılmış olarak adeta meşrulaştırılarak eleştirilemez kılınacak ve şikayet / dava konusu yapılmasının önü kesilmiş olacaktır. Tasarıdaki bu koşullu intihal tanımından derhal vazgeçilmelidir.
[1] https://plagiarism-turkish.blogspot.com.tr;
11 Temmuz 2016
Pervin Kaplan – Akademide ‘hırsız’ var
Türk üniversitelerinde “atıf çetesi”nin varlığı uluslararası kuruluşların bile dikkatini çekmiş ve veri tabanlarından atılmışken şimdi de yapılan araştırma “intihal” yani bilimsel hırsızlığın ne kadar yaygın olduğunu ortaya koyuyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde yürütülen araştırmaya göre yüksek lisans ve doktora tezlerinin yüzde 34’ünde “yüksek intihal” var. Yani akademideki üç tezden biri çalıntı.
Bir başkasına ait fikir, düşünce, kavram, makaleyi sahibine atıfta bulunmadan kendisinin gibi yazılmasına intihal yani akademik hırsızlık adı veriliyor. Bu araştırma Türk üniversitelerinin akademik hırsızlıkta ne kadar “iyi” olduklarını gösteriyor.
Faruk Çakır – Eğitimin ahlâk çıkmazı (YENİ ASYA)
5 Temmuz 2016
Orhan Bursalı – Doktora tezlerinde hırsızlık, bilimsel düzeyimizin ölçütü (Cumhuriyet)
Okurlarıma iyi bayramlar diliyorum.
29 Haziran 2016
Kemal Göktaş – Akademide intihal depremi (Cumhuriyet)
18 Haziran 2016
Yalanlar Üzerine Kurulmuş Bir Kariyer: ”Dr.” Serkan Anılır’ın Doktora Tezi ve Araştırma Sahteciliği Vakası – (Evrim Ağacı)
13 Haziran 2016
Murat Bardakçı – İntihali yakalama programlarına dünyanın parası veriliyor ama işe yaramıyor! (HABERTÜRK)
2 Haziran 2016
Prof. Dr. Zafer Ercan – YOZLAŞTIRILAN AKADEMİ: TEŞVİK ( Bilim ve Gelecek)
Sevgi ve onun gelişimi parayla yapılabilir mi? Örneğin ‘sen bunu sev sana para vereyim’ yaklaşımı neyi üretir sorusunu soralım. Yanıtımız da ‘fahişeliği üretir’ olsun. Yazımıza bu soru ve yanıtı aklımızın merkezine yerleştirerek başlayalım.
Bu yazının anahtar kelimesi teşvik daha doğrusu akademik teşviktir.
10-15 yıl önce ortaya çıkan ‘ilk 500’e giren üniversiteler’ sıralamalarla başlayan ve dönemin başbakanının ‘eyy ODTÜ, sen neden ilk 500’e giremedin? Önce onu söyle’ suçlamaları ile devam eden süreç bu işin nerelere doğru evrileceğinin işaretlerini veriyordu.
Üniversiteleri yarıştırmak, piyasalaştırmak üniversite geleneğine aykırıdır. Ama kapitalizmin bir değer kaygısı olmadığı gerçeği dikkate alındığında şaşılacak bir durumun olmadığını da kendi doğallığı içerisinde analiz etmek gerekiyor. Alınganlığa gerek yok.
Sayı saymayı yeni öğrenmeye başlayan, bugün 10’a kadar, ertesi gün 100’e kadar, sonraki hafta 1000’e kadar sayan 7-8 yaşlarındaki çocuğun heyecanı elbette anlaşılabilir ve teşvik de edilebilir. Ancak öğretim üyelerinin her geçen gün daha fazla sayı saymasını bir araştırma ve başarı olarak gören ve bunu ödüllendiren üniversite yapısına ne denilebilir? Böyle bir yaklaşımın yaratabileceği boğucu ortamın nasıl olabileceğini ve kimleri boğabileceğini tahmin edebiliyor musunuz? Katılmış olduğum bir akademik toplantıda, on bir bölüm başkanının kendilerine verilen beşer dakikalık konuşma süreleri içerisinde, konuşmalarının tamamının “Bölümümüzde şu kadar yayın yapılmıştır. Şu kişi en fazla yayını yapan kişidir. Kendisini tebrik ediyor ve başarılarının devamını diliyoruz…” biçiminde olması, niteliğe yönelik hiçbir değerlendirme yapılmayıp, dinleyicilerden de bırakın bu garip duruma tepki göstermeyi, mevcut durumun alkışlanması neyi gösterir?
Bir teşvik doğuyor
Erdal İnönü’ün TÜBİTAK’tan sorumlu bakan ve Tosun Terzioğlu’nun TÜBİTAK başkanı olduğu dönemde SCI-E indeksine giren akademik dergiler sınıflanmış ve bu dergilerde yayın yapan öğretim üyeleri ‘parayla teşvik’ edilmişlerdi. Bu teşvik sürecinde yapılan çalışmanın niteliğiyle kimseler ilgilenmemişti.
Bir zamanlar Cumhuriyet gazetesinin cuma günleri eki olarak çıkartılan Bilim ve TeknikTürkiye’deki üniversitelerde en fazla yayını olan kişileri kapak sayfasında listeleyerek bu öğretim üyelerini Türkiye’nin en başaralı araştırmacıları olarak sunmuştu. Listede isimleri olan birçok öğretim üyesinin koltuklarının altında bu dergiyi büyük gururla taşımaları çok tuhafıma gitmiş ve o ana kadar saygı duyduğum ve aydın olarak gördüğüm/sandığım bu kişiler konusunda kafamda şüpheler oluşmuştu.
Teşvik, sonrasında ODTÜ tarafından da çok sevilmiş, okşanmış, büyütülmüş ve kendi üniversitelerinde uygulanmıştır. Bu uygulamanın mimarı da uzun süre ODTÜ’de rektörlük yapmış olan Ural Akbulut’tur.
Daha sonraları SCE-I dergilerine giren paralı dergiler inanılmaz bir artış göstermiş ve TÜBİTAK’ın teşviki bu dergi şirketlerine para akıtan bir kurum haline dönüşmüştür. İşin tadını alan paralı dergi şirketleri inanılmaz bir şekilde örgütlenmiş, sahte konferanslar düzenleyerek piyasalarını daha da genişletmiş ve kontrol altına almıştır. Özellikle bilimsel etiğin ve kültürün gelişmediği ülkelerde bu dergiler kök salarak, bu dergiler üzerinden yetişen ‘akademisyenler’ Türkiye’nin dört bir yanında üniversiteleri tabiri caiz ise ele geçirmişlerdir.
Ülkemizde yapılan Matematik yayınlarının yüzde 90’a varan bir kısmının yukarıda tanımlanan paralı dergilerde olması, Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde bu oranın yüzde 5 civarında kalması olayın korkunçluğunun işaretini de veriyor.
Teşvik eleştirilmeye başlanıyor
Teşvik konusunun tam bir tecavüzcü amca olduğunun anlaşılmaya başlanması üzerine konuyla ilgili ufak tefek eleştiri yazıları çıkmaya başlamıştır. Bu yazılardan bazıları:
– Ersan Akyıldız, Bilimsel Atıf Dizinleri (SCI, SCI-Expanded) tarafından taranan dergilerde matematik yayınları ve bazı gözlemler, Bilim ve Ütopya.
– Şafak Alpay ve Zafer Ercan, Bilimsel Yayınların Değerlendirmesi Üzerine, Cumhuriyet Bilim Teknik, 24 Aralık 2005, 19, 179, s.20.[1]
– Kaan Öztürk, Şişme Dergiler ve Yayın Etiği İhlalleri, Matematik Dünyası, 2012-II.
– Metin Balcı, Nedir Bu Waset[2] Adlı Kuruluşun Kongreleri: Kongreler Bilimsel Amaçlı mı Yoksa Gezi Amaçlı mı? Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, 25 Aralık 2015.
– Özgür Aydın, Akademik Teşvik neyle şevke gelinir, Sol Haber, 07.03.2016.[3]
(Yukarıdaki yazılardan özellikle Kaan Öztürk ve Metin Balcı’ın yazısı okunmadan burada vurgulanmak istenenin tam olarak anlaşılması mümkün olmayacaktır. Bu sebeple okurlara bahsi geçen yazıların okunmasını öneririm.)
Türkiye’de paralı teşvik süreci bu şekilde başlamıştı. Böyle bir model bildiğim kadarıyla saygın hiçbir üniversitede yoktur.
Perelman ‘ben sergilenmem’ diyor[4]
Matematik Dünyası dergisinin 2003-1 sayısında Burak Özbağcı tarafından “Bir Milyon Dolarlık Soru” başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. Yazıda bir matematik probleminden bahsediliyor ve bu soruyu ilk çözene Clay Matematik Enstitüsü tarafından bir milyon dolar para verileceği söyleniyordu. Bu yazıyı referans alarak aynı derginin 2003-II sayısında yayınlanan “Taahütname” başlıklı bir yazımda ‘Bir Milyon Doları’ ironik bir dille eleştirmiştim. Sonra neler mi oldu? Bahse konu soru Rus Matematikçi Grigori Perelman tarafından çözüldü (Yanlış anlaşılmasın, bu ödülün Perelman’ın problemi çözmesinde bir motivasyonu olmamıştır.) Hatta Perelman, bildiğim kadarıyla, bir milyon dolarlık ödülü reddettiği gibi, ilgililere “Hayvanat bahçesindeki bir hayvan gibi sergilenmek istemiyorum” fırçasını da çekmiştir.
Perelman’ın ortaya koyduğu bu yaklaşım matematiğin gelişimine yön vermiş birçok matematikçide de görülebilen yaygın bir davranış biçimidir. Elbette bu tür davranışları her matematikçiden ya da araştırmacıdan beklemek yersizlik olur. Ancak, bu tür davranışlar sergileyen araştırmacıları anlayamayan bir toplum için çöküş çanları çalıyor demektir.
Teşvik daha da büyüdü
Ülkemizde yapılan bilimsel değerlendirme yöntemi akıl almaz derecede yanlışlar içermektedir. Tehlikeli olan ise bu yanlışların kazara değil, bilinçli olarak yapılıyor olmasıdır. Bu değerlendirmenin başında da niteliğe değil niceliğe yönelinmiş bir durum söz konusudur. Bu değerlendirme biçiminin üniversitelerce, TÜBİTAK vb. kurumlarca desteklendiği dikkate alındığında ortada bir akıl tutulmasının, rantçılığın ve talan etme düşüncesinin izdüşümleri olduğu görülür.
Akademik teşvik 2016 yılından itibaren tüm üniversitelerde devlet eliyle uygulanarak, öğretim üyeleri hırsızlığa ve hiçsizliğe teşvik edilmeye resmen başlanmıştır.
Kısacası bu yazıda asıl vurgulanmak istenen yazının başında geçen sorunun yanıtıdır. Soruyu tekrarlayalım ‘Sen bunu sev, sana para vereyim’ yaklaşımı neyi üretir? Yanıt: Fahişeliği. Maalesef Türkiye’de üniversiteler fahişeleşmiştir/fahişeleştirilmiştir.[5]
21 Mayıs 2016
Prof Dr Kayhan Kantarlı – BİLİM AHLAKI ENKAZINI RANTA DÖNÜŞTÜRMEK
( ALAKARGA 1132.sayı )
YÖK’den umudunu kesen bazıları ise bilim ahlakının kurtulması için bu pazarda “bağımsız bir Ulusal Bilim Etiği Kurulu” kurulması için imza masası açmaya kalkarlar. Ancak, 6 aydır kurulu olan bu masaya o kadar az insan yanaşır ki on binlerce akademisyenin dolaştığı pazarda imza sayısı başlangıçta atılan imzalarla 500’e bile ulaşmaz [4] .
Kayhan Kantarlı
Emekli Öğr. Üyesi
TÜMÖD İzmir Temsilcisi
1 Mayıs 2016
Çiğdem Toker – Prof. Dr. Serdar Sayan: “İntihal en çok bu coğrafyadan çıkıyor” (Cumhuriyet)
Erman Çete – ‘Bilimsel şarlatanlığa’ AKP koruması (SoL – Haber)
WASET, aslında akademideki “açığı” kullanarak, sahte bilimsel konferanslar ve “hakemli dergiler” aracılığıyla insanların dergilerde yayın yapmasını sağlayan bir kuruluş.
Şebekenin nasıl işlediğine dair dünyanın birçok yerinden tanıklıklar internette bulunabiliyor.
WASET’in arkasındaki isimleri, mahkeme kararıyla engellenen sayfalardan birisinde yer alan, Hürriyet‘ten Sefa Kaplan‘ın 2010 tarihli haberinden okuyoruz:
Sitenin arkasında eski Fen Bilgisi öğretmeni Cemal Ardıl var, kendisine kızı Ebrû Ardıl ile oğlu Bora Ardıl yardımcı oluyor. Bu isimler hayli ilginç. 20 yıllık Fen Bilgisi öğretmeni Cemal Ardıl kendisini Dr/PhD olarak tanıttığı için TÜBİTAK Başkanı Prof. Nüket Yetiş, hakkında Etik Kurul’da soruşturma açtırdı. Arkasından TÜBİTAK ismini izinsiz kullandıkları için noterden protesto etti. Hatta sahte konferans, sahte dergi gibi sorunlar çözülene kadar Çanakkale 18 Mart Üniversitesi ve Bilgisayar Muhendisliği Bölümü’ne TUBİTAK desteğini kesti. Ama onlar faaliyetlerini sürdürüyorlar. Bilin bakalım WASET’te en çok kimin makalesi yayımlanmış? 46 makale ile ilk sırada Cemal Ardıl bulunuyor.
Sitelere erişim engelini çıkartan avukat ise “tanıdık.”
-
Hayriye MENGÜÇ /Hürriyet KAMPÜS Akademik çevreleri uzun zamandır meşgul eden intihal-aşırma konusunu, lisans ve yüksek lisans tezleri düzey…
-
Cumhuriyet Bilim Teknik, 08.04.2011 Prof. Dr. Metin Balcı, Türk bilim camiasının 2010 yılında en çok yayın yaptığı ilk 10 bilimsel dergini…% 100 ÇALINTI matematik doktora tezi iptal edilen 125 SCI makale sahibi Ahmet Yıldırım Ege Üniversitesi’ne, Gediz Üniversitesi Makin…
-
Matematik Dünyası, 2012-II, s. 69-75 MD okurlarına söylemeye lüzum yok ama, araştırma yapmak zor iştir. Önce yeterince ilginç bir çalışma ko…
-
“Yavuz hırsız, ev sahibini bastırır” misali, Ahmet Yıldırım , ilk kez Aralık 2010’da bir gazetede yaptırdığı “ Doçent olmak için daha n…
-
Kirlenen bir toplumun kurtuluşu, yine onun kendi iradesi ile vereceği karara bağlıdır. Çamura batmış hiçbir halk, kötülükleri süpürecek b…
-
Bengü Sezen’i, Dr A. Murat Eren’in ülke genelindeki gazetelerde de yayınlanan “ Türkiye Akademisinin ArkaSokaklarından Tez Manzar…
-
“İntihal” sözcüğünü ilk duyduğumda ya da bu sözün benim için değer taşıyan anlamını ilk fark ettiğimde yüksek lisans tezimi yazıyordum. Bir…
-
Cennet vatanımızdaki iş kalitesi hiç bir zaman gelişmiş ülkelerdekinin yanına bile yaklaşamıyor, ama sahtekârlık numaralarını hızla ithal e…
-
Prof. Dr. Fatma Suna Kıraç Aşırma=intihal olayı, yazılarda başka araştırmacıların çalışmalarını atıf yapmadan kendisinin gibi göstererek yay…
STEPHEN H. UNGER
Bilimde hırsızlık, rakip görülen meslektaşa mobbing, sırf teşvik ikramiyesi için yayın, idari görevi kötüye kullanma, döner sermaye için türlü cinlikler, öğrenciyi yaz okulunda da söğüşlemek için başarısızlığa zorlama, cinsel tâciz, tembellik, ayrımcılık…
Akademik çalışma yaşamında kişiliğin aşınması derinlere nüfuz etmiş bir süreç. Bu alan içindeki çürümeyi hemen durduramayacağız. Ama neyin çürüdüğünün ayırdına vararak işe başlayabiliriz.”
1 Nisan 2016
Erman Çete – ‘Bilimsel şarlatanlığa’ AKP koruması (SoL – Haber)
WASET, aslında akademideki “açığı” kullanarak, sahte bilimsel konferanslar ve “hakemli dergiler” aracılığıyla insanların dergilerde yayın yapmasını sağlayan bir kuruluş.
Şebekenin nasıl işlediğine dair dünyanın birçok yerinden tanıklıklar internette bulunabiliyor.
WASET’in arkasındaki isimleri, mahkeme kararıyla engellenen sayfalardan birisinde yer alan, Hürriyet‘ten Sefa Kaplan‘ın 2010 tarihli haberinden okuyoruz:
Sitenin arkasında eski Fen Bilgisi öğretmeni Cemal Ardıl var, kendisine kızı Ebrû Ardıl ile oğlu Bora Ardıl yardımcı oluyor. Bu isimler hayli ilginç. 20 yıllık Fen Bilgisi öğretmeni Cemal Ardıl kendisini Dr/PhD olarak tanıttığı için TÜBİTAK Başkanı Prof. Nüket Yetiş, hakkında Etik Kurul’da soruşturma açtırdı. Arkasından TÜBİTAK ismini izinsiz kullandıkları için noterden protesto etti. Hatta sahte konferans, sahte dergi gibi sorunlar çözülene kadar Çanakkale 18 Mart Üniversitesi ve Bilgisayar Muhendisliği Bölümü’ne TUBİTAK desteğini kesti. Ama onlar faaliyetlerini sürdürüyorlar. Bilin bakalım WASET’te en çok kimin makalesi yayımlanmış? 46 makale ile ilk sırada Cemal Ardıl bulunuyor.
Sitelere erişim engelini çıkartan avukat ise “tanıdık.”