Aslı E. Perker’in yeni romanı “Bana Yardım Et”, Everest Yayınları’ndan çıktı. Bembeyaz bir kapak, üzerinde simsiyah yazılmış roman adı. Ying Yang’ı anımsadım. Bana hangi karşıtlıkları anlatacaktı Aslı E. Perker? Kitabın ismiyle ya da kapak tasarımıyla okuru kendine çekmek gibi çok özel bir çabaya girmediğini düşündüm. Belli ki, kurgusuyla etkilemek istiyordu okuru. Yanılmadım. Beklenmedik son ama beklendik bir sorgulamaya maruz kalmıştım. Aile ilişkilerinden toplumsal kurallara, yazarlık ritüellerinden az gelişmişliğe uzanan bir yolculuğa çıktım.
Selnur Aysever: İlk sorumu yazar ve roman ilişkisi üzerine sormak isterim. Bir romanda yazar ne kadar vardır?
Aslı E. Perker: Zannederim romanına göre değişir. Yazarın o romanı yazarkenki ruh haline göre de. Ben, “Bana Yardım Et”te her zamankinden daha çok buldum kendimi romanın içinde. Baş kahraman Aslı ile bir yazar olarak bağ kurmam kaçınılmaz oldu. En başından işini başka seçmeliydim belki, o zaman aramıza bir mesafe koyabilirdim, ama işte bazen yazarken kontrolü kaybedebiliyorum. Karakterler eserin içinde at koşturabiliyorlar. Tabii bunun yanında eklemem lazım, kurgudaki hiçbir olayı başıma geldiği için yazmadım.
Selnur Aysever: Yakın çevrenize roman sonrası hepsinin bir kurgu olduğunu anımsatmak zorunda kalıyor musunuz? Yazar üzerinde bir “mahalle baskısı” var mıdır sizce?
Aslı E. Perker: Olmaz mı! En başta annem sürekli her yazdığımın benimle alakalı olduğunu düşünüp sorguluyor. Ben ne yaşamışım, nerede acı çekmişim? Bir türlü anlatamıyorum, bu karakterler ben değilim, merak etme, benim dünyam aydınlık, güneşli. Bu yüzden misal, çok istememe rağmen bir türlü anne-kız eksenli bir roman yazamıyorum. Bizim ilişkimizi sorguladığımı zannedecek, gönül koyacak. Sadece o değil, etraftakiler de öyle zannedecek, bu sefer bize değişik gözlerle bakmaya başlayacak. Bu yüzden yaşlılık yıllarıma sakladığım konular var.
Selnur Aysever: “Bana Yardım Et” isimli romanınızda anlatıcıyı bir tanrı yazar olarak gördüm. Bu yöntemi seçme nedeniniz nedir?
Aslı E. Perker: Ben ilk üç romanımda kendi dilimi, tarzımı hep geride tuttum. Kurguya ağırlık verdim, “genç” bir yazar olarak usturuplu davranmaya çok özen gösterdim. Kontrolü elden bırakmadım. Öyle ki bazen yazdığım bir söz hiç bana ait olmamasına rağmen, edebi olarak oraya yakıştığı için söyledim. “Bana Yardım Et”te ise kendimi özgür bıraktım. Sözlerin benden taşmasına karşı koymadım, bu sefer ben tarzı değil, tarz beni esir aldı. Dolayısıyla şahsen bir yöntem seçtiğimi söyleyemeyeceğim. Yöntem ki o her ne ise, beni seçti.
Selnur Aysever: Genç yazar tanımını açabilir misiniz?
Aslı E. Perker: Genç yazar benim değil, benimle ilgili bugüne kadar makale yazanların seçtiği bir terim. Neye göre bilmiyorum ama birileri genç yazar olarak tanımlanıyor ve öyle kalıyor. Evet doğru, ilk romanım çıktığında 30 yaşındaydım, gençtim. İşin doğrusu üçüncü romanım itibariyle genç tanımından sıkılmıştım. Benim genç kelimesini tırnak içinde kullanmama gelince, oradaki genç kelimesini “taze” ile değiştirmeyi yeğlerim. İlk üç romanımda halen kendimi yeni başlamış ve iddialı olamayacak biri gibi hissediyordum. Hâlâ iddialı olduğumu söyleyemeyeceğim, fakat en azından artık kendi üslubumu kullanabilecek özgüvene sahibim. Bendeki his hep şuydu, sanki ben roman yazıyorum ve birileri bana iyilik olsun diye bunları basıyor. Oysa bunun böyle olmadığını, 14 yaşında verdiğim yazar olma kararına ulaşmak için yıllardır adım adım yürüdüğümü biliyorum. Kimseden özel bir yardım almadığımı da. Neyse ki bu histen kurtulmayı başardım sonunda. Ama kendimi hâlâ yetersiz hissettiğim anlar var. Belki de her yazarın hissi budur da söylemiyordur. Bazen gece uyumadan önce kendi kendime düşünüyorum, yok olmayacak bu iş, boşver, bırak artık. Sonra her seferinde mucizevi bir şekilde aynı şey oluyor. Ertesi gün bir okurdan bir e-mail geliyor, iyi şeyler söylüyor. Ve diyorum ki yola devam Aslı. Kendinle didiş ama devrilme.
Selnur Aysever: Kimi yazarlar, kitapları basıldıktan sonra, bir yabancılaşma hissettiklerini söyler. Siz ne hissediyorsunuz?
Aslı E. Perker: Ben kitabı bitirdiğim anda yabancılaşıyorum. Basılana kadar araya zaman giriyor zaten, iyice kopuyorum. Çoğunlukla da bir yenisi üzerine çalışmaya başlamış oluyorum. Dolayısıyla kitap çıktığında ne yazmıştım ben diye durup düşünmek zorunda kalıyorum. Unuttuğum oluyor. Röportajlarda zorlandığım oluyor. Şu karakter şunu demiş diyorlar, öyle mi diyorum, ben hatırlamıyorum.
Selnur Aysever: “Her şey yazar olmaktan daha iyi geliyor ona. Bu yaratıcılık denen şey ne menen bir şey bilmiyor. Yaratıcı mı değil mi bilmiyor. Eleştirilmekten ölesiye korkuyor. Bir kitap yazdıktan, hele ki basıldıktan sonra sırra kadem basmak istiyor,” demişsiniz 13. sayfada. Siz de bir yazar olarak böyle mi hissediyorsunuz ya da romandaki Aslı neden böyle hissediyor?
Aslı E. Perker: Romandaki Aslı ile aynı hisleri paylaşıyoruz. Bana birileri gelip de ben hayatta böyle roman yazamam, böyle bir dünya kuramam dediğinde gerçekten anlamayarak, söylenenleri soyut bir kavram olarak dinliyorum.
Ne demek yapamam, ne demek kuramam? Bana herkes yazabilir gibi geliyor. Yaratıcılık nedir, kim ne kadar yaratıcıdır edebiyatta bence çok net cevapları olan sorular değil.
Selnur Aysever: Kararı okura bırakmayı tercih ettiğinizi düşündüm, sizi dinlerken…
Aslı E. Perker: Birinin çok yaratıcı bulduğunu bir diğeri bulmayabilir. Bir örnek vereyim. En son Elena Ferrante’nin “My Brilliant Friend”ini okudum. Almadan önce çok satmasını önemsemedim, hakkında yayımlanmış eleştirileri okudum. The New Yorker –ki eleştirmenleri çok zor beğenir– eseri yere göğe koyamıyordu. Evet ben de çok beğendim, çok akıcı yazılmış, çok güzel karakterler oluşturulmuş. Fakat dahiyane bir fikir mi? Bana göre değil. Peki bunu olumlu ya da olumsuz temel alabilir miyiz kitapla ilgili? Asla. Ne ben ne de bir başkası otorite sayılabilir. Ama kitabı okurken çok keyif aldım, devamı olan romanı da hemen aldım, okumaya başladım bile.
Selnur Aysever: Kitapların satışı için pazarlama araçlarının kullanılması kaçınılmaz. Siz yazmak ve satmak arasındaki ilişkiye nasıl bakıyorsunuz?
Aslı E. Perker: Sadece yazmak istiyorum, satmakla uğraşmak istemiyorum. Amacım bir şeyi satmak olsaydı bakkal olurdum. Ama yayınevinin kullandığı yöntemlere de karşı çıkacak değilim. Elbette eser okura mümkün olduğunca çok ulaşsın istiyorum. Hayatı akışına bıraktım, artık kaderimde ne varsa. Bugün bir arkadaşım söyledi, çok beğendim: Önce niyet, sonra çaba, sonrası ilahi dokunuş. Beylik bir laf gibi ama en azından benim durumumda çok doğru.
Selnur Aysever: “Aslı tanıdığı kedi sevmeyen belki tek yazar. Bunu da söylemeye hep utanıyor. Yazar kedi sevecek gibi bir kural var neredeyse. Entelektüel misin, kedi seveceksin,” diye bir cümle var romanınızda. Kediyi bir sembol olarak alsam, sizin romanınız açısından kedi neyi simgeliyor?
Aslı E. Perker: Değişimi.
Selnur Aysever: Kimi okurlar için yazarla tanışmak düş kırıklığı olabiliyor. Okur gözünden, yazara atfedilen bir kusursuzluk söz konusu olabilir mi? Yazar ve okur ilişkisine dair de görüşlerinizi alabilir miyim?
Aslı E. Perker: Kendi okurumla yakın bir ilişkim olduğunu söyleyebilirim. Yıllardır e-mailleştiğim, mesajlaştığım okurlarım var. Bugüne kadar tanıştığım kimseyi hayal kırıklığına uğrattığımı sanmıyorum. Bunun sebebi de hayatımda inandığım en önemli değerlerin samimiyet ve şeffaflık olması. Ne düşünüyorsam onu söylüyorum, nasıl hissediyorsam öyle davranıyorum.
Selnur Aysever: “Bana Yardım Et” fantastik roman tadında. Baştan itibaren böyle mi kurguladınız yoksa yazdıkça mı gelişti?
Aslı E. Perker: “Bana Yardım Et”i kurgulamaya başladıktan bir ay sonra hamile olduğumu öğrendim. Benim için çok zor bir dokuz ay oldu. Dörtte üçünü evde, oturarak ve hatta yatarak geçirdim. O süreçte bütün detaylarına, diyaloglara kadar notlar aldım. Eski usul, çizgili bir deftere. Kızımı doğurduktan sonra da yazdım. Bütün kurgunun hazır olması iyi oldu, çünkü lohusalık döneminde ruhsal olarak asla bu konuyu yazabilecek durumda değildim.
Selnur Aysever: İnce bir işçilik var öyleyse… Hiç şaşırtıcı bir gelişme olmadı mı?
Aslı E. Perker: İşin şaşırtıcı kısmı sonradan oldu. Yazdıklarımın bazıları, bazı cümleler sonradan kendi hayatımda kullanabileceğim hale geldi. Detay veremeyeceğim, özel hayata girer. Ama meğer yazarken bazı şeyler başıma geliyormuş da ben farkında değilmişim.
Selnur Aysever: Ursula bir diğer roman kahramanı. Aslı’yı “gerçekliğini kaybetmekle” suçluyor. Bu sorgulamayla, okurun da bir sorgulama içine girmesini mi istediniz?
Aslı E. Perker: Kesinlikle. Ben yazarken şüpheye düştüm, umuyorum okur da düşmüştür.
Selnur Aysever: Çocukluğunuzdan itibaren farklı şehirlerde hatta ülkelerde yaşamış olmanız yazarlığınızı nasıl etkiledi?
Aslı E. Perker: Yazarlığımı nasıl etkiledi emin değilim ama okurluğumu ve hayattaki duruşumu çok iyi yönde etkiledi. O kadar çok yanlız başıma zaman geçirmek zorunda kaldım ki, okumanın zevkine vardım. Ve o kadar çok kültürden insan tanıdım ki önyargıdan sıyrıldım. Umuyorum bu kazandığım iki değere ömür boyu sahip çıkabilirim.
Selnur Aysever: Okurun önyargılarını fark etmesi için bir yol açıyorsunuz romanınızda. Söz ettiğim, engelli bir diğer roman kahramanının, Aslı ile tutkulu aşkı. “Hiç böyle düşünmemiştim” duygusunu mu yaratmak istediniz?
Aslı E. Perker: Kendim de hiç böyle düşünmemiştim! Engelli biri ile sevgili olmanın nasıl bir şey olacağını yazdıkça düşündüm, düşündükçe anladım.
Selnur Aysever: Romanınızda “Yazar takımı ne zaman bu kadar steril oldu” diye bir cümle geçiyor. Yazarların toplumsal konularda nasıl konumlanmaları gerektiğini düşünüyorsunuz?
Aslı E. Perker: Gereklilik kelimesini kullanmayı tercih etmem. Kim nasıl isterse öyle yapar. Edebiyatçının zorunlu bir rolü olduğunu düşünmüyorum. Ben yazmayı okumanın bir uzantısı olarak görüyorum. Ama bir yandan da toplumsal olaylara duyarlı olmamak nasıl bir insana özgüdür? Kimdir o insan? Namık Kemal 1872 yılında İbret Dergisi’nde yazdığı bir yazısında demiş ki: “Cemiyet içindeki her ev bir evin içindeki odalar gibidir. İnsan hiç nefret ve kavga olan evde huzur bulabilir mi? Mutluluk mümkün olabilir mi?”
Selnur Aysever: Yine romanınızdan bir alıntı yapacağım: “Kimin ne kadar iyi yazar olduğunu tarih yargılayacak, biz değil” diyor Aslı. Bir yazarın iyi olmasının ölçütü nedir sizce? Siz Aslı E. Perker olarak kendinize hangi durumda “iyi yazar” denmesini tercih edersiniz?
Aslı E. Perker: Ben bugün iyi yazar denmesini tercih ederim. Bundan yüz yıl sonrasının insanını eğitmek yahut ona bir fikir bırakmak gibi bir misyonum yok. Ben okur olarak bazen bütün bir kitaptan sadece bir cümle çıkartır, onu bir yere not ederim. Bir yazar olarak bana da aynısının yapılması bana yeter.
Selnur Aysever: Roman kahramanı Aslı, Orhan Pamuk üzerine değerlendirme yapıyor. Ona göre sonradan değerini fark ediyor. Buradan Orhan Pamuk’a selam gönderdiğinizi düşünüyorum. Başka hangi yazarlardan etkilendiğinizi sormak isterim.
Aslı E. Perker: Etkilendiğim bütün yazarları yazmaya tabii ki imkân yok. Türk yazarlardan bahsedecek olursak başta Vedat Türkali, Erol Toy, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı sayabiliriz. Ama geçenlerde düşündüm de Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok”u zihnime kazınmış, kadınlık yolunda çok önemli bir yol gösteren olmuş. Halide Edip’i de çok seviyorum. Fakat yazımından çok cesaretini önemsiyorum.
Selnur Aysever: Duygu Asena ve Halide Edip örneklerinden hareketle, toplumsal değişim ve dönüşüm için, edebiyatın bir araç olarak kullanıldığını söyleyebilir miyiz?
Aslı E. Perker: Bilinçli olarak kullanılabileceği gibi bilinçsiz olarak da kullanılabilir. Yazar o amacı gütmüyor olabilir, fakat yazdığı belki yıllar sonra okura yeni bir yol açabilir. Toplum bir anda değişmez. Tıpkı bilimsel araştırmaların birbirinin üzerine yeni veriler koyup sonunda tarihi değiştirecek bir bulguya sebebiyet vermesi gibi, en azından biraz özenle yazılmış edebiyat eserleri de muhakkak toplumsal değişimde rol oynayacaktır.
Selnur Aysever: Aslı, Haneke filmlerini örnek vererek “bir roman da havada kalsa olmaz mı?” sorgusunu yapıyor. Romanın sonunu açık bırakmak yazar için nasıl bir risk taşır? Yazarlar sizce neden bu riski alamazlar?
Aslı E. Perker: Okur tatmin olmuyor, kendimden biliyorum. Ama sonrasında ne oldu diye soruyor. Başka yazarlar neden alamıyorlar? Bilmem. Ben risk alıyorum.
Selnur Aysever: Romanınızda, toplumsal kabullerden, önyargılara kadar birçok noktada okurun farkındalığı artıyor. “Bana Yardım Et” bittiğinde en çok hangi duyguyu okurun anımsamasını istediniz? Ve neden?
Aslı E. Perker: “Şeytan’ın ne dediğini hiç işitmedik. Bütün kitabı Allah yazdı,” demiş Anatole France. Ben de her hikâyenin en az iki anlatıcısı olduğunu düşünüyorum. Genel olarak her romanımda bu konuyu işliyorum. Önyargının, karşı tarafın hikâyesinin asla merak edilmemesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Zannederim, bunun üzerinde beş dakika olsun düşünmelerini isterim.
&&&