Sis / Miguel De Unamuno
“Kardeşim mi? Ne bakımdan kardeşiz? KötürümIükte mi? Hepimiz Âdem’in çocuklarıymışız.”
Çevirmen: Gökhan Aksay, Olvido Kitap, s.19-22
Evinin kapısında belirdi Augusto; avucu yere dönük, parmakları açık, uzattı sağ kolunu, gözlerini gökyüzüne çevirdi, heykeli andıran o muhteşem duruşuyla orada öylece bir süre kaldı. Dışarıdaki dünyayı ele geçirmeye değil, yağmurun yağıp yağmadığını anlamaya çalışıyordu. Elinin üzerinde çisentinin serinliğini hissedince kaşlarını çattı. Onu rahatsız eden şey çisenti değil, şemsiyeyi açma zorunluluğuydu. Kılıfının içinde, katlanmış haliyle öylesine zarif, öylesine narindi ki! Kapalı bir şemsiye ne denli güzelse, açık bir şemsiye de o denli çirkindir.
“Eşyaları kullanmak zorunda olmak ne kötü!” diye düşündü Augusto, “Onları eskitmek zorunda olmak. Kullanılınca harap oluyorlar, bütün güzellikleri kayboluyor. Eşyaların en güzel işlevi seyredilmektir. Sözgelimi bir portakal, yenmeden önce nasıl da güzeldir! Yapacağımız bütün iş Tanrı’yı temaşa etmeye indirgendiğinde, daha doğrusu Tanrı’yı temaşa etme ve onda her şeyi görme mertebesine eriştiğinde değişecek bu. Burada, şu sefil hayatta, derdimiz günümüz Tanrı’yı kullanmak. Bizi bütün kötülüklerden koruması için, bir şemsiye gibi açmaya yelteniyoruz onu.”
Böyle düşündü. Sonra pantolonunun paçalarını kıvırmak üzere eğildi. Nihayet şemsiyeyi açtı, sonra kararsız kaldı bir an, “Nereye gideyim şimdi? Sağa mı döneyim, sola mı?” diye düşündü. Çünkü bir seyyah değildi Augusto, öylesine gezinen biriydi sadece. “Bir köpeğin geçmesini bekleyeyim,” dedi sonunda, “onun gideceği yönü seçerim.”
Bir köpek değil, genç ve çekici bir kız geçti o sırada sokaktan.Gözlerinin çekim alanına girip, gayriihtiyari kızın peşi sıra yürümeye koyuldu.
Peş peşe üç sokak katetti.
“Şu ufaklık,” diyordu içinden, yere yüzükoyun uzanmış, ne yapıyor böyle?” Düşünmüyordu da, kendi kendine konuşuyordu sanki. “Bir karıncayı seyrediyordur eminim. Karınca! İkiyüzlü hayvan! Gezinip durmaktan başka bir şey bilmez; çalışıyorum diye kandırır bizi. Tıpkı önüne çıkan herkese dirsek atarak hızlı adım yürüyen şu herif gibi; dalgacının, işsiz güçsüzün tekidir eminim. Hem sonra, yapmak zorunda olduğu ne olabilir ki! Tanrı aşkına, ne olabilir! Aylağın teki, tıpkı… Hayır, ben aylak falan değilim! Yorulmak nedir bilmez benim hayal gücüm. Çalıştığını söyleyip kendini sersemletmekten, düşünceyi boğmaktan öte bir şey yapmayanlardır asıl aylık olanlar. İşte vitrinin arkasına kurulmuş, koca göbeğini sergileyen, iş teşhircisi şu salak çikolatacı! Aylağın önde gideni! Bize ne canım, ister çalışsın ister çalışmasın. Çalışma, iş güç, hepsi riyakârlık! Kendini sürükleyen şu zavallı kötürüme baksana! Çalışmak budur işte… İyi ama ne biliyorum ki onun hakkında? ‘Kardeşim bakar misin?’ Kardeşim mi? Ne bakımdan kardeşiz? KötürümIükte mi? Hepimiz Âdem’in çocuklarıymışız. Ya şu Joaquinito, o da mı Âdem’in çocuğu? Hoşça kal, Joaquinito! Al işte, başımızın belası otomobil, ortalığı toza dumanı katarak geliyor. Böyle mesafeleri alt ederek ilerlediğimizi mi sanıyoruz? Yolculuk çılgınlığı, philotopi’den değil, topophobia’dan geliyor. Çok yolculuk eden, varacağı yeri arayan değil, varmış olduğu yerden kaçandır. Gitmek, boyuna gitmek… Ne can sıkıcı bir zımbırtı şu şemsiye… Dur hele, o da ne?”
Onu gözlerinin peşi sıra sürükleyen genç ve çekici kadının girmiş olduğu evin kapısında durdu Augusto. Onu takip etmiş olduğunu ancak o zaman fark etti. Kapıcı kadın, ufacık şeytani gözleriyle Augusto’ya bakıyor; bu bakışlar ona yapması gereken şeyi telkin ediyordu. “Bu dişi Kerberos,” dedi kendi kendine, “peşine takıldığım hanımın adını ahvalini sormamı bekliyor; böylesi uygun olacak gibi gözüküyor. Başka türlü davranmak, bu takibi sonuçsuz bırakacak. Başladığın işi sonuna kadar götürmek gerek. Eksik yapılan işten nefret ederim.” Elini cebine attı; yalnızca bir durosu vardı. Bozdurmanın sırası değildi; bozdurmaya kalksa vakit kaybedecek, önemli bir fırsatı kaçıracaktı.
İşaret ve başparmağı yeleğinin cebinde, “Saygıdeğer bayan,” diye seslendi kadına, “aramızda kalması koşuluyla, az önce içeri giren hanımın adını söyleyebilir misiniz bana?”
“Bu bir sır değil beyefendi, bir kötülük de yok bunda.”
“Söyleyebilirsiniz öyleyse.”
“Adı Bayan Eugenia Domingo del Arco.”
“Domingo mu? Dominga olmasın.”
“Hayır beyefendi, Domingo; Domingo onun ilk soyadı.”
“Kadının adına eklendiğinde Dominga’ya dönüşmesi gerekir bu soyadının. Dönüşmemesi uygunsuz olur.”
“O kadarını bilemem beyefendi.”
Hâlâ parmakları cebinde, “Söyler misiniz, kuzum!” dedi Augusto, “Neden böyle yalnız çıkıyor sokağa? Bekâr mı, evli mi? Annesi babası var mı?”
“Bekâr ve öksüz. Akrabalarıyla oturuyor.”
“Baba tarafından mı, anne tarafından mı?”
“Babasının ya da annesinin kardeşleri sanırım.”
“Bu kadar bilgi yeter de artar bile.”
“Piyano dersi veriyor.”
“İyi çalar mı?”
“O kadarını bilmiyorum.”
“Pekâlâ, bu kadarı yeterli; zahmetinizin karşılığı olarak şunu alın lütfen.”
“Teşekkür ederim, beyefendi, teşekkür ederim. Sizin için yapabileceğim başka bir şey ya da ona iletmemi istediğiniz bir mesaj var mı?”
“Olabilir, olabilir… Ama şimdi değil. Hoşça kalın!”
“Emrinize amadeyim beyefendi. Ağzı sıkı biriyimdir; merak etmeyin.”
Kapıcı kadının yanından ayrılınca, “İşte bu kadar” dedi kendi kendine Augusto, “Nasıl ayarladım ama kadını! Öyle tavır almadan falan dikilemezdim orada zaten; neler söylerdi arkamdan; bilirim kapıcı takımını. Demek Eugenia Dominga adı, hadi Domingo olsun, del Arco. Çok güzel. Kaydedeceğim. Unuturum falan. Hafızaya yardımcı olmanın en iyi yolu, cebinde bir not defteri taşımaktır. Eşsiz dostum Bay Leoncio, ‘Cebinize sığan şeyi kafanıza tıkıştırmayınız’; derdi. Şunu da eklemeli ki, tamam olsun: kafanıza sığan şeyi cebinize tıkıştırmayın. Ya kapıcı kadın, onun adı ne peki?”
Geriye dönüp birkaç adım yürüdü.
“Bir şey daha sorabilir miyim, saygıdeğer bayan?”
İspanyol düşünür ve yazar Miguel de Unamuno varoluşçu akımın öncülerindendir. 1864 – 1936 yılları arasında yaşamış, en önemli eserlerini 20. yüzyılın başlarında vermeye başlamıştır. Roman, öykü, şiir, deneme ve oyun türünde eserler vermiş Unamuno, militarizmi, şoven milliyetçiliği ve dogmatizmi eleştirdiği için 1924 yılında Miguel Primo de Rivera tarafından Fransa’ya sürgüne gönderilmiştir. 1930 yılında tekrardan Salamanca Üniversitesindeki görevine dönen Unamuno, bu kez de diktatör Franco’ya karşı çıktığı için ev hapsine mahkum edilmiştir. Tutuklu halde, 31 Aralık 1936 tarihinde ölmüştür.
Miguel de Unamuno`nun için her kitabı aslından okumak gibi bir takıntısı olmuş ve bu yüzden Yunanca ve Latince dışında on altı yabancı dil öğrenmiştir. Bu da yazarı ilginç kılan özelliklerden biri. Bu dil takıntısının eserlerine yansıdığı da söylenilir. Fazla uzun, dolambaçlı cümleler kurması dikkat çekiyor. Hakkında yazacağım romanı “Sis”de böyle cümlelere sık sık rastladım. Ama bunun yanı sıra yazarın dili ve anlatımı hiç de ağır değil.
Miguel de Unamuno “Sis” 1914 yılında yayımlamıştır. Esere Victor Goti isimli bir adam ön söz yazmıştır. Görünüşe göre Victor Goti romanın kahramanı Augusto Perezin arkadaşı olmuş ve yazarımız da arkadaşının ölümünü anlattığı kitaba ön söz yazmasını rica etmiştir. Ama Victor Goti
nin gerçekten var olup olmadığını anlayamıyoruz. Ön sözü yazarın kendisi mi yazmış, okura bir oyun mu oynamış bunun romanın sonunda anlayabileceğiz.
Roman kahramanı Augusto Perez varlıklı, bütün gün sokakta aylak aylak dolaşan, kafasında bin bir türlü fikir üreten, işi gücü arkadaşı Victorla satranç oynamak olan bir karakter. Bir gün de böyle amaçsızca dolaşmak için sokağa çıkan Augusto Eugenia adlı bir piyano öğretmeni ile karşılaşır ve onun gözlerine aşık olur, belki de aşık olduğunu zanneder. Augusto
nun trajedisinin temeli de bu olayla atılmış oluyor diyebiliriz. Eugeniaya mektup yazıp aşkını itiraf eden Augusto cevap alamaz, daha sonra ise red cevabı alır. Eugenia Mauricio isimli bir delikanlıya aşıktır, Mauricio ise çalışmaya niyeti olmayan, bir kadının kazancı üzerinden geçinmeyi yeğleyen bir karakter. Augusto Eugenia
nın başkasını sevdiğini öğrenince onun için savaşacağını söyler. Ama daha kendi duygularından, aşık olup olmadığından bile emin değildir. Garip olan Eugeniaya aşık olduğunu zannettiğinden beri başka kadınları da görmeye başlamasıdır. Örneğin evine çamaşırları getiren ütücü kız Rosario
ya karşı birdenbire ilgi duyması buna bir kanıttır. Bu konu üzerine düşüncelerini bir rastlantı nedeniyle sokakta bulup eve aldığı köpeği Orfeo`ya anlatıyor. Kadınlarla ilgili ilginç düşünceleri vardır ve onlar üzerine bir inceleme yapmaya karar verir.
Bu arada Eugenia sevgilisinden ayrılmıştır, Augusto da evlilik teklifi yaparak onu deney kurbağası gibi kullanacağına karar verir ama tam tersi olur. Eugenia evlilik teklifini onun parasını kullanmak için kabul eder. Daha sonra Eugenia tarafından aldatıldığını öğrenen Augusto zayıf kişiliği nedeniyle buna dayanamayacağını söyler ve intihar etmeye karar verir. Ama bu intihar bizim bildiğimiz yollardan olmaz aslında. Romanın ilginç yanı kahramanımız intihar etmezden önce hayat hikayesini anlatmak üzere yazar Unamuno ile buluşuyor. Eserin yazılmış olduğu dönemi düşünürsek Unamunonun bu buluşu olağanüstü ve cesaret isteyen bir adım sayılır. Yazar kendisini esere dahil etmenin yanı sıra olaylara müdahale de ediyor. Unamono
nun yaratmış olduğu hayali karakter olan Augusto ile diyaloglarında, kahramanımız kendi varoluşunu sorguluyor. İnsanın anlam arayışı, varoluşu, hayatın anlamı, yaşam ve ölüm temaları ele alınır. Kendi varoluşundan kuşku duyan, var olmadığını iddia eden Augusto sık sık Decartes`in “Düşünüyorum, öyleyse varım.” fikri üzerinden varoluşu sorgular. Zayıf bir karakter olan Augusto intihar etmeye karar verse de yazar onu öldüreceğini söylediği zaman korkuya kapılır ve ölmek istemediğini söyler. Unamunu kahramanın bu tavrı üzerinden insanın ölümsüzlük arzusuna da değiniyor. Romanın bu kısmında sis kelimesinin tanımı ve yazarın amacını açıklayan fikirler de yer almaktadır.
Eserde ana karakterin hayat hikayesinin yanı sıra arkadaşı Victorla onun ailesi ve evliliği, yıllar sonra çocuk sahibi olmanın onda yaratmış olduğu karışık duygular üzerine diyalogları, daha sonra Antonio
nun öyküsü de dikkat çekiyor.
Augusto Perez`in sisler içindeki trajik yaşamı üzerinden insanın varoluşu, ölümsüzlük arzusu hayatın anlamı gibi konuları ele alan yazarımız romanda dönemin edebiyat olaylarına da göndermeler yapmıştır. Örneğin arkadaşı
Augustoya bir nivola yazacağını söyleyen Victor, nivola
nın özelliklerini belirterek bununla yeni bir edebi tür yaratmış olduğunu söylüyor.
“Sis” özellikle ele almış olduğu varoluş, yaşamın amacı, ölüm, ölümsüzlük konuları açısından okunmaya değer bir klasik roman. Miguel de Unamuno`nun farklı kalemi ile tanışmak için iyi bir seçim. Mutlaka okuyun derim.
Sis
Miguel de Unamuno
İş Bankası Yayınları
240 sayfa