Düşüyorum Tut Elimden / Selma Sayar
“Elinizdeki, “DÜŞÜYORUM TUT ELİMDEN” adlı yapıtta 10 öyküsüyle, duygularınıza dokunaraktan hayatın içinden sesleniyor sizlere.”
Günümüz öykücülüğünün, yazınsal dünyamızda önemli bir kanal açtığını ve büyük bir uğraşla, öykünün hakkını vermeye çalıştığı rahatlıkla söylenebilir. Farklı öykü anlayışlarımız, zaman zaman birbirinden uzaklaşıyor gibi görünse de, aslında edebiyat dünyamızı zenginleştirmekte ve geliştirmektedir. Ancak, edebiyat kuramcılarının, yeni kuşak öykücülerimizin yeteri kadar ürettikleri, fakat kuramsal bilgi ve birikim konusunda yoksul oldukları eleştirilerini de dikkate almalıyız.
Öykülerin iyileştirici, dönüştürücü bir gücü olduğuna inanan yazar, insanı anlatırken, insanı ve yaşamı da sorgulamaya çalışmış. Okuyucuya bilgi aktarmak değil, onunla iletişim kurabilmek ve yakalayıp öykünün içine alabilmektir amacı. Okurken düşündürmek, merak uyandırmak, zaman zaman da şaşırtarak, deyim yerindeyse okuyucuyu ters köşeye yatırabilmeyi hedeflemiş. Konularını, karakterlerini, olay ve kurgularını yaşamın içinde hep var olan bu sahici yaşanmışlıklarla örmüş!
Öykülerindeki en büyük malzemesi, dilidir. Bu nedenle dilini, aşırıya kaçmadan imgelerle zenginleştirerek, arı, duru ve son derece sorumlu kullanmaya çalışmış.
Elinizdeki, “DÜŞÜYORUM TUT ELİMDEN” adlı yapıtta 10 öyküsüyle, duygularınıza dokunarakakan hayatın içinden sesleniyor sizlere.
“Kavaklık yolunda suskunluğun rengi siyahtı. İki el birbirine bağlı, iki yürek bir sevda olmuştu. Adımlar, acılardan ve kayıplardan habersiz, duygular kenetlenmişti. Gözlerden uzaktılar. Oturdular. Diz dize konuştular. İki masum ve güzel yürek, dünyayı omuzlayacak kadar güçlü ve cesurdu.
Zifiri karanlığı yırtarak, kavaklığa yansıyan birkaç mermi ışığı, geceyi sağır eden sesiyle Özgür’ü hedef almış ve hedefi bulmuştu. Kör gecenin tanıklık ettiği törenin hain eli, tetiği çekmiş, kana boyamıştı bu hikâyeyi. Çırpınışlar, isyandı geceye ve kırmızı renkli töreye.
Şafağın habercisi horozların öttüğü saatte, köy minaresinden sela sesi yankılanıyordu…”