Nebih Nafile ve şiiri Üzerine
|Mustafa Söylemez|
Önce kitap kapağında şair adının sarı renk duruşunda Antakya eski evlerinin taşlarındaki sıcaklığı buldum. Yazın üzerine serilip, yatıp serinlediğimiz; kışın sıcak o eşsiz taşları algıladım. ‘’Su duruluğu’’ şiir kitabı adının yerleşiminde de Asi Irmağının o çocuksu akışını gördüm. Bölge insanımın kitaplarını ısırır gibi okurum. Okuduktan sonra da sevişmiş gibi olurum. Bu benim aşrı övgü, orantılı sövgü yapmama gerekçe olamaz. Kendi gerçeğimin terazisinde ne varsa onu yazarım. Ne yüceltirim, ne alçaltırım. Lafı dolaştırıp dağıtmayalım, gelelim meselemize. 7. Sahifeden ‘’OKYANUSUM OL’’ şiiriyle okuma öykümüz ve keyfimiz başlıyor.
’’Güneşin doğmasını beklerken korkuların gelgitlerinde.’’
Umutla bekleyiş, sevgilinin ayaklarında gelgit içinde ıslanmak, kum olmak, martı olmak şiir insanının öyküsüne işliyor.
‘’sokulurum
iyice-sıcak tenine s/özüm’’ dizesiyle dil derinliği ve düşünce derinliğinde
gelmiş olduğu olgunluk bana umutlar veriyor. Şiire sokulmak, söze sokulmak onu
sıcak tende yaşanılmışlıkla ödüllendiriyor. ’’Bakışlarından yakamoz
topluyorum,’’ dediğinde Asi ırmağına düşüp bir kuru yaprak oluyorum.
Ölümsüzlükle tanışıp okyanuslara yol alıyorum.
15.sahifede şair bizi bizden
alıyor.
’’bir kadının koyuvermesi gibi kendini-gün geceye teslim oldu.’’
Burada o aşkın ilk ve tek bakış, birlikte oluş, çarpılma anıyla karşı karşıya geliyoruz. İlk aşk bir daha olmaz, olursa adı ilk aşk olmayacaktır. Son aşkta hiç üzerine şiir yazılacak bir aşk değildir. Zaten ilk aşk, son aşkı da kaçarken çantasında alır götürür. Sonraki arayışlar, ayılıp bayılmalar o çantada giden içindir. Kitapta arkadaşımız gece metaforunu (eğretileme) güzel ve fazla kulanmış. Gece şairi –diyesim- geliyor. Ama Nafile şiirinde gece türlü kuşların sesiyle, sihirli gökkuşaklarıyla, çarpıcı ışık ve renklerle doludur. Sanki geceyi güneşle boyamış arkadaşımız.
’’Suskunluğum da gecemin-haykırışım ol-özlem gözyaşlarımın mendili.’’
İlk
aşka bir özlem burcu-burcu kokularla doluyor. Sözünüzü balla keseyim, bu güzel
yorumu Nafile’nin adını değiştirip; ters çevirsek ELİFAN HİBEN yapsak yurdunu
da uyduruk bir devlet adı ile Nanuyistan ’’Yunanistan’’ gibi büyük
gazetelerimizin kitap ekleri ‘’armut piş, ağzıma düş’’ iştahıyla basarlar; hele
bir de o yabancı isim ve şiirlere yalakalık etmeyi meslek edinmiş kimilerinin
adına benzer bir eleştirmen adı da eklersek. Şimdilik bu konuyu kapatalım.
Güzel kitabımıza dönelim.
21. sahifede ozan coşuyor, çığlık atıyor. Devleşiyor
‘’Yaşamak!-kan gibi kırmızı-kırmızı gibi sıcak olsun.’’
Bu
çığlıkta bale yapan gizemli sevgili görüyor, ön planda şarkı söyleyen kişi
elinde sazıyla duyumsuyoruz. Nafile’nin kitabını en az bir haftada okumayı ve
şiir gemisinin içinden çıkmadan eleştiri yapmayı kurgulamıştım. Bir baktım ki
kitap avuçlarımda bitmiş. İkinci ve üçüncü kez okumam gerekti. İstanbul
eleştirmenleri gibi okumadan da çok güzel bir kritik yapabilirdik Tek dakikalık
sahifelerin başlıklarında bir sörf ve kitapla ilgisi olmayan genel-geçer söz
yığınlarıyla işi geçiştirirdik
Gelin birlikte kitaba girelim.
Yeni bir şiiri birlikte tadalım.
‘’dün
bugün
hep yanmadık mı
yarınları
düşlerken,’’ shf.54 /şiirinde yaşama ve geleceğe nasıl da tutunuyoruz.
Geleceğe, torunlarımıza olan borcumuzu derinden duyumsamak güzelliği, ne güzel?
Devamla;
‘’Otuz yedi yerinden
kanasa da sol yanımız
yine de sazımız çalınacak
yine de türkülerimiz söylenecek
dönülecek semahlarımız’’
Şiiri bizi
aslımıza döndürüyor. Kimliksizliğimiz sona eriyor. Ezilenle, emekle halkla aynı
karından ağlayarak doğduğumuzu görüyoruz. Evrensel kardeşliğimizi tadıyoruz.
Birbirimizi başkaları sanma yanılgımıza bir son verme isteği bağrımızda
boylanıyor.
66.sahifede soluklanmak üzereyiz. Oysa ;
‘’dağdaki ağaca
bayırdaki çiçeğe su veriyorsun
neden korkuyorsun gitmekten derken’’ dizeleriyle yaşlılığa bir zenginlik bir
anlam kazandırıyor. Derisini omzuna atıp yürüyüp giden pir olmanın tadına
ulaşıyoruz. Sürekli değişim ve ölümsüzlük Yediğimiz taşlar içinden bir gül olup
bağrımıza düşüyor. Aragon, Viktor Hügo, Fuzili, Nazım Hikmet etkileri
şairimizde görülüyor. Bu zenginliktir. Şairin dünya şirinden etkilenmeden,
şarkıcının Sezen Aksudan, türkücünü Neşet Ertaş’tan, Halit Arapoğlu’ndan
etkilenmeden bu maratonda ilerlemesini düşünmek doğru olamaz.
Kaldı ki sadece Homeros için yüz bin kitap yazıldığı düşünülürse; (Bizde hiç
yok. Yani Türkiye’de sadece kısa makale ve yazılar var) Geçmişi daha derin
inceleme gereğimiz var.