ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Balkanlar 1 / Nilüfer Bekçi

21.02.2019
1.247
A+
A-
Balkanlar 1 / Nilüfer Bekçi

                                                                         31 Ağustos 2018

Geçtiğimiz haftalarda arkadaşlarımızla birlikte 9 günlük bir tura katılarak Balkan ülkelerini gezdik. Cuma öğleden sonra Ulucami’nin önünden hareket ettik. Nazilli, Aydın, Germencik ve İzmir’den katılan yolcuları de alarak İzmir’de otobüs değiştirdikten sonra İpsala Sınır KOapısı’na doğru yola çıktık. Yunanistan ile aramızda sınırı oluşturan Meriç Nehri üzerindeki köprüden geçtik. Köprünün bize ait kısmının parmaklıkları kırmızı beyaz, Yunanistan tarafındakiler ise mavi beyaz boyanmıştı. Ve her iki tarafın da kendi bölgesinde bayrağı dalgalanıyordu.

Yunan gümrüğünde sorun yaşamadan geçtikten sonra ilk durağımız kahvaltı yapacağımız ve meşhur Kavala kurabiyelerinden alacağımız Karvari oldu. Buradaki molanın ardından sahil kenti Kavala’ya ulaştık. Mısır Valisi, Mısır Hanedanının kurucusu, II. Mahmut döneminde Osmanlı Devleti’ne karşı başarıyla sonuçlanan bir isyan çıkarmış olan Kavalalı Mehmet Paşa’nın memleketinde ilk gözümüze çarpan, sahildeki bir tepede bulunan binanın üzerindeki kanlı Kıbrıs haritasıydı. Haritada Kuzey Kıbrıs kan kırmızısına boyanmıştı ve güney kesimine doğru kan damlaları akıyordu. Altında da Kıbrıs’ı unutmayacağız yazılıydı. Bir diğer önemli ayrıntı da şehirde bulunan tek Osmanlı heykelinin isyankar Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya ait olması ve heykelde atının yönünün İstanbul’a doğru olmasıydı. Sınırdaki görevlilerin düzgün tavırları ve kurabiye aldığımız dükkandaki kadının sempatikliği hatta Türkçe konuşması ile Yunan hükümetin Türk düşmanlığını dayatan bu tavrı tam bir tezat oluşturuyordu. Şehirde Pargalı İbrahim Paşa tarafından yaptırılmış olan İbrahim Paşa Camii ve külliyesi restorasyon geçirmiş. Minaresi saat ve çan kulesine dönüştürülerek kilise haline getirilmiş ve Aziz Nicolas Kilisesi adıyla kullanımda. Ne yalan söyleyeyim bu durum içimi sızlatsa da biz de onların kiliselerini camiye dönüştürdük içlerindeki her biri birer sanat eseri olan ikonaların üzerini altında namaz kılınabilsin diye kapattık. Keşke herkes birbirinin ibadethanesine saygı duyup olduğu gibi bıraksaydı demeden de geçemedim. Kentte Kanuni Sultan Süleyman döneminde Pargalı İbrahim Paşa tarafından yaptırılmış muhteşem su kemerlerini de görerek Atamızın doğduğu evi görmek üzere Selanik’e doğru hareket ettik.

Selanik’te Aziz Dimitri Kilisesi’nden sonra Atatürk’ün evine ulaştık. Ev şehrin büyük caddelerinden birini kesen bir başka cadde üzerinde Türkiye konsolosluğu ile aynı bahçede bulunuyor ve kültür bakanlığının denetiminde. Bahçesinde küçük Mustafa’nın altında oynadığı nar ağacı hala ayakta ve yeşil.  Beni hayal kırıklığına uğratan şey ise evdeki odaların temsili de olsa aslına uygun döşenmemiş yani boş olmasıydı. Sadece mutfak döşenmiş ve genç Mustafa’nın balmumu heykeli oturtulmuştu. Odalardan birinde Atatürk’ün balmumu heykeli ve cumhurbaşkanlığı mührü, diğerinde sedirde oturan Zübeyde Hanım vardı. Atamızın doğduğu odada bunu belirten bir kitabe vardı. O’nun doğup büyüdüğü, nefes aldığı evde bulunmak gerçekten çok güzel bir duyguydu. Evden ayrıldıktan sonra tıpkı İzmir Kordon’a benzeyen sahile gittik.  Beyaz Kuleyi de gördükten sonra şehirden ayrıldık. Bu arada Osmanlı’nın nüfus politikası gereği fethettiği ülkelere Anadolu göçebelerini yerleştirdiğini, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın da Karaman’dan Selanik’e göç ettirilen bir ailenin kızı olduğunu öğrendik.

Otobüsümüz kentin eski merkezinde ilerlerken rehberiziz o anda geçmekte olduğumuz Şadırvan Mahallesi’nde, Hortacı Süleyman Efendi Camii civarında Osmanlı Döneminde büyük bir kumaş mağazası olduğunu söyledi. Mağazanın sahibi Rüstem Ağa’nın zenginliğine rağmen kendince bir derdi varmış. Dört kız babası olan Rüstem Ağa’ya Allah bir oğlan evlat vermemiş, kendinden sonra mala mülke sahip çıkacak, soyunu sürdürecek bir oğlu olmamıştı. Selanik yakınlarındaki Mazganlı Köyü’nden Mehmet adlı bir genç mahallede her hafta kurulan pazarda Rüstem Ağa’nın mağazasının önünde celeplik yapıyor, köyünden getirdiği malları satıyormuş.  Gel zaman git zaman Mehmet’i tanıyıp çok seven, dürüstlüğüne hayran kalan Rüstem efendi, yanında çalışmasının teklif edince Mehmet sevinerek kabul etmiş ve mağazada yatıp kalkmaya başlamış. Mağazaya gelen müşterilere ve çevre esnafa da kendini sevdiren Mehmet’i Rüstem Ağa zamanlı zamansız eve de yolluyor, ya aldığı yemeklikleri gönderiyor; ya da unuttuğu bir şeyi alıp getirmesini istiyormuş. İşte bu gidiş gelişlerin birinde Mehmet’le Fitnat göz göze gelmiş. Birbirlerine aşık olmuşlar. Mehmet bir türlü Rüstem Efendi’ye açılamıyormuş. Amakızının durumu Fitnat’ın annesinin gözünden kaçmamış. Zaten Mehmet gibi bir oğlu olmasını isteyen Rüstem Efendi evlenmelerini kabul etmiş. Düğüne az bir zaman kala Selanik’te kolera salgını çıkmış. Fitnat da ne yazık ki hastalanmış.  Doktor ilaç fayda etmemiş ve Fitnat hastaneye kaldırılmış. Mehmet başından bir an olsun ayrılmıyormuş. Düğünlerine üç gün kala Hortacı Camiinde, salgından ölenlerin selası okunurken Mehmet şu sözleri söylemiş

Selanik içinde selam okunur

Selanın sedası dostlar cana dokunur

Gümüş kazma ile mezar kazılır

Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver

Al başımdan bu sevdayı götür yare ver

 Fitnat ise cevap veriyormuş.

Çalın davulları çaydan aşağyı

Mezarımı kazın dostlar belden aşağyı

Suyumu da dökün boydan aşağyı

Aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver

Al başımdan bu sevdayı götür yare ver

  Ne yazık ki Fitnat o gün hastalığa yenik düşmüş. Hortacı Camiinde selası okunurken, üç gün sonraki düğüne izin vermeyen ölüme ilenen Memet, caminin bir kenarına çekilmiş, bir yandan hüngür hüngür

ağlıyor; öte yandan kınası yakılmamış geline bu illeti bulaştıran Selanik’e ileniyormuş.

Selanik Selanik ıssız kalasın

Taşına toprağına bre dostlar, diken dolasın

Sen de benim gibi yarsız kalasın

Aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver

Al başımdan bu sevdayı götür yare ver

Makedonya Sınırından da sorunsuz geçerek Manastır’a ulaştık. Atatürk’ün okuduğu Askeri Liseyi ziyaret ettik. Binanın bir bölümü Atamıza ayrılmış, bir bölümü ise geniş ve kapsamlı bir etnografya  müzesi olarak kullanılmakta. Burada da Atamızın askerlik sanatını öğrendiği, vatan ve hürriyet fikirlerinin yeşerdiği yerde bulunmak hepimizi duygulandırdı. Daha sonra Manastırın ünlü ve Balkanlar’ın en uzun yürüme sokağıŞirok sokakta bir tur atarak Mustafa Kemal’i bir akşam üstü yürüyüşü sırasında balkondan görerek ilk görüşte aşık olan EleniKarinte’nin evini gördük. Manolya Meydanında ünlü türküye konu olan havuz çeşme ve pınarı, Osmanlılar tarafından yaptırılan ve bugün çan kulesi olarak kullanılan, tepesine haç dikilmiş saat kulesini de görerek turumuzu tamamladık.

Rehberimiz ,Ohri’ye doğru ilerlerken, EleniKarinte’nin ölümünden sonra defterinin arasında bulunan, Atatürk’e hitaben yazmış olduğu mektubu okudu. Mektupta, aşkına karşılık bulup bulmadığına dair bir bilgi yok. Rehberimiz de bunun bilinmediğini söyledi. Ama ben dönünce biraz araştırdım.Bir iddiaya göre Mustafa Kemal,Eleni’ye göz göze gelir gelmez aşık olmuş. Uzun süre sonra Eleni’nin evine aileyi tanıyan bir arkadaşı aracılığıyla girmeyi başarmış.Onda da kızı kaçırmaya kalkışmış. Zaten İdadi’den iki kaçışının biri Eleni, diğeri ise Balkan Savaşı dolayısıyla vatan için çarpışmak uğruna olmuş. Bir iddiaya göre Eleni’nin babası, bir diğerine göre de Zübeyde Hanım bu birlikteliğe izin vermemiş. Mektupta yazdığına göre babası yasak aşkını öğrenince eleni’yi bir ay eve kapatmış ve biriyle evlendirmek istemiş. Fakat Eleni evleneceği adamın sorusuna başkasını sevdiğini söyleyerek cevap verince adam evlenmekten vazgeçmiş. Eleni hiç evlenmediğini ve hayatında sevdiği bir kadın yoksa onu beklediğini yazıyor.

Resne’de Jön Türk Devriminin öncülerinden Niyazi Bey’in doğduğu evin ve hemen karşısına yaptırmış olduğu sarayın önünden geçtik. Versay Sarayının küçük bir kopyası olan bu sarayı Paris’ten bir arkadaşının attığı posta kartının üzerinde gördüğü Versay Sarayını çok beğenmesi sonucu yaptırmış.

Jön Türk Niyazi Bey, İttihat-terakkî cemiyetinin kararıyla, meşrûtiyetin ilk günlerinden îtibâren Sultan Hamid idâresine karşı hürriyet isteyerek, emrindeki 160 askerle berâber 3 Temmuz 1908 de Makedonya dağlarına çıkar, hürriyet türküleri söyler dururlar. Resneli Niyâzi dağa çıkarken, kışla cephâneliğinden adam başı iki tüfek, bol cephâne ve kışla kasasından 550 altın almıştır. Kısa süre sonra emrindeki insan sayısı bini geçer. Bu arada, Saray’a durmadan telgraflar gönderir ve Padişah’ı meşrutiyet’inîlânınazorlar.ResneliNiyâzi, bulduğu bir geyik yavrusunu da kendine alıştırarak hürriyet sembolü hâline getirir. Niyâzi bu geyiğe “Rehber-i Hürriyet” adını verir.Adı Enver ile birlikte Hürriyet kahramanı olarak anılmaya başlanır. Balkan dağlarından padişaha “bre deyyus zalim” türünden yolladığı mektuplarla nam salmıştır.Sultan Abdülhamit 1878’de ortadan kaldırdığı 1.Meşrutiyet rejimini, 23 Temmuz 1908’de yeniden ikinci kez ilan etmek ve Anayasa’yı (Kanunu Esasi) yürürlüğe sokmak zorunda kalır. Resneli Niyazi Bey, “Kahramanı Hürriyet” ünvanı ile dağdan şehre büyük gösteriler içinde iner. 1909 yılında ise arkasında İngilizlerin olması ihtimali çok güçlü olan, 31 Mart ayaklanması meydana gelir. Ayaklananlar İstanbul sokaklarında günlerce sürecek bir mektepli subay avı başlatarak, çok sayıda mektepli subayı öldürürler. Çünkü onlara göre yeni rejimden mektepli subaylar sorumludurlar.Onlar mektepli değil, alaylı subay istemektedirler. Bu arada Adliye Nazırı ile Lazkiye mebusunu da öldürürler. Yeni bir hükümet kurarlar ve bu hükümet İngilizler tarafından desteklenir. Bunun üzerine Selanik’teki 3. Ordu bünyesinden İstanbul’daki isyanı bastırmak için bir hareket ordusu kurulur. Resneli Niyazi de,  yanındaki fedailerle Hareket Ordusu’na katılarak, İstanbul’a gelir. Resneli Niyazi Meşrutiyet ilanında da fedaileriyle birlikte İstanbul’a gelmiştir, 31 Mart isyanı sırasında da, İstanbul’a gelen kuvvetlerin içerisinde, Niyazi Bey en önde gidenler arasındadır. Başındaki şapkanın üzerinde “Vatan Fedaisi” yazmaktadır. Daha önce Türk Yunan savasında gösterdiği başarı ve esir aldığı Rum askerlerinden dolayı kendisine Padişah yaverliği unvanı verilmek istenir ancak kendisi, kazaskerin 13 yaşındaki oğluna da aynı unvan verilmesi üzerine bunu reddeder. İşteo günlerde, Resneli Niyazi beyin, İstanbul’un içinde serbestçe gezen geyiği, gazetelere konu olur. Gazeteler siyaseti ve3 1 Mart vakasını bir yana bırakıp, Resneli Niyazi beyin geyiğinden o kadar çok bahsederler ki, buradan “geyik muhabbeti” deyimi doğar.31 Mart isyanı bastırılınca Niyazi bey Resne’ye döner. İttihat ve Terakki Fırkasının diğer ileri gelenleri gibi siyasete girmeyip, Resne’de çiftle çubukla uğraşmaya başlar. Ancak bir süre sonra bilinmeyen bir nedenle İttihat ve Terakki yönetimi tarafından İstanbul’a geri çağırılır. Lâkin 1913 Nisanında Arnavutluk’un Avlonya limanında İstanbul vapurunu beklerken 7-8 kişilik düzmece bir grubun, düzmece kavgasının ortasında kalan Resneli Niyâzi, kavgayı ayırmak isterken kim vurduya gider. Hürriyet kahramanı Niyâzi, böylesine garip bir şekilde ölür ve kim tarafından niye vurulduğu dahi belli olmadığı gibi, şehit mi gâzi mi olduğu da belli değildir.Bu yüzden, halk şu özdeyişi yakıştırır Resneli Niyâzi için: “Ne şehittir ne gâzi, hiç uğruna gitti Niyâzi”

Bu hikayeyi de dinlerken konaklayacağımız Ohri’deki otelimize ulaştık ve günün yorgunluğunu atmak üzere odalarımıza çekildik.

ETİKETLER: ,
Administrator
Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.