Haftanın Hikayesi – Fen Lisesi / Mustafa Söylemez
Öykü
-1-
Baba elindeki zarfı cebine iyice yerleştirdi. Okula gitti. Öğretmenler odasında müdürle görüşmeyi bekledi. Müdür olabildiğince sağda, solda gezindikten sonra, gördü ki baba kendisini görmeden okuldan ayrılmayacaktı. Öğretmenler odasına sezdirmeden bir göz attı. Odasına yerleşip oyalanmaya ve iyice oyalanmaya başladı. Baba, içeri giren çaycıdan müdürün odasına yerleştiğini öğrendi. Baba ayakkabılarını çıkarıp müdürün odasına girdi. Müdür ummadığı bir ilgi gösterisinde bulunarak;
‘’Kızımız okulumuzun ilk Fen lisesini kazanan öğrencisi oldu. Çok sevinçliyiz.’’Dedi. Baba utangaç gülümsedi.
‘’Teşekkür ederim. Dershane, kayda götürmek için söz verdi. Çocuğun kaydını yaptırıp getirecek. ‘’ Dedi.
‘’Aman ha! Kimseye güvenmeyin. On gün sonra kayıt bitiyor. Ben kendim, kayda geleceğim. Gelemezsem bir muavinini göndereceğim. Ama bir durum olur gelemezsem, bana da kızmayın. Kimse gelmeyecekmiş gibi hazırlıklı olun.’’
Baba evine döndü. Atını suladı ve ot toplamaya gitti. Süt ve yoğurt satmaktaydı. Evde bayram havası vardı. İki yıldır küs olduğu emekli babası, çocuğun kaydı için kullanmaya bin lira kendisine yolladı. Aracıları kullandı. Aracılardan öğretmen olan oğlana verilen bin liranın beş yüzünü, bu kardeş yedi, yuttu. Sözde çok güvenilir ve doğru bir insandı. Kalan beş yüzü de yeğenini çarşıya çıkararak giyecek, çanta benzeri alışverişle tüketti. En çok iki yüz liralık borçla yaptığı alışverişte de, bu ‘’beş yüzü’’ de kesesine indirmiş oldu. En güvenilir oğul bu, indirmesin miydi? Buradan da babanın cebine para giremedi. Annenin kardeşleri de üç yüz lira aralarında toplayıp bacılarına verdiler. ‘’Kızına yardım olarak veriyoruz, enişte duymasın’’ diye de tembih ettiler. Anne de çok dürüsttü. Cebinden dört yüz lira ekleyip kendisine bir bilezik aldı. Gizlice alıp hemen sakladı. Babaya yine para uğramadı. Trafik oldukça sıkışıktı. Baba derin kaygılar içindeydi. Ertesi gün kaymakama çıktı. Kendisinden önce giren Belediye Başkanı konu açılınca; babadan şöyle söz etti.
‘’Adam çok şanslı bir köylümüz. Yelden, selden nereden olsa geliyor. Parası da çoktur, çuvalla parası var. Bir de buralara, para dilenmeye mi gelmiş? İhtiyacı mı var? Senden benden zengindir. Para versen kumara gider, kötü yola gider.’’ Belediye başkanı tüm sonradan görme zenginlerin ağız alışkanlığı olarak söyledikleri sözleri yineledi. Kaymakam yazı işleri Müdürünü çağırır, sorar.
‘’Bu at arabası ile süt satan adamın kızı Fen Lisesini kazanmış, para yardımı istiyor. Başkan kumar oynar diyor, sen ne dersin.’’
‘’Hangi kahvede gören olmuş, bu adamın ellerine kumar kağıdı değmemiştir. İftirayı sever bunlar.’’ Baba konuşma sıra kendine gelince, kaymakamlık makamına girdi. Kendisini dikkatle dinleyen Kaymakam;
‘’Soruşturma yapacağız, ussusülen, ondan sonra sana para yardımı yapacağız. Sana kendi cebimden ‘yüz elli lira’ yol parası vereceğim. Kendi az kullandığım elbiselerimden ve ayrıca iki kullanılmış ayakkabımı da yollayacağım. Sana gelen eşyaları liste olarak bana yazıp getir, bunlar çalabilir’’ dedi. Baba teşekkür edip ayrıldı.
Evine ulaştıktan iki saat sonra, kaymakamın arabası kapıda durdu. Gelen, paketlenmiş giyecek ve benzeri eşyaları aldı, listesini çıkardı. Ne yazık ki, kaymakamın söz verdiği iki ayakkabı yoktu. Perşembe günü yaptığı listeyi kaymakama götürdü. Ayakkabılara ek olarak, bir takım elbise ile üç gömlek görevlilerce yok edilmişti. Baba, Adıyaman’a bir gün sonra gidecekti. Cuma günü okul müdürü bin bahane uydurarak, çok kıvrak bir dille gelemeyeceğini bildirdi. Ona göre’’ Adıyaman’da kendilerini krallar gibi karşılayacaklar, konuk edecekler, yol paralarını bile onlar vereceklerdi. Sözünde duramadığı gibi, saçma-sapan asılsız umutlarla baba’nın gözlerine kömür külü atmaya devam etti.
Ardından dershaneye giden baba, çok güzel karşılandı. Dershane mutfağından bir yemek bile ikram edildi. Baba içinden onların ikiyüzlü ilgilerine inanıp‘’Hayır varsa bunlarda var.’’ diyerek sevindi. Müdürün odasına gittiklerinde müdür çeşitli sorular sordu.’’Arabanız var mı, nasıl gideceksiniz?’’ Baba çocuğunu alıp götürüp kayıt işlemi yaptıracaklarını ummuştu. Onlarsa, arabayla gezip kayırdıkları bir iki çocuğun kaydı işlemini düşlemişlerdi. Eline ve cebine baktıklarını, onu yolmak istediklerini hemen sezdi. İçinden küfürler etti. Yemekten sonra, babanın eline iki mektup verildi. Bazı yerlere selamlar yollandı.
Baba hüzün ve hüsranla oradan da ayrıldı. Mektupları yolda yırttı, selam gönderilen yerleri de kafasından sildi. Neredeyse kızını fen lisesine yazdırmaktan vazgeçecekti. Kaymakamın yardımları ve ilgisi onu zorlamaktaydı. ‘’Birdenbire içinde inadına, ne olursa olsun,’’ kayıt yaptırmak düşüncesi kabardı. Bu onun için artık İstanbul’un fethi, Viyana kuşatması kadar önemli bir takıntı haline dönüştü. Bütün fay kırıklarını hiçe sayan baba kendisini bir büyük komutan gibi algılamaya başladı. ‘’Osmaniye’den Adıyaman’a her yarım saatte araba var’’ diyorlardı. Tabii ki bu da yalandı.
-2-
Hane halkı, iki geceyi çok renkli ve heyecanlı geçirdi, sürekli hazırlıklar yapıldı. Kimi kişiler kutlamak ve yolcu etmek üzere konuk olmaktaydılar. Fakir kızın kendi okulunda ise, bir büyük sessizlik sürmekteydi. Kazanan zengin kız olsaydı, okulda bir ‘’bayram havası’’ esecekti görünen o ki. Pazartesi saat beşte kalkan baba atını suladı, dışarı çıkardı. Yemini verdi. At bir gün istirahat aldığının farkındaydı. İki kez gereksiz yere kişnedi. Baba ona ‘’çüş’’ diye üç kere kızdı. Uzaktan bir de odun salladı. At hiçte keyfini bozmadı. Saat yedi’de Osmaniye arabasına bindiler. Arabada da durumu anlayan, dinleyen yolcular, ağız birliği etmişcesine ‘’yarım saatte bir araba olduğunu’’ söylediler. Baba buna sevindi.
Saat 08.15 te artık Osmaniye garajında Adıyaman arabası aramaktaydılar. İlk sarsıntı gerçekleşti. Adıyaman’a araba saat 11.00 önce yoktu. Oysa ‘’Viyana Kuşatması’’ olarak değerlendirilen bu yolculuk günübirlik dönüşe göre uyarlanmıştı. Aktarmalı yolculuğa karar verdiler. Maraş üzerinden; Gölbaşı ve Adıyaman aktarmalı olarak sona erdiğinde, Fen lisesine yedi km. uzaklıkta bir belediye otobüs durağında indiler.
Öğleden sonra okul müdür baş muavini ile karşı karşıya geldiler. Çok zeki, gözlerinden cin bakışları savrulan, çok akıcı bir dili olan bu baş muavinle karşılaşmak babaya bir büyük deprem oldu. Orada krallar gibi karşılanacağına inandırılmış baba, cebindeki parayı okula yardım olarak almaya çok kararlı bir adamın karşısında kendisini oltaya takılmış, yakalanmış bir zavallı balık gibi hissetti. Uzun pazarlıklar oldu. Baba kızarıp bozarıyor, valiye şikâyet edeceğini söylüyordu. Kamuran Bey sonunda biraz acımış olmalı, babanın cebindeki paranın yarısını almaya razı oldu. Bu uzun tartışmalar onları bayağı arkadaş ve dost etmişti.
Kayıt işleminden sonra bir büyük deprem daha yaşandı. ‘’Öğrencinin bursluluk belgesi’’ Okul tarafından gönderilmemişti. Baba içinden dönüşte bu müdürle kesin kavgalı olmaya ant içti. Fen lisesi ‘’her şeyi tamam bir lise’’ dedikleri halde yatılı kızöğrenci yurdu yoktu; öğretmen okulu bünyesinde öğrenimini sürdüren bir liseydi. Yatılı gözüktüğü halde, yatakhanesi olmayıp öğretmen lisesinde öğrencilere konuk durumundaydılar. Öğretmen Lisesi müdür yardımcısı yalnızca oyalanmakla, yeniden oyalanmakla sürekli oyalanıyor görünmekte ustaca görevliydi. Masanın üzerindeki kağıtları elinde dolaştırıp göz gezdiriyor gibi yapıyordu, bunu art arda yapıyordu ve bıkmıyordu. Maraş’tan gelen emekli iki öğretmen kendilerini torpilli zannetmelerine rağmen onların işi de yürümüyordu. İki saat kadar oldukça gereksiz telefon konuşmalarından sonra, bu müdür yardımcısı babaya döndü,
‘’Siz iki saattir sessiz oturuyorsunuz. Sessizlerin işi hiç yürümez.’’Dedi. Karşıda oturan ve sürekli konuşan emekli öğretmen de;
‘’- Biz konuşuyoruz, da ne oluyor sanki? İki saattir bizim işte yürümüyor.’’
‘’- Eşekler gibi çalıştık ta ne oldu? Herkes sırtımızdan okul müdürü Milli Eğitim Müdürü oldu. Bize burada müdür yardımcılığı bile zor düştü.’’ Diye yakındı oyalanma ve savsaklanma uzmanı müdür yardımcısı. Babanın evrakları tam çıktı. Bursluluk belgesi olmadığı söylenerek, 300 TL babadan talep edildi. Baba çılgına döndü ama iyice dili boğazına aktı. Çıktı boş bir kanepeye umutsuz bir halde oturdu. Fen Lisesi öğrenci adayı kızı orada Maraşlı bir öğrenci adayı ile sohbete dalmıştı. Baba kızarmış, sararmış ‘’çocuk yurda alınmazsa nerede kalacak?’’ onu düşünüyordu. Tarih öğretmeni Fulya öğretmen geldi, teselli etti.
‘’Tüm öğrencilerin ben annesiyim. Kaygılanmayın evime alırım, yine de sokakta bırakmam.’’ Babanın yüzünün rengi biraz düzelir gibi oldu.
Oyalamacı Müdür yardımcısı önlerinden hızla lavaboya gitti. Baba av peşinde bir Anadolu parsı gibi gözlerini dikti. Sessizce yerinden kalktı. Yardımcı elini yıkamış, çıkmak üzerindeydi ki; karşı karşıya kaldılar. Baba adamın sol elini tuttu, oldukça keskin bıçağını kolun üzerinde kaydırdı. Kol üzerindeki kıllar kaymak gibi tıraşlandı.
‘’Yat, seni burada öldüreceğim.’’ Dedi. Müdür Yardımcısının sesi soluğu kesildi, yere yığıldı. Baba bıçağını boğazına dayadı. Fulya hanım içeri girdi, hemen babanın elini tuttu.
‘’- Ben ne gerekiyorsa onu yapacağım. Sakin olun, evimde saklarım sokağa atmam, söz.’’ Dedi. Bu duraksama anında yardımcı kaçtı, odasına girdi. Kızı ve arkadaşı geldiler. Fulya hanımın ardından o yardımcının odasına girdiler. O uyuşuk adam gitmiş, sanki çalışkan bir özel sektör çalışanı çıkmıştı, ortaya. Hiçbir şey olmamış gibi davranan müdür yardımcısı;
’’ Tüm evraklar tamam, altı kişinin de kaydı yapıldı.’’ Dedi. Babayı, okul dışına kadar yolladı. Kırk yıllık dost gibi davranmaktaydı. Bu olaydan sonra tamamen değişen müdür yardımcısı çok çalışkan bir personel oldu. Bu çalışkanlığı onu sevilmeyen bir müdür yardımcılığından, en başarılı, en sevilen okul müdürlüğüne kısa zamanda yükseltti. Adıyaman’da baraj da iki öğrencinin boğulmuş olması nedeniyle bir hafta okullar tatil edilmişti. Ekibimiz (baba ve kız) bir hafta sonra okula gelmek üzere evlerine dönmeye karar verdiler.
Baba ve kızı o gün tanıştıkları, Maraş adliyesi çalışanı arkadaşlarıyla ve kızıyla birlikte Adıyaman otogarına geldiklerinde; bir artçı sarsıntı daha geçirdiler. Tüm firmalar en fazla iki saatte Osmaniye’de olacaklarını açıklamalarına rağmen; her nasılsa yoldaki farklı yerlerde mola vermeleri sonucunda Maraş’a bile ancak iki saatte gelebilmelerine neden oldu. Maraşlı adliye hizmetlisi Mesut Dilek ;
‘’ Yolda kalırsınız, gece perişan olmayın, evimiz müsait, bugün bizde kalın.’’Diyerek konukseverlik gösterip, uyardı. Baba çok gururluydu. Yük olmamayı düşünerek Osmaniye’ye gitmekte diretti. Yolda otobüs farklı yerlerde gereğinden çok fazla kalarak Kanlıgeçit mevkiine ancak saat 10.00 civarında gelebildi. Orada da yemek molasının uzun süreceği anlaşılmıştı. Baba ‘’gece ortası yolda kalacaklarını, geç kaldıklarını’’ belirtince, şoför;
‘’ Şimdi öbür arabamız gelecek o sizi alsın, Osmaniye’ye bıraksın. O aracımız mola vermiyor.’’ Dedi. Yoldan geçen bir araca ıslık çaldı. Yüz metre ilerde bir araç durdu. Gece baba ve kızı koşarak araca geldiklerinde bunun bir Tır kamyonu olduğunu gördüler. Tır şoförü ıslık çalınınca, kendisine çalındığını sanmış ve durmuştu. Otobüs firmasına ait bir araç değildi. Adam güven verici, güzel konuşan Urfalı bir şofördü.
‘’ Erzin’e kadar sizi götüreyim.’’ Dedi. Baba ve kız çaresiz Tır-Kamyonuna bindiler. Konuşmaları Erzin’e kadar devam etti. Erzin’e geldiklerinde bacanak Akif gelip aracıyla onları aldı. O geceyi baba kız Erzin’de geçirdiler. Çok tehlikeli, riskli gezi sona ermişti.
-3-
Baba uykusuzluğunu giderdikten sonra; başına gelenleri bir, iki düşündü, taşındı. Ne kadar kendisini aldatan insan vardı. Bıçağını eline aldı. Okul Müdürünün kulağından birini kesmeyi planladı. Kanlıgeçitten gece kendisini Erzin’e kazasız, belasız getiren Urfalı şoföre minnet duydu. Maraşlı Mesut Dilek’te büyük beğenisini kazanmıştı. Üstelik öldürmekten kıl payı elinden kurtulan müdür yardımcısını da bağışlayabiliyordu. Ardından konuşan Belediye Başkanı da onu o kadar incitmiyordu. Ama ‘’tüm evraklar tamam, sizi krallar gibi karşılayacaklar.’’ Diye kendisinde boş bir umut yaratan okul müdürünü asla affedemiyordu. Hele ‘’Ben mutlaka kayda geleceğim,’’ deyip bu sözünü hiç zerre kadar anımsamaması onu ipe çekmeye az bile gelecekti.
Adıyaman dönüşü cuma akşamına geldiğinden, cumartesi ve Pazar resmi tatil olduğundan okul müdürünü görmek pazartesiye kaldı. Pazartesi okul müdürünü ziyarete gittiğinde, kırk kat kalaylanmış tam da nar ekşisi kaynatılacak bakır kazan kadar kalaylı yüz onu karşıladı. Hiç utanma yoktu, adamda. Büyük hızla yalanlara başladı.
‘’Siz gittikten sonra okul müdürüne telefon ettim.( Yine yalan söylüyor.) Her şeyi en iyi şekilde yapacaklarına söz verdiler. Okul müdürü olarak beni de Fen Lisesi Müdürü Adıyaman’a davet etti. Bizim okulun başarısını gazetelerden okuduklarını söylediler. ‘’ Bu arada çaycı içeri gelmiş, babanın yanındaki sehpaya bir bardak çay koymuştu. Baba çayı aldı, yukarı kaldırdı, bardağı incelemeye başladı. Bunun üzerine müdür,
‘’Yoksa bardak mı kirli ?’’ Dedi. Baba çayı yere yavaşça akıtmaya başladı.
‘’Kirli olan senin ağzındaki dil, ne kadar yalan söylüyorsun? Sen gerçek bir pezevenksin.’’ Dedi. Müdür kıpkırmızı olmuştu;
‘’Bana mı bu lafı söylüyorsun?’’ Diye ayağa kalktı.
‘’Bu laf sana az.’’ Dedi. Bıçağını çıkardı, müdürün üzerine yürüdü. Müdür geri-geri çekildi. Duvara yaslandı. Pantolondan aşağı bir kokulu su boşandı. Bir kütük gibi yere yığıldı.
Baba dışarı çıktı. Ambulans istedi. Ambulans geldiğinde müdür dışkısını da pantolona doldurmuştu. Hastaneye hızla gelen karısı, altını temizlemek istemedi. Beyin de kanama olmuştu. İki ay yaşayabildi, bilinç yitmişti. Hiç konuşamadı bir daha. Yalan da söyleyemedi. Sonra, adam toprağa verildi. Bir hafta sonra baba kızını okula götürdü. Bursluluk belgesi ve eksiklerini tamamlamışlardı. Yurda öğrenci olarak yerleşti. Öğleyin baba yurdun önünde kızıyla vedalaştı.
‘’Kızım burada okumayı gözün kesmiyorsa, seni geri götüreyim istediğin liseye yazdırayım. Olmazsa koleje yazdırayım.’’dedi. Kız dimdik durdu, babasının gözlerine baktı. Hafifçe gülümsedi, gözleri umut doluydu.
‘’BABA GÖZÜN ARKADA KALMASIN.’’ Dedi.
Baba sırtını döndü, ardına bakmadan ilerledi. Üç saatlik bir yoldan sonra evine döndü. Yorgun ama mutluydu.
MUSTAFA SÖYLEMEZ
Qemerwww@hotmail.com