Karda renk değiştiren kırmızı atkı / Mehmet Hameş
Çocuk gülücüğü atıyor ay. ne yağmura ne de buluta aşık. dupduru bir gökyüzünde el ediyor çocuklara. kim bilir hangi coğrafyada sesleniyor aydedesine, yeni dillenmekte olan çocuk. bense sana yazıyorum.
komşu yoksulu dairelerde kaldık
ellerinde kırık mızıkalar taşıyan
rüzgara ayak uyduran çocuklardık
birbirimizi kırdık oyun üzerinde
paslanmış bir geçmişle
olmamış geleceğin arasında
bu tedirgin bekleyiş
hayatımızın şimdiki hali
sonsuz boşluğa bir yıldızın kayışı gibi kayıyor kalemim. mavi mürekkebin yüzünde gölgeleniyor yüzüm. ah, acının saf meleği, her yana yansıyan hicran iksiri, kekliği kapana kıstıran bahar gerçekliği. uzaklardan, çok uzaklardan geliyor şafağın ayak sesi: gündüzü karşılama, gündüzü uğurlama sancısıyla kıvranıyor an. ki ben sana yazıyorum.
balkona tüneyen yalnızlık
kıyısı kalabalık su seyri
hayalini bol bulutlu göğe yüklüyorum
acımı dizginlesin, gözlerimi dindirsin diye
dün gibi gittin. ah, ne uzundu o gidişin. hâlâ kulaklarımda çınlıyor: ‘kalabalık kaldırımlarda yalnızdık, olgunlaştık sevinçleri beklemekten’ cümlesi… ‘dur, unuttuğunu al, parçalanmışlığımı, parçanı…’ demeye bırakmadın, arkana bakmadan gittin. ah, ne kederliydi o gidişin!
aşk benim ruhumda özgür, onunla büyür… sen ışığa göre yürürsün, bense karanlığa… yıldıza ışık saçtıran gökyüzüdür. sıradan ışık seni aldatıp, kendini yıldız sandırır. unutma bir yıldızın en parlak olduğu an kendi olduğu andır.
her gölge aslına uygun şekillenmez. söylediğin suç, suç değildir. aşk deliliktir. durgun bir göl gibi yıkayıp, dudağını dudağıma yaslayıp, düş devşiren, sevgi biçen; aslı olup kerem doğuran, kalbini çıkarıp kalbime adak diye sunan deliliğe aşığım ben.
ey gönül, güle gücenmek yok, bütün suç kışta.
geçen sonbaharda almış olduğun kırmızı atkı şimdi yine boynumda. karın kırmızıyı aka dönüştürdüğü, kolunu boynuma dolayan, tenin kokan, terin kokan o atkı…
ah pembe tokalı mektup, çok şey var bize dair, fakat virgül yok.
sen aşk acısı nedir bilir misin dostum? bilir misin tepeden tırnağa yayıldığını? ben bilirim. filistin askısı gibi eziyetli, ülkesinden sürgün edilen göçmenin duyduğu hasretlik kadar kederli ve yokuş yukarı fil ölüsü taşımak gibi zor. fakat şunu da bilirim: yağmur nehri sevindirir, nehir denizi, deniz okyanusu. su ısınır buhar olur, buharsa doğurur bulutu. su uğundukça boğulur toprakta.
kulağına taktığım taş küpe
zülüflerinde turunç çiçekleri
sesi ölmüş bir denizle
unuttuğun adrese gidemezsin
kentin sabrında lav uğultusu
keşif yapan bir tayyare
iskelede mutluluk boşluğu
buz kurgu artık mersin
can titreği cenaze evinde
kendine öfkeli yaşayan
hangi çizginin üstünde nokta
hangi anıda yara bilemezsin
sokak sesleri sönecek
dokunsa iyi gelecek sızıya
yoksa kurşuna dizilecek
düşleri dilsizin
unutulan kan koku-
su boğuldu göğsünde akdeniz’in
o bir kuğu yüzüyor gölünde
gelme derse neylersin
hayat: ayağı kışta kırılmış at.
yüzüme bakmadan gittin: senden yapılanana bende parçalanana… oturduğumuz şu balkona, birbirimize aktardığımız kuşkuya, sokağa el sallayan çamaşıra, karanlığa dalıp dalıp kaybolan yarasalara bakışımız geliyor aklıma… sessizliğimizi boğan darbukaya, çıplaklığımızı ele veren sokak lambasına, aşk fısıltılarımızı anlamsız kılan çöp arabalarının homurtusuna küfretmek geliyordu aklımıza… gözlerime bakmadan gittin. ah, o gidişin ne zordu!
balkon: denizsiz sokağın gemiyle yolculuğu
yarasa: gecenin gerçekliği karanlık basınca
darbuka: can sıkıntısında çingene oyunu
kuşku: kasvetli sorulara anlamsız yanıt oldukça
lamba: karanlığa dokundukça uyanır uykusuzluğu
hesabın kitabın makbul kılındığı anlarda, sinsin oyunları oynardık çocukluğa çocukluk katmak için. susuzluğumuza çölü çağırsak da vahaları görmezdik, düş kervanında. en ince yaprağına tutunan bulut olmak isterdim oysa, yaz yağmurlarının kervanına katılmak için… saf olana sinen kir gibi, şehir yalnızlıklarında bana benzediğini sanarak, yanılarak o oyunlarda dili oldum acıların… güneş binlerce baktı, binlerce battı aşk kuyruğunda sıra gelmedi bana. rüyadan uyandığımdaysa çoktan kurulmuştu darağacı.
kelebekler kozalarından çıktı çiçekleri geziniyor
yeryüzüne sevdalı gökte bulutları savuruyor rüzgâr
bir o yana bir bu yana
sabahı karşılama, soluma sancısıyla kıvranırken an, sana çınar dallarının uzandığı o dar balkondan yazdım bunu.
ey dokunduğu yeri imleyen su
buğulu söndürdüğün köz
ah, bendeki aşk hâlâ gecekondu
h i ı j k l m n: çöl çöl