Umut ve İnsan | İsmail Çifçi
İnsan bazen ruhu kelebek gibi uçarı olur ve uzaklardan bir haber bekler.
Çok uzaklardan…
Beklerken umut, heyecan sarar.
Bir dostta olan özlemi kat be kat artarken, beklentisi ani bir hüzne dönüşür.
Merak ve özlem, sabırsızlığı besler.
Ruhu kelebek narinliğindedir artık.
İncinir bazen.
Ve de bir türlü sonu gelmeyen sorular, sorular…
Hayat işte!
Zor ve amansız bir yolculuk mu desem, bir yarışın herhangi bir evresi mi desem..
Hayat denilen olgu, engeller ve sınırlamalarla doludur aslında.
Az yada çok, eksik veya fazla…
Yaşanmışlıkların biriktirdiği anılar ve özlemler…
Anılar art arda onun peşi sıra gelip geçer gözlerinin önünden.
Her şey özel ve gizemli bir hikayede saklıdır.
Neyse işte..
Bazen de varla yok arasında bildiğimiz kocaman bir hiçlik!
Sonra çok şey anlatmak istese de sözcükler boğazına düğümlenir.
Düşünür, yıkılır, sorgular ve ayağa kalka yeniden.
Bazen de zamanın dönencesinde duraksar bir an.
Oysa anlatacağı çok şey vardır.
Sözcüklerin saklısında saklıdır hep söyleyemedikleri.
Ne var ki hiçbir şey görüldüğü gibi değildir.
Hayat akıp giderken gizli bir siluet belirir ve yaş olur akar gözlerinden.
O hayalin peşi sıra oradan oraya sürüklenir bir zaman.
Akar, coşar ve durulur…
Söylemek ister ama söyleyemez adını.
Ve sisli, taşlı şehrin park köşelerinde dolaşır.
Bazen de loş kafelerde birer ikişer boşalan sandalyelerde oturan insanları düşünür.
Herkesin düşü özlemi aynı..
Çok iyi bilir ki dile gelmez mekanlar.
Mekânların suskunluğu ruhunu yaralar.
O kafenin de müdavimleri birer birer boşalan sandalyelerin boşluğunu yenileri ile doldurur.
Dolup boşalan dünyanın düzeni gibidir her şey.
O tarihi mekana dahil olan yeni konukları, yeni bir hikayelenin ortak kahramanı olur yeniden.
Konar-göçer han misali, kapılar açılır ve kapanır bir bir…
Ama yok, yok be dosttum aynı tadı vermez, veremez zaman.
Her hikayenin anlatıcısı, aynı tadı heyecanı vermez.
Ama hepsinin umudu ve yaşamdan beklentisi aynı…
Umut ekmek kadar güzeldir.
Yok ya, o gün gelecek biliyorum.
Belki de her sabah uyandığımızda, özgür kuşkular gibi yaşama umutla kanat çırpmalı.
Geleceğe dair beslenen umutların meyvesini, süsünü ve o güzel tadını yaşamalı.
Sonra da konar-göçer göçebeler gibi yeniden bir yolculuğa çıkmalı yeniden.
Süslü, sisli şehirlerin bir ucundan bir başka ucuna akıp gitmek..
Bir kenar semtin, o bildik kafesinden çıkıp özgülüğe kanat çırpmak.
O tanıdık yüzü ararken ve her tarafa umut ile bakınmak..
Ve her gülümseyen yüzde bir güzellik görmenin hazzını doyasıya yaşamak…
İnsan olmanın verdiği dinginlikle yaşamak..
Bir gül veyahut masalsı şehirlerin büyüsü süslemeli benliğinizi.
Hele bir dostu da o boş sandalyelerin birinde görmenin verdiği mutluluk tarif edilemez.
Sanki onu ilk defa görüyormuş gibi insancıl yanımızla dostça sarılmak!
Olsun, o beklenen dost gelmese de bir kez daha umutlanmak.
Sonra, sonrası yok tur belki?
Bu düşüncelerle oturduğum sandalyeden ağır ağır doğrularak kapıya yöneldim.
Çıkarken, umutla müşteri bekleyen garsonun sesi duyuldu birden.
“Yok ya, bugünde dolacak sandalyeler; hayata küsmenin anlamı yok,” diye mırıldandı usuldan.
Döndüm ve ona, selam verdim, umut ile…