FİZİK / Nilüfer Bekçi
20.07,2018
Merdivenlerin başında gördüğüm anda anladım başıma gelecekleri. Yüzündeki ifade, basamakları öfkeyle inişi kısacası vücut dili az sonra olacakları anlatmaya yeterliydi. Beni bütün sınıfın önünde utandıracaktı. Bir anda vücudumdan buz gibi terler boşandı. Elim ayağım titremeye, kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Annem arkadaşlarımın görüş alanına girmeden ben oraya gitmeli, ikimizi okul bahçesinden uzaklaştırmalıydım.
Ankara’nın o zamanki en iyi devlet liselerinden birinde ikinci sınıftaydım. Annem benimle aynı okulun orta kısmında İngilizce öğretmeniydi. Fen bölümünde okuyordum ve o zamanki sisteme göre üç yılda almamız gereken fizik dersi bir yıla toplanmıştı. Kafa kıran denen cinsten ansiklopedi boyutlarında bir kitabımız vardı. Ebatlarının tersine içi bomboştu. Çeviri mi kötü, sistem mi baştan sona yanlış neyse öğretici hiçbir şey yoktu içeriğinde. Anla anlayabilirsen. Derslerde de öğretmenin anlatım tarzına adapte olamamıştım bir türlü. Kısacası ben Fizikten anlamıyordum. Diğer derslerim çok iyiydi. Örnek öğrenciydim. Annemin aynı okulda olması nedeniyle de hocaların gözleri sürekli üzerimdeydi. Fizikten birinci yazılı geldiğinde soruları becerebildiğim kadar yanıtlamış, 10 üzerinden 3 alabilmiştim. Okulda da evde de herkes şoktaydı. “Nilüfer bu notu nasıl alır?” Çalışırsam düzelir zannediyorlar. İyi de ben hiçbir şey anlamıyorum ki. Nesini yapayım. Derken ikinci yazılıyı olduk. O da kötü geçti. Herkes merakla sonucunu beklerken sınıflar arası futbol yarışmaları başladı. Bizim sınıf çok iyi gidiyordu. İyi bir takım oluşturulmuştu. Her gün okul çıkışı oynanan maçlarda takımımız yarı finale kalmıştı. İşte fizik öğretmeni de sanki özel olarak beklemiş gibi durmuş durmuş, yazılı sonucunu tam da yarı final maçının oynanacağı gün açıklamıştı. Biz liseler sabahçıydık. Öğleden sonra ortaokullar dolayısıyla annemler giriyordu derslere. Günlerden cumaydı. Bizim evde babamın başlattığı bir adet vardı. Cuma günü, iki günlük tatile girileceği için dinlenme günüydü. Bana hiç ders çalıştırmaz, ödev bile yaptırmazdı. Ben de maça gitmek için bu âdetimize güveniyordum. O gün sabah Fizik öğretmenimiz Bahri Bey elinde yazılı kağıtlarımızla geldi. Herkesin kâğıdını dağıttı. Benimkini uzattığında titreyen ellerimle kâğıdımı alıp korka korka baktım. Kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir 1. Yanına da vurgularcasına yazıyla bir yazılmış! Hayatımda hiç almadığım bir not. Ben ne diyeceğim şimdi annemlere. Kıpkırmızı kesildim. Utancımdan yanımda oturan en yakınarkadaşımın yüzüne bakamıyorum. Kağıdı çabucak geri verdim. Kimse görmesin diye. Tabii öğretmenimin de gözlerine bakmadan. O gün okul saatlerini hiçbir derse kendimi veremeden tamamladım. Ders aralarında arkadaşımın verdiği moralle biraz kendime geldim. Maça gitmemeyi düşündüm ama bunun nasıl olsa durumu düzeltmeyeceğini, biraz moral bulmama yararı olacağını söyleyerek beni ikna ettiler. Zaten okulun favorileri olan takım oyuncularıyla da aramızda güzel bir arkadaşlık vardı. Onların da ısrarına dayanamayıp gitmeye karar verdim. Evimiz zaten okulun hemen karşısındaydı. Bir trk babamdan çekiniyordum. 1 almışsın maça mı gideceksin der diye.
Eve gittim. Babam da o gün aksi gibi erkenden geldi üniversitedeki işinden. Öğleden sonraki dersi iptal olmuş. Tam da günüydü dedim içimden. Babam eve gelmeden kaçıp gitme hayalim de böylece suya düşmüş oldu. Annem de yok, derste. Olsaydı bana destek olurdu belki diye düşünerek süklüm püklüm otururken babam Fizik açıklandı mı diye soruverdi. Zor duyulur bir sesle “1 almışım” dedim. Şu satırları yazarken hala o utancı yaşıyorum. Ama o da ne babam hiç beklediğim tepkiyi vermiyor. “Nilüfer, yapacağız şimdi? Neyse üzülme ders alırız düzeltirsin” dedi, kapattı konuyu.
Maç saatine kadar odamda nasıl izin alacağımı düşünerek oturdum. Kâh gitmekten vazgeçtim kah cesaretlenip izin istemeye karar verdim. Sonunda saat geldi. Çekine çekine babama durumu anlattım. O da ne! Git tabii zaten Cuma bugün tatilin senin demez mi? Belki unutmuştur notumu, hatırlar da vazgeçiverir diye koşa koşa gittim okulun bahçesine. Nasıl da güzel bir ortam vardı! Bütün sınıf orada… Takım son derece ümitli. Şakalaşmalar, gülüşmeler gırla gidiyor. Maçın başlamasına 5 dakika kadar kalmış, gözüm okulun ön bahçesinden arkadaki büyük bahçeye inen geniş merdivenlere takılmıştı. İşte o an gördüm annemi. Geliyor ama nasıl geliyor anlatılmaz yaşanır. Hızlıca düşünüp yanına gitmeye karar verdim. Tanıyorum çünkü. Gelirse herkesin içinde azarlar beni, hiç takmaz.
Hemen arkadaşlarıma dönüp “ben gidiyorum” dedim ve ne oldu diye sormalarına dahi fırsat vermeden ayrıldım yanlarından. Koşa koşa annemin yanına gittim. Daha yaklaşırken başladı söylenmeye “1 almışsın burada maça gelip keyif yapıyorsun yürü eve ders çalışılacak” Süklüm püklüm düştüm önüne eve girdik babamda bir ne yapayı bakışı. Annem hiç sesini yükseltmez ama o gün o kadar çok bağırdı ki sesi kısıldı iki hafta konuşamadı.
O zamanlar çarşaf liste denen kağıtlar vardı. Herkesin derslere göre geçme notu okulun en alt katındaki camlara asılır, geçilemeyen derslerin karşısına bütünleme yazılırdı. İşte annem o listeye bütünleme yazıldığımı görmektense beni Ankara’nın en ücra lisesine nakledeceğini söyledi. O koca kitabı ayaklarımın dibine fırlattı, al çalış düzelt notunu diye. Kitaptan bir şey anlamıyorum ki nesini çalışayım. O arada özel der almaya başladım. Annemde birkaç günde sakinleşti o zamanlar meşhur bir komedi oyunu vardı bilet almış gittik. Biz ağız dolusu kahkahalar atarken anneciğim kısık sesi yüzünden gülemediği için kıvrandı durdu yazık.
Ben sonunda fiziği kurtarıp geçtim ama üniversite giriş sınavında sayısaldan en çok neti fizikten çıkarmama ve Diş Hekimliği Fakültesinde de direk geçmeme rağmen hala anlayamamışımdır bu dersi. Annemde ise tik kaldı. Bana çekmiş olacak, lise ikinci sınıftaki kızımın Fizik’ten zorlandığını Denizli’den İzmir’deki anneme telefonla söylediğimde sesi anında kısıldı!
Maç ne mi oldu? Ben göremedim ama bizim sınıf okul şampiyonu oldu.