Felsefede Varoluşçuluk temalarına edebi uyarlama | Simone de Beauvoir
Simone de Beauvoir, Varoluşçuluk temalarına edebi bir uyarlama getiren filozof ve yazarlar grubunun üyesi roman ve deneme yazarı olarak tanındı. Sorbonne’da felsefe eğitimi de aldı.
Oğlu geniş yarım kalmış, basılmamış bütün müsveddelerini toplayıp yaktı!
Kadın nedir sorusuna; ‘kadın döl yatağından başka bir şey değildir’ diye cevap verilen bir dönemin kadını olan Simone de Beauvoir, tüm yok sayılmalara inat, kadının varlığını ataerki toplumun yüzüne yüzüne vurdu. Öteki olarak görülen kadını, kendisinden başlayarak görünür kılmanın mücadelesini verdi.
Beauvoir, 9 Ocak 1908 yılında Paris’te dünyaya geldi. Gelenekselci bir aileye sahipti. Okuma yapmasına doğru düzgün izin verilmezken okudukları da hep sansürlendi. Bir taraftan toplumdaki kendi yerini sorgularken yaşadığı çağa meydan okudu, diğer taraftan da bu çağın kadınlarına seslendi. “Kadınlar, kendilerine dayatılandan kurtulup bir yerlere gelmeliydi mutlaka!”
Eğitim hayatı matematik ve yazın eğitimiyle başladı. Beauvoir, Sarbonne’da Felsefe eğitimi aldı ama Erkeğin tarihi ona hiçbir zaman filozof demedi. Düşünür kelimesi erkeğe ait görüldüğü için de o, hiçbir anlatıda bu şekilde yer almadı.
Simone de Beauvoir, varoluşçu felsefedeki ben-öteki ilişkisini, kadın-erkek ilişkisine uyarlamaya çalıştı. Bu noktada Varoluşçu Feminist teorinin üreticisi oldu, çalışmalarıyla da bu alanı oldukça genişletti. Kadının toplumdaki konumundan, yerinden şikayetçi olmasını haksız bulanlara ve bu halinin kendi suçu olduğunu düşünenlere de en güzel cevabı; “Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşıyoruz; kanatlarını kesiyoruz, sonra uçamıyor diye yakınıyoruz” oldu.
Düşünür ile ilgili tüm yazılarda başından itibaren Sartre ile olan ilişkisi hep ön planda tutuldu. Beauvoir eserlerinin, alana katkı sağlayan çalışmalarının görmezden gelinip haksızlığa uğramaması adına bu ilişkiye sayfalarca yer vermek çok doğru değildir. Zira Simone de Beauvoir’ı Beauvor yapan Jean-Paul Sartre değil, Konuk Kız, Başkalarının Kanı, Bir Genç Kızın Anıları, Sade’ı Yakmalı mı? , Mandarinler gibi kaleme aldığı eserlerdir.
Sade’ı Yakmalı mı? ‘ya Marquis de Sade ’ın hayatına Simone de Beauvoir’ın gözü ile kısa bir bakış diyebiliriz. Kısaca bir bakalım isterseniz;
Fransız aristokrat ve felsefe yazarı olan Marquis de Sade, Erotik Edebiyat’ın önemli yazarlarındandır, genellikle sert pornografik yazılar yazmıştır. Bunlarda ahlakı, yasayı, dini ögeleri dikkate almadan aşırı özgürlüğü (hatta ahlaksızlığı) ve zevk almanın, haz duymanın her şeyin üstünde olduğunu savunmuştur. Yaşadığı çağ insanına ters gelen Sade’ın bu söylevleri, itirafları ya da ne derseniz deyin yazarın yaşamının 32 yılının farklı hapishanelerde ve akıl hastanesinde geçmesine sebep olmuştur. Yazılarının çoğunu tutuklu olduğu dönemde yazmış. “Sadizm” kavramı da adından türetilmiştir.
Sade kitaplarında kişiler arası ilişkilerde insanın insansal yanını bir kez yitirildiğinde, neler olabileceğinin bilgisini vermiş, eserlerinde ahlaksal eylemlerin belirleyicisi olarak etik değerleri değil de, içgüdüleri ya da “koşullu buyruklar”ı eylemlerin “ilkesi” yapılırsa neler olacağını anlatmış. Bu günümüze nazaran da ha kapalı olan toplumun, özellikle de aristokrat çevrelerinin “gizli”sinin ortaya dökülme korkusunu yaratmış, tepkilere sebep olmuştur.
Sade, Paris’te Condé Sarayında doğdu. Çocukluğunda Katolik rahip olan amcası de Sade’nin yanında eğitim gördü. Daha sonra Jesuit lycée (erkekler okulu)na gidip askeri eğitim aldı. Yedi yıl savaş alanlarında süvari sınıfının komutanı olarak görev aldı.
Sade’nin olaylı ve ahlaksız bir yaşam sürdüğü ve fahişelere olduğu kadar kadın ve erkek çalışanlarına da kötü muamelede bulunduğu söylenir, hatta karısın kız kardeşi ile de bir münasebeti olmuştur.
Sade’nin en önemli skandallarından biri Rose Keller adındaki bir kadını kendisine cinsel anlamda hizmet ettirmeye zorladığı 1768 yılı Paskalya Yortusu gününde meydana geldi. Kadını Arcueil’deki şatosunda zorla tutmakla, fiziksel ve cinsel yönden kötü muamele göstermekle suçlandı.
Birçok fahişe de onun kötü davranışlarından şikâyetçiydi ve polis tarafından gözaltına alındı, yaşanan olaylar hakkında detaylı raporlar tutuldu.
1772 yılında Marseille’de, uşağı Latour’u öldürücü olmayan, afrodizyak olarak kullanılan kurutulmuş kuduzböceği tozu ile zehirlemekten ve sodomi suçlarından yargılandı. Bu yıl içerisinde ölüm cezasına çarptırıldı. Firar etti.
1790’dan sonra özgürlüğüne kavuştuğu dönemde Sade birçok anonim eser yayımladı.
Eşini terk etmiş, altı yaşında bir çocuk annesi olan eski oyuncu Marie-Constance Quesnet ile tanıştı ve hayatının sonuna kadar Marie-Constance Quesnet ile yaşadı.
İhtilalden sonra kendini politikaya adadı, Cumhuriyeti destekledi ve kendini ‘Uygar Sade’ olarak tanımladı. Aristokratik geçmişine rağmen birçok resmi görev elde etmeyi de başardı.
Öldükten sonra yakılmayı ve küllerinin savrulmasını vasiyet etti ancak bunun yerine Charenton’da gömüldü. Daha sonra iskeleti frenolojik deneyler için mezarından çıkarıldı.
Oğlu geniş yarım kalmış, basılmamış bütün müsveddelerini toplayıp yaktı.
Bazen bir yazarın mirası yazarın kendisinden daha ilginç olabilir. Donatien Alphonse François, (Le Marquis de Sade), özellikle yetenekli bir yazar olarak tarihe geçmedi. Çoğu insan onu sadizmin ‘mucidi’, en büyük çapkın olarak hatırladı. Yaşamının önemli bir bölümünü çeşitli cezaevlerinde ve ilticalarda geçirdi. Sayısız roman, kısa öykü ve oyun yazdı. Çoğu yarı-felsefi sohbet ile uzun, ayrıntılı cinayet, tecavüz, işkence, küfür ve yardımcı profillerden oluştu. Mutlaka harika, hatta iyi bir edebiyat değillerdi, ama en azından çok özel bir 18. yüzyıl altkültürünün zihninde büyüleyici bir fikir verdiler.
Eserleri, çoğu ülkede yasaklandı. Hala küçük gruplar halinde dolaşsalar da yapıtları unutulmuş gibiydi. Bu 20. yüzyılın ortalarında değişti. Toplum daha açık hale geldi ve bazı ülkeler yasaklarını kaldırmaya karar verdi. Alınan bu kararlar iki farklı tepkiye yol açtı. Bir yandan, kitapların derhal tekrar yasaklanması gerektiğini savunanlar, öte yandan De Sade’yi savunup, toplum hakkındaki eşsiz görüşlerine hayran olanlar vardı.
Özellikle cinsellikle ilgilenen sayısız yazar ve sanatçı Sade’a hem hayranlık duydu hem de karşı çıktı.
Pierre Klossowski 1947 yılında basılan eseri Komşum Sade’de Sade’ın felsefesini nihilizmin (hiççilik) öncüsü olduğunu söyledi, William E. Connolly’in Siyasi Teori ve Modernleşme’ adlı eserinde Sade’nin ‘Yatak Odası Felsefesini’ erdem ve neden kavramlarını toplumla bağdaştırma çabalarına karşı bir tartışma olarak gördü, Angela Carter, “Sade’nin Kadınları: ve Pornografi İdeolojisi” adlı eserinde feminist bir yorum yapar ve Sade’ı ahlaklı ve kadınlara önem yer veren bir pornografi yazarı olarak niteledi. Sansürlenmemesi gerektiğini savundu, Buna karşılık Andrea Dworkin Sade’ı ibret alınacak bir kadın avcısı olarak gördü ve pornografinin kadınlara şiddete yol açacağını iddia etti. “Pornografi: Kadınlara Sahip Olan Erkekler” adlı eserinin bir bölümünü Sade’yi incelemeye aldı.
Savunuculardan biri Fransız filozof Simone de Beauvoir idi. Yazarın Sade’ı Yakmalı mı? denemesi ve diğer hemfikir yazarların birçok eseri 150 yıl boyunca Sade’nin yazılarındaki radikal felsefi özgürlük anlayışından ve varoluşçu felsefesinden izler taşıdı.
Ayrıca Marquis de Sade destekçileri, onu Sigmund Freud ’un psikanalizine ana konu olan cinsellik ve şiddet dürtüsünün incelemesinde öncü olarak gördü, sürrealistler (gerçeküstücüler) onu ‘var olmuş en özgür ruh’ olarak değerlendirdi.
Konumuz olan eserde Simone de Beauvoir, Marquis de Sade ‘ın eserlerini, hayatını kendi bakış açısı ile alıntılar üzerinde uzun uzun anlatmış. Gerek inceleme konusu olan yazarın eserlerinden, gerekse başka edebiyatçıların alıntıları üzerine fikir yürütmüş. De Sade’nin düşüncelerine ilişkin açıklamalarını doğrular ve net kanıtlar olmadan oldukça fazla varsayımlarda bulunarak bize aktarmıştır. 18. Yüzyıl’da ateizm, eşcinsellik ve ölüm cezası karşında toplumun tutumunu, sosyolojik açıdan bu konulardaki ilerlemeyi kaleme almış.
Simone de Beauvoir ‘ın feminist bir yazar ve filozof olarak Sade’ı felsefi bir kahraman olarak çizmek ile ileri gittiğini düşünüyorum. Ama “kötü ve yasak olan daha çok merak uyandırır” sözünden yola çıkarak geçmişte olduğu gibi günümüzde de şiddete meyil göstermenin kitleler üzerindeki sosyolojik ve psikolojik etki-tepkisine dikkat çekmek istemiş, bunu da Sade’ın yaşam öyküsünü ve felsefesini kitabına konu yaparak örneklendirmiştir. (En azından böyle düşünmek istiyorum.)
Yukarıda da belirttiğim gibi sadist düşüncenin babası olarak kabul gören Marquis de Sade’ın acı vermekten hoşlanan kişiliği yanı sıra acı çekmekten zevk alan kişi olduğunu öğrenmek ve bunu kadınların birer doğum makinesi ve cinsel obje olmadığını savunan Beauvoir gibi bir düşünce insanının kaleminden okumak ilginç olabilir.
Kaynakça:
felsefe.gen.tr/marquis-de-sade-kim…
sozcu.com.tr/2014/gunun-icinden/…
msxlabs.org/forum/felsefe-ww/12…
****