FİTNE FÜCUR ADALET
Dostları onu Ada diye çağırırdı. 1910’da doğup 1970 yılında kansere yenik düşerek ölen Adalet Cimcoz, bana göre, Türkiye tarihinin en renkli kadınlarından biridir. Önce dublaj sanatçısı olarak adını duyurur. Ağabeyi bir dönemin ünlü dublaj yönetmeni Ferdi Tayfur’dur. Ferdi Tayfur’un dublajda birlikte çalıştığı eşi Melek bir gün hastalanınca, King Kong filmindeki kadın sanatçıyı seslendirmesi için ağabeyi Adalet hanımı stüdyoya çağırdı. Geliş o geliş, yıllar boyu tüm kadın oyuncularımız Adalet Cimcoz’un sesiyle beyaz perdede vücut buldular.
Adalet Cimcoz ‘un sanat yaşamımıza diğer bir önemli katkısı da 25 Aralık 1950’de Türkiye’nin ilk özel sanat galerisi olan Maya’yı açmasıdır. Burası sadece bir galeri değil, İstanbul sanatçıların toplanıp konuştuğu bir mekan olarak ün yapmıştır. Zahir Güvemli, “Maya, kısa zamanda genç istidatların kâbesi haline geldi. Sade bir galeri değil, aynı zamanda bir mahfil (lokal) vazifesi de görüyordu. Genç ressamlar, işlerinden çıkan sanat dostu gazeteciler, tanınmış kişiler hep oraya geliyorlardı,”diyerek aynı konuya değinir.
Adalet Cimcoz yazar ve çevirmen olarak da tanınırdı. Ankara, İzmir gazetelerinde, Yeditepe gibi dergilerde yazıları yayınlanmıştı. Tiyatro, plastik sanatlar üstüne eleştiriler, denemeler, şiir ve hikaye çevirileri yaptı. Çevirmenliği daha sonraki yıllarda iyice benimseyerek Alman dilinin tanınmış aktarıcılarından biri oldu. Kitaplarını Türkçeye kazandırdığı yazarlar arasında Knut Hamsun, Traven, Kafka, Brecht, Lope de Vega, Schwarz, Tibor Dery, Kişon, Ruber-Neumann ve Max Frish ilk göze isimlerdir.
Adalet Cimcoz’un en ün kazandığı alan ise dedikodu yazarlığıdır. Fitne Fücur imzasıyla Aydede, Salon, 20. Asır, Hafta, Tef gibi dergiler ve Cumhuriyet gazFİTNE FÜCURetesinin pazar ekinde sürdürdüğü bu tür yazıları, 1946-1960 arasında İstanbul’un sosyal yaşamına ışık tutmaktadır. Bu yazılarda takma ad kullansa da, söz ettiği kişiler ve dikkatli okurları Fitne-Fücur’un Adalet Cimcoz olduğunu bilirlerdi. O da yazılarında bunu anlamaları için ipuçları verirdi. Okurları Fitne-Fücur’u öyle severlerdi ki, Hafta dergisinde “İstanbul’un en enteresan 10 kadını” başlıklı dizisini hazırlamak için dedikodu yazılarına ara vermek zorunda kalınca, mektup üstüne mektup almıştı. Bu olayı bir yazısında şöyle anlatır: “Okuyucularıma ben de kendi kafamca İstanbulun on enteresan kadınını takdim edeyim [dedim]. Başarabildim mi bilmiyorum. Yalnız bu arada sevgili okuyucularımdan tümen tümen mektuplar aldım. Aşağı yukarı hepsi “Bizi bir insan değil, insanlar ilgilendiriyor” diyorlardı. Ne halt edeyim bir defa bu röportajlara girmişim, çıkmak kolay olmadı. Girdiğim işi bitirince okuyucularımın istedikleri gibi insanlardan bahsetmeğe başladım. Bu sefer de telefonlar geldi, gazeteye de haberler ulaşmış, tanıdığımız insanları bize bildirmek kâfi değil, bize yeni ve heyecanlı dedikodular versin Fitne-Fücur diyorlar. Ne yapayım ekmek parası… Ben de bu sefer ver yansın edeyim diyorum. Okuyucu benden ne istiyor, kimin karısı kocasını aldatmış, kimin sevgilisi vefasızlık etmiş, kimin kocası ihanet etmiş… Okuyucularım bunları mı istiyorlar? O halde işte size çırılçıplak havadisler.”
Gökhan Akçura, Unutma Beni, Om Yayınları kitabından kısaltarak
(Fotoğraflar Nedim Otyam arşivinden)