Günün Hikayesi | Sen Gideli | Fikret Ürgüp
Bütün Hikâyeleri: Okuyan Us, s.58-60
Gidecektin!
Gökyüzünün bir tanesi, gözyaşlarımın gölünde ne arıyorsun? Avucumun derisinden yarattığın al çiçek, elveda!
Senle benim yandığımız senfonide çardaklar, kuzgun turnalar, tekerlekler, ölü kuşlar, idare lambaları, donmuş göz bebekleri, fırlayıp gökyüzüne tuzla buz oluyordu. Tayfunun sarı güneşi kanımızı dondurdu. Çilemizin şarkıları gırtlağa düğümlenen haykırışlardı.
Hatırla ama! Kıvranışlar, yalvarmalar, kan lekeleri, çocukların gözyaşları, cerahatler, destelerle gönül yarası. Düğünlerde, bayramlarda çalınan bandoların yalnızlığı… Göz dibine yerleşen yabancı renkleri, bilinmeyen ülkelerin… Göz dibinde anlatılmaz haritalar.
Duyguları söndüren sonbahar güneşinde, gidip gelmeyenleri yeniden yaşatmaya çalışıyorduk, boşuna! Parça parça anıları birbirine ekleyip kesintisiz bir hayat yaratmak istiyorduk. Görüntülerin gerçek ve eklentisiz özelliklerine dönmeleri için çırpınıyorduk, senle ben, sarı tüylü balıkçıl, bizi bulan karga, senin Kornval kıyılarında yıkanmış lacivert gözlerin.
Şimdi ben mutluluğa ermişten sonra kader yangınlarında onu kaybetmiş gibi anılar içindeyim. Her sabah dünyaya yeniden doğup gözlerimin kamaşması geçinceye kadarki ölçüsüz zamanda, bütün duyguların özlemini yaşıyorum. Yaşanmamış hayatları yaratmak çabasında yalnız mıyım, değil miyim, bilmiyorum.
Kimdi bizle alay eden, olmayanı olmuş gibi hissettiren; kayıpların acısında yanmamız için?
Başka yerde doğan güneşlerin soğuk ışıkları kumsala yayılırken, arka üstü, uyuyorsun. Ağzın açık. Dudağının arasından nefesini içiyorum. Havadan başka bir şey dalga dalga aramızda… Kalçalarının yuvarlak yamaçlarında, dizlerinde ellerimle emekliyor, en güzel yolculuğa çıkıyorum. Gözlerin açılınca o gün orada, kuşu ilk olarak görmüştük, kızıl gözlü kargayı. Bizden daha da yalnız… Sonra, o kadar şeyler oldu ki, bizi ayıran şeyler. Yalnızlığımızdandı hepsi; senle benim ayrı ayrı yalnızlığımız.
Sen gideli, unutulmuş dillerin anlamsız kelimelerinde boğulup kaldık. Sensizliği yaşıyoruz, ihtiyar kargayla ben. Düşünür gibi, duygusuz. Göğsümün içinde senin gözlerin yanıyor da ağlamıyorum kaybolanlara. Nasıl bıraktıysan öyleyiz ikimiz. Sensiz.
Karganın yemini unutmuyorum. Tüyleri pırıl pırıl… Ne isterse anlıyorum. İhtiyarlıyorum.
Sen gideli suçumuz incelendi kelimelerde. Boş çıktı.
Harcanmıştık. Gel artık!
Masal taşları topladım rüyalarımda, en güzel yakuttan bir yıldız göğsünün ortasını süsleyecek.
Dudağın aralanmış, dişlerin gülüyor. Rahat nefes alıyorsun. Yeraltından toplanmış yabancı bakışı gözlerinin Kornval’ın denizinde yıkanıp lacivert olmuş. Hangi güneşlerin yaktığı teninde çürümüş yaprak kokusu.
Yüzlerimiz aynada birleşince kendimi mutlu hissediyorum. Gülüyorsun; yabani kestane kokuları yayılıyor.
Ağır ama yüklü bir müziğe ayak uyduran, gözlerden yapılmış demetlerle geliyorlar sonuncu birleşmemizi kutlamak için. Akıllılar, akılsızlar, muhterem çılgınlar, öteye gidip gelmiş seyyahlar, kızgınlar, bağışlayanlar, susanlar, konuşanlar, saz şairleri, yutturma insanlar, her cinsten, hepsi; şaklabanlarla papazlarla süslenmiş; gözlerden yapılmış demetlerle geliyor düğünümüze.
Hangi topraklardan yoğrulmuş mağara bekçileri, soyları kaybolmuş sihirbazlar, kayalıklarda uykusu kaçan kertenkeleler, hortlayanlar, ölüp dirilmiş harp esirleri, yeni doğmuşlar, dudakları kımıldayıp sesi çıkmayanlar, kollarını bacaklarını unutup da gelen rüya bekçileri. İşkencelerin bayram yerinden dönen kafileler; senin lacivert kirpiklerinin çelik dikenlerinde delik deşik ilerliyorlar.
Omzunun sarı aydınlığında aynaya bakınca kendimi mutlu görüyorum.
Islak renkli, boncuk boncuk toprak kurtları kımıldanıyor içimde seni andıkça.
Oysaki! Diz altı dargınlığında akrabalar sebepsiz bekleşiyor. Susamışların dönek alınlarında kanat lekeleri. Mezatlarda kucağında uyuyan çocuğu sallayan anaların bekledikleri… Çiçek bozuğu aylarda görülen kaderlere boyun eğmiş çocukların hıçkırıkları.
Geçmişteki hayatı insanı bırakmıyor.
Uzaklara gidip geldim. Bakınıyorum: Dar sokağa giremeyen yarım ay. Sakat evlerin destekleri… Küflü duvarlara sürtünen sevgisiz kediler. İpince, kül rengi sokakların kahır testileri…
Acıkanlar. Çöp tenekelerinde kısmet arayanlar. Kahvelerde ömür yiyenler. Eskisinin aynısı. Uzaklardan geldim unutmak istiyordum. Ama işte, senle ben ay Işığında kendimize kavuşuyor, kaderlerin sonuncu oltasını çeken balıkçıların arasında yeniden sahilci oluyoruz.
———-