1 Ekim Dünya Yaşlılar Günü | Hüseyin Evcil
Kimi zaman, parlak güneş, mor bulutun arkasından konuşur ve büyük yıldızlar insanın yüreğinde toplanır korkuyla. Bunların şoku atlatılamadan, sırtından girip, göğsünden çıkan okla birlikte yaşamaya mahkum olur insan. Acıları katlanır ve tek kişilik orduya dönüşür. Dağları eritir, denizleri kurutur, melekleri bile düşündürür.
…
Aslına bakarsak: Saygı, sevgi, sadakat gibi yüce kavramlar, belirli günlere bağlı olarak, yani basit medyatik zeminlerde değerlendirilemez.
Büyüklerimize, emeklilerimize, yaşı ilerleyen insanlarımıza karşı yeterince ilgi, saygı, sevgi, tahammül, tolerans gösteremediğimiz hepimizce bilinen bir şey. Devletin, toplumun, hepimizin bu konuda malum çok büyük eksiklikleri, bağışlanamaz ihmalleri var.
Görevler yerine getirilemiyor.
Körlük, sağırlık, bencillik ülkemizde kurumsallaştı diyebiliriz.
Kim kime, ne ölçüde güveniyor bu zamanda ?
Asıl önemlisi, kim kimi düşünüyor ve içtenlikle seviyor, Allah Rızası için ? Sayıları oldukça düşük. Daha da düşeceği anlaşılıyor.
İnsanı masaya yatıralım :
Zeka ve yeteneklerinin yanı sıra, etten, kemikten oluşuyor. Mikroplara, salgın hastalıklara, fiziksel ve psikolojik saldırılara, en şiddetli acılara direniyor fakat mevcut dirençlerinin yarın kırılmayacağının garantisi bulunmuyor.
Sarsılan, çöken insan toparlanamaz ise, üzerinden bir silindir geçiyor.
Doğanın değirmenleri, kendi özel – değişmez sistemi gereğince, canlı, cansız, her şeyi yutuyor, öğütüyor.
Varlıklar açısından, yorulma, yıpranma, yaşlanma, ihtiyarlık, ölüm aşamalarının geçilmesi kaçınılmaz.
Yeryüzü
’ne belli bir zaman diliminde gelen her insan, giderken (yaşama veda ederken),
yanında maddi birikimlerini değil, yazlığını, arabasını, parasını, akıllı
telefonunu değil, sevdiği dostlarını değil,
sadece ve sadece yaptığı iyiliklerden ve kötülüklerden doğan sıcak ışıkları,
soğuk karanlıkları götürüyor. Götürdüklerinin
(sırtına yüklendikleri dememiz daha doğru bir tanımlama olur) hepsi, sonsuza
kadar değişmez yoğunluğa sahip enerji kümeleridir. İnsanı kurtaran, huzurlu
kılan ya da tedirginliğe, mutsuzluğa batıran enerjilerdir.
İnsanın bilerek ve bilmeyerek oluşturduğu etkiler, baskılar var.
Fakat
insan ; hassas cihazlar gibi, her an arıza yapabilir, durabilir, susabilir,
yani ölebilir fakat bıraktığı izler
(sağlığında tercih ettiği ve ortaya koyduğu sözler, davranışlar, üretimler,
paylaşımlar, günahlar, çatışmalar, savaşlar, hayaller) canlılığını hep korur.
Elektrik bağlantılarının nerelere uzandığını tam görmek, tam hissetmek için yeterince büyük pencerelerimiz yok.
Birçok şeyi göremiyoruz, algılayamıyoruz, dolayısıyla arka detayları % 100 çözemiyoruz.
Bir acı gerçek de şudur ki, bugün elimizde olanlar, dün başkalarının elindeydi ve bizden sonra başkalarının eline, başkalarının iradesine geçecek.
Kısa yaşam yolculuğunda, bize ait olduğunu sandığımız şeyler gün gelecek bizi terk edecekler ya da biz onları terk edeceğiz.
Beklediğimiz biçimde ya da sürpriz biçimde kopuş, ayrılık yaşanacak.
Er ya da geç, yaşlılık herkesin kapısını çalıyor. Kapıyı açmama, geleni geri çevirme gibi seçenekler bulunmuyor.
Kapıya gelen, misafir değildir. Misafir olan, yolcu olan biziz.
Kapıda bekleyen, bizim gerçeğimizdir.
İyilikleri derhal çoğaltmak gerekiyor.
Tatlı cümlelerle çevremizdeki yaşlıları gülümsetmek, acılarını, kaygılarını hafifletmek boynumuzun borcudur. Onları korumak, gereksinimlerini karşılamak, başımızın üzerinde gezdirmek boynumuzun borcudur.
Yaşlı, bitkin, bir köşede yapayalnız kalan insanları memnun etmek, onurlandırmak soylu davranıştır. Yüce Allah ve peygamberleri, ahlak, din, vicdan, insanlık bunu zaten emrediyor.
Yaşlılar,
mallarına, paralarına sağlıklarında göz dikilip, kurulan kirli tezgahlarla
sömürülüp,
sonra da huzur evlerine gönderilecek insanlar değildir.
Yaşlılar, sadece dini bayramlarda hatırlanacak insanlar değildir.
Onlar, büyük emeklerle, büyük sıkıntılarla, büyük sabırlarla bizleri büyütüp, yaşama hazırladılar. İnsan olmamız için, insan kalmamız için çok uğraştılar. Onların öncülüğünde biraz bir şeyler öğrendik, biraz bir şeyler elde ettik. Hakları ödenmez. Gönüllerini, dualarını almaya çalışmalıyız.
Kaçmayalım, sevelim. İkramımız, okşamamız yapmacık olmasın, gerçek ve güçlü olsun.
Yaşlıların ellerini sıkı tutmalıyız. Onların anlatımlarını, önerilerini can kulağı ile dinlemeliyiz.
Allah, erdemli, inançlı, vefalı dostlarla birlikte, yaşlılığımızı sağlıklı tamamlamayı hepimize nasip etsin diyorum.
İnsanların bize karşı görevleri olduğunu değil, bizim insanlara karşı görevlerimiz olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. İnsan olmanın en önemli özelliklerinden biri de budur. Ancak bu mantıkla, olgunluğa bir adım daha yaklaşılabilir.
Malum olgunlaşma sıkıntıları çekiyoruz (hepimiz).
Eski kuşak insanlar anlatırlarken, kamil insan derlerdi.
İncelediğimizde anlıyoruz ki, kamil insanlar, diğer insanlar koşullara isyan ederken, pes edip, geri çekilirken, göğüslerini çelik perde gibi gererek, doğru bildikleri yolda dümdüz giden savaşçılardır.
İşte bu kamil insanlar, öz varlıklarını keşfetmiş, diriltici zekaya sahip, cesaretli, kararlı insanlardır. İş hayatında, yönetimde, tüm sosyal etkinliklerde, ahlak dışı uygulamalara bulaşmadan görev yapan insanlardır.
Yukarıda belirttiğim çizgideki insanların çoğalmasıyla toplum yükselir. Fesatlıklar, hurafeler azalır. Zararlı örgütler barınamaz.
Sorumluluk listesi uzun…
Kafamızda
dolaşan düşüncelerden de sorumluyuz. Her insan bu sorumluluğu taşır
(küçük çocuklar, zeka özürlüler hariç).
Dolayısıyla düşüncelerimizin ve eylemlerimizin sonuçlarından hiçbir yere kaçamayız.
–
Ne ilgisi var, ben bir şey yapmadım, ağzımı bile açmadım, yerimden bile
kıpırdamadım. Yalnızca düşündüm, aklımdan geçirdim
diyerek sorumluluktan, Kul Hakkı ’ndan sıyrılamayız.
Çünkü beynimiz enerji dalgaları yayıyor.
Dalgalar (düşünceler) kaybolmaz, silinmeyen metafizik zeminlere kendiliğinden kaydedilir. Hiçbir varlık o kayıtlara dokunamaz.
Deneyimlerimizi çoğalttıkça, kendimizi geliştirdikçe, insan olmanın getirdiği sorumlulukları daha çok önemseriz. Çevremizde bıraktığımız etkileri daha çok önemseriz. Çekiniriz. Doğadan daha çok ibret alırız. Yürüdüğümüz engebeli yola bakıp, tekrar düşünürüz ve utanırız.
Tüm etkileşimlerimiz bir denge içinde bulunmalıdır ki, sersemleyip, aşağılara düşmeyelim.
Egoların, dürtülerin baskısıyla, gözlerine kalın perdeler inen canavar huylu (aç gözlü) insanın durumu, sonu ciddi demektir. Çünkü beyninin ürettiği titreşimler bir süre sonra geri döner. Sahibini bulur, sıkıştırır. Bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa yakın tarihte.
İnsanda derin anlayışlar bulunması gerekir ki, içindeki görev duyguları zayıflamasın ve bu özelliği, o insana huzur versin, o insan yaşama daha güçlü sarılsın. Zihnini, yeteneğini, inancını insanlığın barışı ve mutluluğu uğruna kullansın.
Vermeyi öğrenmeliyiz. Verici varlıklar olmalıyız. En verimli nasıl verilebileceğini hesaplamalıyız.
1
– İnsan olmak, insan gibi yaşamak çok anlamlı bir durum.
2 – Yaşamın içinde, parazit olmamak, uyur gezer olmamak, paranın gölgesine
kilitlenmiş gibi olmamak çok anlamlı bir durum.
Fakat çoğumuz, maddiyatın üzerimize yıktığı streslerle ve doyumsuzluklarla, kısa sürede zengin olmak, otoriter olmak, güçlü olmak, saygı görmek gibi beklentilerle oluşturduğumuz psikolojik darbelere savunmalar, kılıflar uydurarak günü kurtarmaya çalışıyoruz. Ayrıca, her şeyin en iyisini, en güzelini, en popülerini almak, tüketmek, bunları birilerine göstermek istiyoruz.
Örneğin : Ailesini, okulunu, öğretmenini, arkadaşını, ülkesini beğenmeyen, sevmeyen, küçümseyen ortaokul öğrencisinin cebinde 4 milyar lira değerindeki telefonun ne işi var ? Ne alaka ? Görüntü hastalığı. Tedavisi pek mümkün değil. Bazı ailelerin tüm bireyleri ağır hasta. Şımarıklık !
Teknik olanakların bize puan kazandırmak üzere (sözde), elimizin altında gösteriş malzemesi gibi, dekor malzemesi gibi durmasını istiyoruz ki, o cihaz, durduğu yerde durmuyor zaten, bağırıyor. İşte bu gibi saçmalıklar, cahilliğimizin, kompleksli yapımızın göstergesidir.
Estetik, incelik ; telefonla, kıyafetle kurulamaz. Proje, saniyesinde yıkılır.
Efendim, sonuca gelirsem. Henüz kendi iç eğitimimizi, iç onarımımızı bitirmedik. Kaç yılda bitiririz ? Zor bir soru. Çünkü bitirememe ihtimalimiz çok yüksek.
Önemli işlerin, kazasız, belasız bitirilmesi için, inanç, azim, enerji kesinlikle gerekiyor.
Yaşlılara hakaret eden, yaşlıları ağlatan, kandıran, tekmeleyen, dahası, tecavüz eden, öldüren bir toplumun oksijensiz atmosferlerinde insanların işleri, planları pek düzgün yürümez. Bereket, geçim, mutluluk kolayca sağlanmaz.
Çünkü adaletsizlik, haksızlık, ahlaksızlık, sapıklık, vicdansızlık nedeniyle mağdur olan masum insanlar çok gözyaşı döküyorlar, çok beddua ediyorlar. Dün de böyleydi, bugün de böyle. Şu dakika itibariyle de maalesef böyle.
Kısa bir beddua, nükleer bombadan daha tehlikelidir. Sadece muhatabını değil, muhatabının yakınlarını da kuşatabilir, eritebilir.
İlahi Adaletin tecellisi olayı, Yaratıcı ’nın bir takdiridir. Yaşlılara reva görülen kötü muamele, birilerini mutlaka karanlık uçuruma yuvarlar.
Büyüklerimizin, yaşlılarımızın yorgun ellerini bir kez değil, on kez öpsek yeridir. Çünkü onlar, sığındığımız ve her zaman sığınabileceğimiz en güvenli, en sağlam kalelerdir.
Gerçek sevgi kaynaklarına hep saygılı biçimde yaklaşmak, doğal ve sevinçli bir görevdir zaten.
Görevlerimizi bilelim, benimseyelim ki, içimize pozitif enerjiler dolsun. Tadımız, neşemiz çoğalsın ve hiç eksilmesin. İşlerimiz yolunda gitsin. Diğer türlü yıkımlar kaçınılmazdır.
Saygılarımla
Şair Hüseyin Evcil
Copyright
Tyrannos Edebi Ürünler / Tire