ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Aynadaki Zaman | Cemil Kavukçu

23.10.2019
1.309
A+
A-
Aynadaki Zaman | Cemil Kavukçu

Can Yayınları, 2014

Kavukçu, iki ayrı bölüm gibi düşünebileceğimiz bu öykülerde  “zaman”ı ana izleği yapıyor, ana eksene koyuyor. Zaman kavramını çözmek yerine, zamanın aynasından içeri girerek dehlizlerde dolaşmayı, dolaştırmayı tercih ediyor.

Cemil Kavukçu öyküleri sessizliği içinde barındıran bir ses, sesi içinde barındıran atmosfer, atmosferi içinde barındıran bir anlatı taşır. Onun durduğu yer otuz yıllık edebiyat geçmişi ile günümüz öykücülüğü arasıdır; hem geçmişten el alır klasik anlatı ve diyalogların olduğu öyküler yazar, hem fantastik öğelerin, büyülü gerçekliğin sınır içlerinde dolaşarak öykücülüğümüze yeni yollar açar.

Tasmalı Güvercin ve Düşkaçıran’dan sonra Aynadaki Zaman’da seçtiği fantastik öğeler, büyülü gerçekçi dil kullanımı öyküsüne katkı sağlamak için, güçlü bir anlatıma ulaşmak için kullandığı biçim denemeleridir. Bazı öyküler bazı zamanları beklediği gibi bazı biçimleri de beklediği bir gerçek. Zihinde içerik kadar, biçim de tasarlanabilir.

Cemil Kavukçu’nun Aynadaki Zaman’da yazdığı öykülerinde bahsedilen biçimsel öğelerin kullanılması, bildiğimiz Kavukçu öykülerinden biraz uzaklaştırsa da o öykülerinden aldığımız hazdan uzaklaştırdığını düşünmüyorum.

Onun ne deniz ve gemilerle, ne gemi insanlarıyla, ne gitmelerle, ne İnegöl’le derdi biter. Yazarın yaşadıkları yazdıklarının peşini bırakmaz biraz da.

Biraz aynanın içerisindeki öykülerde dolaşalım:

Martılar öyküsü neredeyse hepsi diyalogla yazılmış bir öyküdür. Fatih 4 yıl sonra, kısa bir süreliğine de olsa İstanbul’a döner. İş adamı olan eski arkadaşının bürosuna uğrar. Öykünün mekânı sadece burasıdır. Bir durum öyküsü gibi görünse de Fatih’in emekli olunca neden İstanbul’dan gittiğine dair hissettirdikleri ile olay öyküsüdür aynı zamanda. Öykünün zamanı ise bir kahve sigara içimi kadardır. Öyküye ismini veren martılar diyalog sırasında öne çıkar, Fatih martıları özlediğinden onlara simit atacağından bahseder, Samet onunla dalga geçer, “sen hâlâ çocuksun” der. Fatih martıları tüm duygusallığı ile anlatır, Samet onlara denizde balıkları tüketen insanların gözünü oyan canavarlar olarak bakar. Onlara “kefen giymiş çöplük kargaları” der. Terastaki adamın gözünü martıların oyduğunu anlattığında “dönüşte martılara simit alacak mısın?” diye sorar, Samet. Onun değerlerine göre yanıt, olumsuz olmalıdır. Martılar, aslında gidenle kalan, burjuvazinin değerleri ile insanın insan olmaktan kaynaklı değerleri arasında bir metafor olarak kalır. Fatih Samet’in sorusuna düşünmeden yanıt verir: “Alacağım tabii.”

Yolcu öyküsünde Cemil Kavukçu en iyi bildiği konunun peşine düşer yine; deniz, gemi ve gemiciler… Onun bu öyküde kullandığı söz dizisi deniz insanlarının özlü sözüdür; “kıçına deniz suyu değen bir daha karada huzur bulamaz.” Bu sözden hareketle; kalemine deniz, gemi ve gemi insanlarının soluğu değdikten sonra onun bu konuları yazmaması düşünülemez belki de. Fantastik öğe ile biçim verdiği bu öyküsünde Kavukçu gemideki gündelik yaşantıyı anlatırken gemiye binen bir yolcunun balık-fare-insan karışımı bir yaratığın, ambarda bulunması ve onun ölümü ile ne yapacaklarını şaşırmasını sonunda denize atmalarını anlatır. Üç gün sonra koyda demirleyen gemiciler, balık avlarken karşılaşacağı şey, ne bu gemicilerin, ne bu kitabın yakasını bırakacaktır; çarkçıbaşının oltasına takılan, gemide öldü diye atılan yaratıktır.

Mindos Kayalıkları, bir halicin içerisindeki kayalıklardır. Bu adı kendi uydurmuştur anlatıcı. Burada balık avlayan balıkçıların sabrını izleyen bir çift vardır. Hiçbiri balık tutamasa da onların gösterdiği sabır zamana karşı direnen insanların sabrıdır. Hız çağına yenik düşmeyen insanları anlatır öykü. Orada otururken denizde karadan esen rüzgâra karşı motorunu çalıştırmadan çapasını toplayan deniz insanını seyrederler. Onların dışında adamın sürüklendiğinin farkında olan yoktur. Adam ve teknesi “denizde küçücük bir leke olmuşlardı.” Kız sorar ona; “Rüzgâr onu açıklara itiyor değil mi?” O da; “Bilemeyiz belki de deniz çekiyor.” şeklinde yanıtlar. Bizi çeken durumlara karşı, bazen istemli, bazen istemsiz sürüklenip gitme halidir bu.

Tükeniş Şenliği, artık yazarlık defterini kapatmış (kurgu da nesiymiş!) hasta bir yazarla buluşma anı anlatılır. Artık sadece rüyalarını yazıyordur. Ve anlatıcıya okuması için iki rüyayı uzatır. Bu rüyaları okur. Ne söyleyeceğini bilemez. Yazar bir değerlendirme beklemez zaten. Yazar çantasını açıp rüyalarını yerleştirirken orada birçok rüyayı görür. Yanılıyordur anlatıcı, onlar “tükeniş şenliği”dir. Bir zamansal algı burada da vardır. Cemil Kavukçu burada zamanın akıp giderkenki halini bir şenliğe dönüştürür. Bu diyalektik yaklaşımdır aynı zamanda. Biterken başlamak, tükenirken coşmak…

Zamanın aynasında Cemil Kavukçu’nun metinler arasılığı kullandığını görürüz. Zaman zaman diğer kitaplarında da karşımıza çıkmıştı bu durum. Mindos Kayalıkları’nda gördüğü açığa sürüklenen gemicinin öyküsünü devam ettirir. Sonrasını anlatır anlatıcı. Fırtınaya tutulup geldikleri koyu, orada karşılaştıkları sahipsiz, sessiz gemiye 5 gemici ile çıkışlarını anlatır. O gemide kötü görüntü ve koku karşılar gemicileri. Yaşlı gemicilerle karşılaşırlar ve nerede kaldınız, derler. Bunlar zamanı kaybetmiş denizcilerdir. Gemi çürürken yaşlanıyorlardır. Bunun sebebi cezalı olmalarıdır. Lanetlidirler. Sebebi ne olduklarını bilmedikleri o yaratıkla karşılaşmaları. Yolcu öyküsündeki yaratık burada aynı şekilde birbirleriyle ilintili olarak karşımıza çıkar. Orada denize atılan yaratığın kimseye söylenmemesi gerekirken söylendikten sonra o koydaki sonları anlatılır. Çarkçıbaşı yatağında yatarken yanına gider. O da “Büyük bir silgi al ve bugüne kadar ne gördüysen, ne duysuysan hepsini sil”, der. Ve ekler; “İlk limanda gemiden in ve bir daha denize dönme” der. Büyülü gerçekçi bir anlatımdır. Bu öykü, metinler arası göndermeleri olan, yarattığı atmosferle Karayip Korsanları filmini hatırlatmasıyla da göstergelerarasılık da taşıyan güçlü bir öyküdür.

İncir ağacı ve şimşirlerle birlikte kitap, ilk beş öyküde anlatılan gemi ve gemi insanlarından çıkar, ev içerisine girer. Aile yaşantısı içerisine… Nurhayat ve kızı Hayriye’nin Cemile Hanımın evinde çay içişi ile geçmişe doğru yolculuğa çıkarız. Öyküde çay içimi sohbette Bursa’ya annesinin hastalığı dolayısıyla gittikleri zaman Şakire Hanımlarda kalmalarını, o evi, o sokağı hatırlar. Esas hatırladığı ise annesi ve o çocukluk günleridir. Annenin çocukta bıraktığı izler, mekânları da hatırlanır. Çünkü anne imgesi, geçmişte ev içini de kapsayan bahçedir. Komşuluk ilişkileri de bunun içindedir. Kavukçu bu öyküde o evi, o sokağı öyle bir anlatır ki insanın öyküden sonra kitabı kapattığında (ne güzeldir bu an!) gidip o sokakları arama isteği, o sokaklarda dolaşma isteği gelir.

Büyük silgide annesine bakan Neval’in abisini aramasıyla annesinin ilaçlarını kullanmadığını bildirmesi gibi sıradan bir durumu anlatır. Bu telefon konuşmasıyla durum öyküsü gibi dursa da gerek eşinden boşanıp kendisini annesi ile birlikte yaşamak zorunluluğunda hisseden Neval, gerek denizlere açılan bir daha haber alınamayan Sedat, gerek anlatıcı, bir olay öyküsü karakterleri gibidir. Silgi nesnesi, daha önce Zaman Aynası’nda karşılaştığımız geçmişi sil, gördüklerini sil diyen çarkçıbaşına bir gönderme niteliğindedir. “Annem bana hediye ettiği ‘Bütün yanlışları bununla sil’ dediği o büyük silgiyi geri almış, çocukluğu dışında her şeyi, siliyordu.” der öykü sonunda.

Kocaman Şapkalı Büyük Adam öyküsü ile Kavukçu bizi Cemile’nin çocukluğuna götürüyor. Onun nağnası (anneannesi-nine), abisi ve babası ile ilişkilerinden yola çıkarak bize sıradanmış gibi bir olayı çok süslemeden sade bir şekilde öyküleştiriyor. Bu olayın içerisine okuru katabiliyor Kavukçu. Kocaman şapkalı küçük adamı annesi hastalığının daha başındayken gösteriyor. “İşi akşamları sokak lambası yakmak olan bu adam bize geceyi taşıyor” diyerek anlatıyor. Olay aslında kasabanın düşman işgalinden kurtuluşunu ve babasının Cemileyi ve abisini götürüşüdür. Nağnası karşı çıksa da ona annesinin küçüklüğünün elbisesini giydirir. Törenler sırasında düşman kuvvetlerinde tanıdık biri vardır; “Kocaman Şapkalı Büyük Adam” Ama orada onları bir sürpriz beklemektedir…

Kurtuluş Günü’nde bağlantılı öykülere devam ediyor Kavukçu. Burada kasabanın kurtuluş gününde temsili kuvvetleri canlandıran insanlar ve özellikle kocaman şapkalı küçük adam anlatılır. Belediyenin onlara verdiği görev biçimi anlatılır. Bu biraz bürokratik biraz da sınıfsal temelin vurgulanışıdır. Avni’nin sorusu “Lan oğlum, neden hep çöpçüler gavur askeri oluyor.” “Her şeyden önce çöpçüydüler ve ne iş olsa yapmalıydılar.” “Gavur askeri olarak seçilenlerin hepsi kara kuru, kısa boylu, çöp gibi adamlardı. Kalpaklı olmak için boy pos gerekiyordu: bir de itibar tabii.” Bağlantılı bu öykülerde resmi (geçitli) tarihe ve otokratik bakışa göndermeler vardır.

Nağna’da biraz nağnasından bahseder Cemile. Oraya gelen komşusu Hacinsa ile Nağna’nın sohbeti,  annesinin ölümü ile ‘boşta’ kalan babasına evleneceği birini bulması, Cemileyi dışarı çıkarmaları ve kapıdan onları dinleyen Cemile’nin ağlaması biraz da sahip olduklarımızı kaybetme hissidir.

Cemil Kavukçu, Aynadaki Zaman’da kendi kurduğu alışılagelen öykü dünyasını inkar etmeden onu daha da geliştirerek bize farklı öyküler sunuyor. Bunu fantastik öğelerle, büyülü gerçekçi bir dille yapıyor. Bu biçimsel denemeler onun anlatmadaki ustalığını bozmuyor. Kavukçu, iki ayrı bölüm gibi düşünebileceğimiz bu öykülerde  “zaman”ı ana izleği yapıyor, ana eksene koyuyor. Zaman kavramını çözmek yerine, zamanın aynasından içeri girerek dehlizlerde dolaşmayı, dolaştırmayı tercih ediyor.

Kaynakça: Murat Darılmaz – edebiyathaber.net 

Administrator
Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.