GÖNÜL ÇİÇEĞİ | Yelda Karataş
Yavrum sen ateşten gömleği sırtında bir halkın yalnızlığını bildin mi hiç
Osman Osman bağıranların kuşak bıçak ruhta yalan dolaştıklarını görmedin mi gördüysen de çözemedin mi neden akar anaların göz yaşı
yazdık her on yılda bir yine yazarız postalların altında ezilmeyen ruhumuzun kalemiyle sökülen tırnaklarımızın sesiyle tarihin dişi göğsüne isyan diye yazarız.
yavrum sen insan alfabesini hala çözemedin mi
kalbin bardağından diyorum. her dilde. keder ve hasret öyle içilir. ki ama sen aynalarda hep kendini ararsın üstelik iç bükey. yazık. ayna ağlar sen görmezsin halini . hepten yazık. demedim mi
bir bozkırda. bir unutulmuş dağ evinde ya da
gün ortasında Şattularap‘ta bir çay bardağı tutacak zamanın olmadı mı o güzelim insanlarla
yavrum sen kendi bayrağına ağlarsın yüz yıllardır önünde diz çökülen insanlığın kalbi hangi renk bilmezsin ki. hiç hayal etmedin hiç.
söyledim okumadın mı göğe bakma durağı bir durak değil iki gözün yoludur ve maviye yeşile ve hatta toprağın ruhuna dair gerçekler taşır
yavrum sen hayatın gerçeğini yalnız kendin için sanırsın hayat her an değişir sen yeter ki gerisinde kalma gerçeğin
üç tarafı hüzünlerle kaplı bu toprağın çocukları yüzyıllardır yürürler devrime inatla boşa kürek çekmeyerek. küreği hiç sana emanet etmediler çünkü.
sen bir yavrunun bakışına dikkat etmezsin. çünkü. gönül çiçeği nasıl dirilir şefkatle bilmezsin. naylon çiçek yakanda solar çünkü
demiştim. yine derim. herkes siyaseti bırakır ya da başlarken bir hesap uğruna
sen bir gün öğrenirsin aşktır en büyük devrim insan çağında
Yelda Karataş