Çay-simit ile yetinmek mi, “Kulturkampf” mı? -Josef H. Kılçıksız
Hilafet ve Atatürk tartışmasının seküler mahalledeki yankıları, dokunduğu sinir uçları bakımından giderek büyüyor.
Bu tartışma geriye doğru bir hesaplaşmayı içine alacak şekilde genişliyor. Hükümet meseleyi tarihsel hesaplaşmaya doğru bükme arzusunu zaten fazlasıyla gösteriyordu. Peki geriye doğru hesaplaşmanın muhatabı kimdir? Vakıf senedine aykırı davrandığı için lanetlenmiş olan mı?
xxx
Bazı çevreler Cumhuriyet ile Osmanlı arasında bir devamlılık olduğu iddia ederek gerilen ortamı yumuşatmaya çalışıyorlar. Oysa Atatürk devrimleri, Osmanlı ile kültürel, etnik, siyasi ve hatta dini anlamda radikal bir kopuş anlamına geliyor.
Yükselen tepkiler üzerine Cumhuriyet’i yücelten açıklamalar yapıldı. Fakat gözden kaçırılan şey, halifeliğin (bir çeşit) Cumhuriyet rejimiyle birlikte yaşayabileceği gerçeğiydi. Çünkü halifelik, Cumhuriyet rejiminde tam bir değişiklik değildir, nitekim 1924’e kadar eş zamanlı yaşamıştır.
xxx
Ancak Türkiye’de doğru dürüst muhalefet yapmayı rehin alan veya muhalefetin iktidara gelmesini engelleyen “ölümcül psiko-sosyal eşikler” de bulunuyor.
Mesela PKK ve terör olgusu HDP ile gönül rahatlığıyla ortaklık yapılmasını engelliyor. Çünkü bölünme psikozunu tetikliyor. FETÖ olgusu nedeniyle cezaevindeki gazeteciler ve aydınlar yeterince savunulamıyor. Toplumdaki milliyetçi eğilimler nedeniyle Libya’ya Suriye’ye asker gönderilmesine itiraz edilemiyor. “Din düşmanı derler” korkusuyla Ayasofya’nın cami yapılmasına onay veriliyor.
xxx
Yukarıda saydığım “rehin alıcı faktörler” Türkiye toplumunun milliyetçi-muhafazakâr karakteristiğinden hız alıyor. Din, milliyet, ırk, gelenek gibi moral değerler hızlı bulaşma özelliğine sahip olup hükümete geniş bir malzeme havuzu sağlıyor. Bu havuzda biriken değerlere muhafazakâr-demokratlık yerine milliyetçi-muhafazakarlık demek gerekiyor.
xxx
Geriye iktisadi alan kalıyor. Denilecek ki, bu bile iktidarı değiştirmeye yeterli dinamik bir alandır. Ne yazık ki rakamlar ve istatistikler tam tersi bir gerçekliğe işaret ediyor.
25 milyon kişinin açlık sınırının altındaki bir maaşla hayatını idame ettirdiği bir toplumda nicel olarak yeterli olsa bile sadece «açlık» parametresi iktidarı değiştirmeye yetmiyor. Zira Türkiye’de lümpenleşme hızı yoksullaşma hızını çoktan geçmiştir.
Marx’ın “tüm sınıfların döküntüsü” diye tanımladığı bu sosyal kategori, yaratılan ranta karşı müthiş bir iştah besleyen ve bu ranttan yararlanma biçimleri geliştiren bir sosyalliktir. Ayrıca rantın kırıntılarından yararlanmayı marifet saymayı, simit için vapurun peşinden uçan martıdan hallice olmayı gerektirir.
xxx
Kavramları bağlamından koparmadan anlamak için yazının tamamını okumak gerekiyor:
http://bianet.org/bianet/siyaset/228343-cay-simit-ile-yetinmek-mi-kulturkampf-mi