ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Bir Kalbe Mukabil Bir Kalp | Uğur Kantekin

05.01.2020
1.613
A+
A-
Bir Kalbe Mukabil Bir Kalp | Uğur Kantekin

Her insan hayatının karşılığını, kalbinin eşini, ruh ikizini arar durur. Bulabilen insan hayatın tüm yükünden kurtulur, gönlü ve ruhu huzura kavuşur. Bu bir gönül yolculuğudur. Kimi yolun başında, kimi yolun ortasında veya sonunda karşılığını bulmadan bu hayattan göçüp gider. Bu konuda bir âlim şöyle diyor: “İnsanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki; her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezzetleri birbirine ortak, gam ve kederli şeylerle de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar”  

Hepimizin en fazla ihtiyacı olan, bizleri maddi, manevi ve ruhsal doyuma ulaştıran, birbirimize ulaşacağımız en güzel şey sevgidir. Önemli olan; kalbinize karşılık gelen, bizi anlayan, anlamlandıran, sevebilen, hissiyatımıza ortak olan birini bulabilmektir. Hayat bir kişinin omzuna yük gelirken, iki kalbe ve bedene yük olmaz. Sevgiyi, aşkı, muhabbeti paylaşmak, bu kavramları azaltmaz; aksine güçlendirir. Sevgi, aşk, muhabbet bir insanın kendi başına yaşayabileceği duygular değildir. Aksine yaşayanlar, hayatını narsistlerin yaşayacağı bir hayata dönüştürürler. Hayat iki kişiliktir demişler, “Sen ve Ben” sonra “Biz ve bizden öteye” nesillerimiz var. Sevda gönlümüzde taşıdığımız en ağır yük iken sevdiğimizle birer ucundan tutup göklere çıkarabiliriz. Bu ağırlığı çok latif bir hale getirebiliriz. Yaradan bizleri bu minval üzere yaratmış ki, birbirimizi tamamlayalım, taşıyalım, birbirimize eş olalım ve eşsiz bir hayat sürelim diye.

Hayat, görebilene çok renkli ve çok seslidir.Çocukluğumuz bizlerin anavatanıdır. Dış dünyanın, merakın, dış alemi anlama çabasında olduğumuz bir dönemdir. Hayat rehberlerimiz; “Profesör anne ve Profesör baba”dır. Her şeyi bilen anlayan, tanımlayan ve bizim nazarımızda yanılmayan iki güçlü yetkili şahıstır. Hayatın tüm anlamlarını, tüm renklerini, tatlarını ve kodlamalarını bilinçaltına yerleştiren onlardır. Hayata kazandırdıkları bakış açısı, karakterimiz, yemek kültürü, cimrilik, cömertlik, öfke ve niceleri… En önemlisi de sevme ve sevebilme potansiyelimiz de bu dönemde bizlere yazılım olarak atılır. Tüm duygusal ve ruhsal açlık ve doyumsuzluklarımız bu döneme aittir. Çocukluğumuzun iyi geçmesi, iyi bir geleceğin teminatıdır. Kötü çocukluk geleceğimizde sıkıntıları karşımıza çıkaracaktır.

 Bizler önce toplum dersinde ailelerimizin tanımıyla tanımlandık. Sonra da kendi tanımlarımızla tanıtmaya çalıştık kendimizi. “Filan ailenin çocuğu” etiketi hep üzerimizde duruyordu. Ta ki biz evlenip çoluk çocuğa karışana kadar. Yine de tanımlamalar üzerimizden eksilmez. “Falan sülalenin, falan ailenin” sesleri hayat boyunca devam eder. Peki, bu kadar geniş bir tanım üzerinde üzerimizde dururken biz kendimizi ne zaman tamamlayacağız? İşte tam burada bizi kurtaracak olan olay evlilik devreye giriyor; Evlilik adeta bir psikologluktur. Bizi yanlış anlamaya, yanlış tanımaya engel olacak,, herkese karşı direnebileceğimiz, kendimizi anlatabileceğimiz, anlaşabileceğimiz evlilik psikologu ile baş başayız. Yanımızda bir Leyla Bir de Mevla var. Her şey o kadar yalın ve çıplak ki. Hayatımızdaki son anlaşılma noktasındayız. Omzuna yaslanıp dertleşebileceğin, her sırrını, her yanını saklamadan anlatabileceğin yegâne kişiyle baş başayız. Yani, kimseye anlatamadığımız, anlaşılamadığımız, her yönümüzü anlayacak ve anlatacağımız eşimizleyiz. Karabasan olmuş gecelerimizi, her şeyimizi ancak bir eşin kalbindeki aşkta dizginleyebiliriz. Nikâhtaki keramet yerine geliyor.  Bir Mevla, bir Leyla, Bir de Mecnun üçgenindeki dünya var.  Hayatımızın keyfi ufuklarından gitmeden yeni doğmuş bir günün tazeliğinde anlatmalı ve dinlemeliyiz eşimizi.

Evlilik, mutlu olabileceğin biriyle mesafesiz, mesabesiz, aklı fikri başında bir dönemdir. Annemizle olan iletişim ve sevgi akışı bebeklik ve çocukluk büyüsüyle geçtiği için biraz da flu kalabilir. Fakat evlilik insan için, ikinci ergenlik ve ermelik dönemidir. O, bizim anne -baba rütbesi olmadan en yüksek ve eşdeğer makamındaki hayat arkadaşımızdır. Sıfır yargılama oranıyla dinlemeliyiz. Onun da biz yargılamadan dinlemesini ve anlamasını istemeliyiz.

En çok değer ve kıymeti bize vermesini istediğimiz kıymetli eşimizden: “Hadi anlat canım” cümlesini duyup; kendimize evlilik psikologuna teslim etmeliyiz. Hayatımızın tüm  negatiflerini, olumsuz kurgulanmış cümlelerini yeniden kurgulama ve vurgulama zamanıdır.  O anlatacak, sen dinleyeceksin, sen anlatacaksın o dinleyecek. İçimiz dışımıza, dışımız içimize yaklaşıp hayat enerjimizi yeniden kazanacağız. Eğer bunu yapmazsak eşlerimiz bir başkasına anlatma gereği duyarlar ve o bir başkası günün birinde karşımıza yuva yıkan bir kişi olarak çıkabilir.

Evlilik, anlaşma ve anlaşılma makamının zirvesidir. Toplumda ve dünyada başarılı olmuş her kim var ise sağlıklı aile kurmuş ve bunu hayatına işmam etmiş kişiler olduğunu görüyoruz.   

        Erkek, toplumdaki ve kendi içindeki başarısını ailesinden, eşinden alır. Sağlıklı ve sağlam olan da budur. İnsan en çok eşinin sevgi takdir ve onayına muhtaçtır. Sabah eşinin kapıya kadar işine yolladığı, hayır duaları eşliğinde güzel sözler söyleyen bir eş hane halkı için her şeyini feda edebilir. Sevilmiş bir kadın, sevilmiş bir erkek aşkla şarj edilmiş bir ilişkinin hâkim olduğu bir aile yeryüzünde atom bombasıyla dahi yıkılamayacak tek kale, son sığınak olduğunu unutmamalıyız. Ailede mutlu edilmemiş koca, ailesiyle mutlu olmamış bir kadın, anne -baba huzursuzluğunda doğmuş ve yaşamış bir çocuk; toplum için potansiyel tehdittir. Sevgiye doyurulmamış, sevgi ile yoğrulmamış bireyler, eğitimcilerinde işlerini zora sokacak öğrenciler portföyünde yerlerini alırlar. Sevgi, güven, güvenli bağlanma erdem’i bize ailede verilir. Hayat bizi birlikte adam ediyor, birlikte değiştiriyor, birlikte geliştiriyor. Evlenerek nesli devam ettirmekle kalmıyoruz, kendimizi ebedileştiriyoruz. Resmi bir etiket, bir marka, yeni bir hayat stili doğuruyor. Evlenmediğini zaman her şey bizimle başlayıp bizimle bitiyor.        

            Evlenmek tam olmaktır. İçimizdeki bir kadını, bir erkeği açığa çıkarmaktır.

İçimizdeki çocuğu öldürdüğünüz gün hayatın büyüsü bozulur, hayatın tadı kaçar ve yaşlanma başlar. İçimizdeki çocuk bir ailede doğduğuna göre yine ailede canlanır. Onun içindir ki ev, aile içimizdeki çocuğu yaşatan biricik mekânımızdır. Birçoğumuz çocuklukta yaşadığımız mutlu anları tekrar yaşamak için o günleri hatırlatacak anıları yaşamaya özen gösterir ve bizlere hatırlatacak olayları, vurguları yetişkin hayatımıza taşırız. Aslında hepimiz özümüz de aile olmayı istiyoruz. Şefkatin, sevginin, muhabbetin içimizden akıp gittiği çocukluktan yetişkinliğe geçtiğimiz halde büyümeyip çocuk kaldığımız yerin sıcaklığını özlüyoruz. Doğan Cüceloğlu çocukluk insanın anavatanıdır demiş. Çocukluk; bağlanma, bağ kurma ve aidiyet duygusunu geliştiği en önemli dönemimizdir. Biz erkekler aslında bayanlardan beklediğimiz şey ne tertip düzen, ne de koyulan kurallardır. Biz, eşimizin ilk çocuğu olarak evliliğe adım atarız. Anne gibi sevsin, şefkat göstersin, birlikte mutlu olalım düşüncesiyle evlenmek isteriz. Her kadın iki kere annedir. Birincisi çocuklarının, ikincisi eşinin annesinden kalan duygusal ve fiziksel emanetlerin annesidir. Kaç çocuğunuz var diye sorduğumuz bayanların çoğu İki çocuğum var bir de babaları, büyük çocuk demişlerdir.

Elbette evlilik aşkla, muhabbetle olmalı ve kendi geleceğine doğru yürümelidir. Aşka, doğru kişiye ve doğru bir ilişkiye girebilir miyiz, güvenle bağlanabilir miyiz? Hep bu soru ve soru etrafında dönüp duran bir kısır döngü içindeyiz. Çağımız aşkın ıtırlı kokusu yerine parfüm kokusuyla aldatılmıştır. Eskilerimiz, evliliğin cefasın da bile huzurun sefasını yaşamışlardır. Şimdi ise tüm konfor ve bolluğa rağmen mutluluk evimizin en uzak köşesinde kaybolmak üzere duruyor. İlişkilerimizin kalitesinin aşkın teslimiyetine ihtiyacı vardır. Dedelerimiz, büyük annelerimiz, anne-babalarının kararlarına olan itaatleri, kadere teslimiyetleri ile hayatlarına bolluk ve bereket katmıştır. Hayatlarının sonuna kadar birbirlerine sabretmelerinde farklı bir Anadolu muhabbetinin eserini görüyoruz. Töremiz, her alanda iyi olmayabilir fakat eskiden bizim aile konusundaki bu duruşunu her zaman takdir etmeliyiz. Hayat sana gülecekse eşinin gözlerinden gülmeli. Sevmek; kendine başka bir dalda çiçek açtırmaktır. İnsanın kendisini sevmesi bir yere kadardır. Bundan Ötesi narsisliktir. Sevmek, kendimizin yansımasını başkasında görmektir. Sevgiyle birbirimizde olmamız, birbirimizi görmemiz gerekir. Sevgi; aşkın tesellisini ve tecellisini hissettiğimiz en hayati yönümüzdür. Anne babamızın bize kattıklarını bizim de başkalarına katabilmemizin en büyük yönü evliliktir. Ben, benim için gülecek bir gözle daha mutluyumdur. Tek başına tebessüm etmenin anlamsızlığı ve mutsuzluğu bir aradadır. Tebessüm, mutlaka başka bir yüzden bize dönmeli ki bize huzur verebilsin. Mutluluk bir ayna ise, bunun yeri aksimizin düştüğü sevdiğimizin gözleridir. Birbirine bakan iki helal göz Cennet kapılarının ta kendisidir. Dünyada cennetin kapısını açmak ve cennette yaşamak istiyorsak iki kişiyle dünyaya bakabilmeliyiz.

Kaynak: Rapor Dergisi “Evli-mutlu-çocuklu” Hasan Basri Yiğit

Administrator
Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.