Suna’nın Türküsü | Rabia Mine
Bilenler bilir; eskilerden “Malatyalı Fahri” diye tanınan ünlü bir bestekâr; asıl ismi Fahri Kayahan olan bu bestekârın kendisinden ve müziğinden de ünlü bir de yaşanmış hikâyesi vardır.
Kayahan’a ait olan, “Suna’m” türküsünün de kaynağı olan bu hikâye şöyledir:
Fahri Kayahan ve eşi Suna, birbirlerini çok sevmektedirler. Suna bir gün hamama gider; Fahri Kayahan’ın en yakın arkadaşlarından birinin eşi de o sırada hamamdadır. Suna’nın sırtının, giyinikken asla görülmeyecek bir yerinde bulunan kocaman beni gören kadın bunu akşam evde eşine anlatır. Günlerden bir gün Fahri Kayahan ve bu arkadaşı kahvede feci bir kavgaya tutuşurlar; arkadaşı da Kayahan’ı ezmek için, “Sen benimle uğraşacağına karına sahip çık, ben senin karının sırtındaki beni bilirim,” der. Bunu duyan Fahri Kayahan beyninden vurulmuşa dönerek evine koşar, duyduklarını karısına sorar. Başlangıçta hiçbir şeyden haberi olmayan karısının söylediklerine inanırsa da araları bir daha asla eskisi gibi olmaz. İçindeki kuşkudan hiçbir zaman tam olarak kurtulamayan Fahri Kayahan, artık sürekli sudan bahanelerle karısına çatmakta ve kavga çıkarmaktadır. Yine bu kavgaların birinde ceketini alıp çıkar ve sabaha kadar Malatya sokaklarında dolaştıktan sonra evine döndüğünde karısının cansız bedeniyle karşılaşır. Suna çok sevdiği eşinin davranışlarına artık dayanamayarak kendini asmış, giderken de ona şu sözleri yazdığı bir mektup bırakmıştır:
“Kusura bakma beyim, ama günlerdir kafandaki soru işaretlerinin sebebini bilmekteyim… Kendimi temize çıkarmak için başka yol göremedim. Şunu bil ki, ben sana hiç ihanet etmedim…”
Kendini “temize” çıkarmak!
Karısını bu şekilde kaybetmesinin üzerine kahrolan Fahri Kayahan, herkesin bildiği “Şafak söktü Suna’m yine uyanmaz,” sözleriyle başlayan meşhur parçasını yapar ve sonra da Safiye Ayla’nın meşhur ettiği, “Ben esmeri findık ile ben esmeri fıstık ile ben esmeri badem ile beslerim,” şarkısı sayesinde yolu taa Atatürk’ün huzuruna kadar uzanan hayatına devam eder…