İlk Düşüm Sinop | Hatice Altunay
|Sinop Yolları…
Yıllarca düşünü kurduğum ilk kez yollarına düştüğüm şirin bir kent Sinop… Buraya en mutlu kent diyorlar. Sinoplular, güler yüzlü, çok beklentileri olmayan bir kent izlenimi verdi bana. Bana sanki memur ve öğrenci kenti gibi de geldi. Asık suratlı, siniri tepesine çıkmış Sinoplu göremedim.
Sahil boyunca uygun çay bahçelerinde balık ekmek yiyebiliyorsun hem de çok uygun.
Küçük şirin denizin kıyılarına vurduğu şirin bir kent oluşu fazla beklentilere kapılmayan bir kent oluşumu mutlu bir kent yaptı belki de burayı. Sinop ben de Sabahattin Ali’nin dizeleriyle yaşadı.”Duvarları yaladı dalgalar.”
Sinop Kitap Günlerinin üçüncüsüne KÜSADER’in(Bafra Kültür Sanat Derneği)Özgürlük ve Barış temalı öykü ödüllerini de Sinop’ta alacaktık. Sinop’a hem ödül törenine, hem de Asuman Toraman’ın organize ettiği kitap günlerine katılacaktım. Küsader’in ve Bay Genç Yayınlarının standında yer alacaktım. Yazar olmak çılgın olmak demekti biraz, çılgınlığa yelken açmak…
Sinop Bir burun kenti oluşundan dolayı karadan ulaşımı Marmaris’ten kolay olmamıştı. İlkin Samsun sonra Sinop’a geçmek durumunda kalmıştım. İlkin yorgun argın kitap gününü tamamladım. Ayder Yaylasında tanıştığım meslektaşım, zümredaşım Serap beni yalnız bırakmadı. Standımıza elleri, kolları dolu geldi. Sinop Cezaevini ve tarihi yerleri gezdirmeye söz verdi. İnternette ilk kitap fotoğraflarını paylaşınca meğer Sinop öğretmen okulu mezunu lise öğretmenim Ayşen Suntekin’in ablası Mahbube hemen yorum yazdı. Ayhan Kotra’ya uğramamı istedi. Çok işlek bir caddeymiş. Serapla onu da ziyaret edeceğiz. İnternet öcü böcü derdim ya kendim bile kendime şaşıyorum. Öğretmenlerimin öğrencisi, benim öğrencilerim beni buldu nihayetinde.
Serap beni geçip gittiğim fark etmediğim yolağzında Ayhan Kotra yazılı gemi, yelken modelleriyle tüm camekânlar süslü bir dükkâna getirdi. Adı Ayhan olan güngörmüş seksenin üstünde dükkân sahibi adama Mahbube ve Necdet’in selamını getirdim deyince, hastalıktan yeni dönmüş yüzüne gülümseme geldi. Geçmişe gitti. Öğrencilere evini, sevgisini açan müthiş bir adam. O kadar mutlu oldu ki bir selamın kırk yıl hatrı için bir şeyler içtik. Öğretmenimin ablası deyince Ayşen öğretmenimi de anımsadı “Ne güzel insanlar. Eğitmenler onlar. Necdet bu yıl gelmedi .”dedi. İzler ne kadar önemliydi hayatta. Silinemeyen izler. Arkadaşım bize armağan aldı dayanamadı. Bir kaç gün önünden geçtim dükkânın Ayhan Beyi göremedim ondan bana kalan birkaç sıcak cümleydi o kadar.
Sinoplu günlerimizde serbest zaman aralığında arkadaşım Meral ve bendenizi Serap Temren arkadaşım sağ olsun öncelikle Diyojen anıtına, sonra Sinop Cezaevine götürdü. İbrahim Çenet’in ve tüm Egenin, Torosların selamını getirdim Diyojen’e. Sinop Cezaevine girişte Sabahattin Ali’nin Aldırma Gönül şiirini tonlamayla okurken, bakıp geçtiler.Kimi gülümsedi, kimi düşüncelere dalarak yürüdü içeriye doğru. Kimler yatmış cezaevi analizleri bazılarını hiç ilgilendirmedi. Biz tarihi yeniden yaşayan üç kişiydik… Tarihin kucağına terk edilmiş bir cezaevinin nemli, yoğun kokusuyla içeriyi gezmek üzerimize hüzün bulutları bırakmıştı. Tel örgülerin içindeki hayatı düşünmek akıl dışı olguları dokurken, sonradan yazılan ezici yazıların altında nasıl bir trajediydi gezilen mekân. Biz de yaşanan trajedinin dışında iç ve dış mekânlarda anların fotoğrafını çekmiştik. Tarih tekerrür etmezdi. Bir nehir de iki kez yıkanılmazdı öyle tarihe geçmişti düşünürlerin sözleri.
Tarihi medresede kahve ısmarladı can arkadaşım Serap. Kahvenin sunumu da tarihi dokuluydu, cana değdi.
Sinop’ta alışılmışın dışında uçuk kaçık insanlar da yaşıyordu. Diyojen anıtına dua okuyan dönüp dönüp bize de dua okuyan yaşlı adam gibi. Kendisini fotoğraf karesine, bize anı olarak dâhil eden.
Sinop kitap fuar alanını hareketli radyo türküleriyle dolduran neşeli adam gibi… Sinoplu bir avukat emeklisi, yalnızlığın demlendirdiği aydın gibi…Kayıp Kadınlar kitabımda elleri ve belleği kalan başı örtülü anadolu kadınına seslenişim boşuna.
“Saçın varsa tarağını kendin taşı.”Sözüyle kocasının yürüyüp gittiği yola yetişmeye çalışan ekonomik özgürlüğü olmayan kadın gibi.
Sinoplu eğitmen Kemal Bey ve ekibi bizi birçok yerde ağırladı. Kahvaltı ve kısa gezilerle… Konuksever Sinoplular bizim kitaplarımıza ilgiliydi de bürokratlar her zamanki gibi ilgisiz. Milli eğitim her yerdeki gibi kapı duvar… İsterdik ki yazarlarımızın kitapları alınsın kütüphanelere okunsun diye armağan edilsin. Ben Serap arkadaşım aracılığı ile Sinop kütüphanesine kitaplarımı imzalı olarak armağan ettim.
Sinop kitap fuarı beklentimizin altında sona erdi. Kişisel olarak yaptığım masrafımı çıkaramadım zarardaydım ancak, yeni dostlar, yeni arkadaşlar, biraz da Sinop gezisi anlamında kazançlıydım. Yeni yazın dünyası olarak bizler biraz daha güçlendik. Her kitap fuarının aksaklıkları olur mutlaka. Tamamen ranta dönüşme yolundaki kitap günleri bazen de can yakıyor. Umuyorum fuarlarda tüm kurum ve kuruluşlar dayanışma içinde yazarlarına destek verir, yalnızca fuarı gezmek ”Hoş geldiniz.” deyip geçmek değil! Hiç başaramadık belki günün birinde algı değişir diye umut biriktirmekteyim.
Fuar işi ekip işidir. Ekip el ele verince verim yüksek olur. Küçük kentlerde büyük beklentiler içinde olmak hepimizde hayal kırıklığı yaratabilir. Kendi adıma tarihi, kültürel ödül töreniyle taçlanan anılası bir Sinop’tur belleğimde kalan.
Hatice Altunay