ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Balkan Göçmenleri | Ihsan Kutlu

06.06.2023
170
A+
A-
Balkan Göçmenleri | Ihsan Kutlu

NOT: Yıl 1982 MART sonu. Yer: SOFYA PARTİ Okulu (Parti Naşkola)

      Son 40 -50 yılın Politik ve Toplumsal dönüşümlerin özünü kavramak isteyen her insana, özellikle aydınlara bu ROMANI salık veriyorum. REEL Denilen Sosyalist Düzenin niçin Yıkıldığının da tüm öyküsü bu Romanın konusudur. Gene romanda yazılan ÖNGÖRÜ (Prophetia deniliyor) neleri işaret ediyor, okursanız görürsünüz. Galina AKADEMİ öğrencisidir, Cengiz ise Türkiye’den TKP üyesi olarak Okulun Bir yıllık Eğitimindedir.


      Bembeyaz, diz boyu kar havayı sanki biraz daha ılıtmış, kalpleri ise tersine ısıtmıştı. Galina’nın kafasında kırmızı bir şapka, boynunda nar kırmızısı bir kaşkol ve üzerinde kumaş, maksi siyah paltosu vardı ve eli cebindeki Cengiz’in elini tutmuş ısıtıyordu. Galina, temas, sıcaklık, şefkat ve yalnızlıktan kurtulma, kendini bulma anlamına geliyordu, Cengiz için.

       Tramvayla geldikleri Vitoşa’nın eteğinden teleferiğe doğru yürürlerken, orayı saran ve Balkan’larda en düzgün olduğu söylenen kalem gibi çam ormanının arasından tırmanıyorlardı. Teleferik ile uçarlarken ve birkaç dakika sonra bin metreden daha yükseğe çıkarlarken da gözleri giderek altlarında açılan dünyada ve elleri birbirlerinin avucundaydı.

     “Bizim Kırcaali’de bir orman var Çingiz. Türkçe adı bilmiyorum. Kavağa benzer beyaz gövdeli bir orman. Dünyanın en temiz, oksijeni en bol ormanı orasıymış. Hastalar uğrak yeri ettiler.”

      “Tam işitemiyorum Galina, inince söyle.”

       Rüzgar gözlerini ıslatmıştı, Cengiz’in.

      Sevinç ya da mutluluk gözyaşı kadar değerli bir ıslaklık!

     İndikten sonra, kalabalık kayak yapanlara aldırmadan bir gazinoya oturdular. Hayat ne kadar güzeldi! Yaşamak! Sevmek ve sevildiğini bilmek, temas, bir parmağa sevgiyle dokunmak! Yaratılış tablosu gibi, Adem’in bir dokunmayla var edilişi gibi yüce ve büyülü bir duygu denizi!

       Birer fincan kahve alıp geldiler. Çevredekilerin tümü mutlu görünüyor, iştahla konuşup kahkahalar atıyorlardı.

      “Galya’m, bak sana bir şey anlatayım. 1402 yılında Timurlenk, bilirsin değil mi?”

      “Ha, Dur, Tatar şahı.”

      “Tatarlar da Türk; Türkler bir kavim, bir renk, ya da bir çeşit değil.    Bulgaristan’a gelmeden önceki Türk – Bulgar devletini düşün. Koca bir aileye Türk deriz biz. Bizim Sultanımız çok mağrur, Timur ise dünyanın en alçakgönüllü, en sofu insanı. Timur, adeta yalvarır, dövüşmeyelim diye. Sonunda kızar ve gelir. O savaşta bizim devlet bitti. Beylikler yeniden dirilir. Osmanlı, kardeşler arasında dağılır ve iç savaş başlar. Bu dağın öbür yüzünde, siz buranın insanları birleşip diğer kardeşleri yenip, yeniden Türk devletini kurdunuz. Yani, bugünkü Türkiye’yi, Atatürk’ü saymazsak, siz kurdunuz.”

      Kahvesini bitirip bir sigara yaktı Cengiz. Galina içmiyordu:

     “Sonra, çöküş döneminden bütün ilerici fikirler, reform hareketleri buradan geldi: Mustafa Reşit Paşa bir örnek. Size de bütün yenilik hareketi İstanbul’dan esti: Botev, Levski, bizde öğrenim gördüler. Galina, bunları, bunların hiçbirini konuşamıyorum, Domuzciev’in dersinde. Şeyh Bedrettin’den beri biz sizinle hep kader birliği yaptık, ortak yaşadık, birbirimize sahip çıktık, sonra araya başkaları girdi. Elbette büyük yanlışlıklar yapıldı; Osmanlı, ne yazık ki kendini yenileyemedi, çöktü, dağıldı. Ben yurdumda sosyalizmi kurmak istiyorum, başka bir amacım yok.”

      “Bizim de amacımız o Çingiz, niye öyle kızarsın?”

       Derin bir iç çekip, aşağılara doğru, görünen Sofya’ya bakışları daldı Cengiz’in.

      “Değil Galina, keşke öyle olsa.” Yeniden masaya döndü ve Galina’nın elini tuttu Cengiz. “Sosyalizm umurlarında değil Galya’m; başka şeyler peşindeler.”

     “Oooh Çingiz. Yalvarırım diline sahip ol. Sen, inanmadığın bir şeyi yapman icap etmez. Bana da üzüntü veriyor, senin bu sözlerin.”

     Kalkıp tam sırttan geçen patika yollarda yürümeye başladıklarında, öylesine insan vardı ki, dağda; böyle bir tablo içinde bile Cengiz kafasının içindekileri bir an unutup, siliverip o anı yaşayamıyordu. Hem mutluydu, eli sıcak bir eli kavrarken; hem de mutsuzdu, kafasının içindekiler bağırıp – çağırırken.

     Galina ninesini, dedesini anlatmaya başladı: Bağlarında alavcık denilen iğreti eve, kulübeye gidip, bostan ve bağı beklerlerken olan, bir olayı aktardı… Zaman zaman köye dönüp – geri bağa çıkarlardı, köylüler. Bir gün alavcığa döndüklerinde karı-koca içeride yaralı bir partizanla karşılaşmışlar, onların iki arkadaşı da oradaymış. Tüfekli insanlardan çok korkmuşlar, ancak içerideki yemeklere hiç dokunmadıklarını görünce de şaşırmışlar.

      Bulgar partizanlar parayla yiyecek almak istediklerini söylemişler, oysa, tüfeği çevirip, sırtlarındaki giysileri bile almak işten değilmiş. Galina’nın dedesi, hiç politika bilmediği halde bu insanları öylesine sevmiş ki, dürüstlüklerine hayran kalmış ve hemen bütün azıklarını önlerine dizivermiş. Yaralı partizana ilaç, doktor temin etmiş, arkadaşları.

     Kısacası, bir ay boyunca karı-koca bu üç insana bakmışlar. Kadın, bunların yemeklerini, ekmeklerini eksik etmemiş: Oysa, Bulgar yasalarına göre, partizan olmakla, yataklık yapmak aynı cezaya tabiymiş, yani idam.

     “Bir dürüstlük uğruna idamı göze alıyor!”

     “Evet Çingiz, partizan bizimkilerde az, ancak yatakların çoğu bizden. İlerde sizi konuştururlar, camide partizan saklayan köyler bile var. Biz hiçbir zaman vatanımıza, komşularımıza ihanet etmedik, onları arkadan vurmadık. Botev’i bile öldüren Bulgarlar. Niye bunlar anlatılmaz size, ben de bilemem.”

      Tepeyi aştıklarında güneşli havadaki sıcaklık daha bir yakıcılaştı. Bir banka çöküp güneşlenmeye başladılar. İlerde kayak yapanlar görünüyordu ve Cengiz hayatında karın bu kadar iri tanelisini hiç görmediğini söyleyerek zevkle yere basıyordu.

       Galina hayatını anlatmayı sürdürdü:

      “Sonra, beni amcam okula koydu. Öğretmendi ve beni de çok sever. ‘Bu kız, çok akıllı, okumalı’  diye babamı razı getirdi, annem istemedi amma, sonra o da razı geldi. Öğretmen oldum. İlk köyümü hiç unutmam: Bir Pomak köyüydü, beni de çok severlerdi. Bizde bazı anlaşılmaz şeyler var: Müslüman pomakların adı Bulgar adı; Hıristiyan pomakların ise adları Türk adı. Varna’da Gagavuz Türkleri var, onların ise adları değil soyadları hep Türkçe.”

     “Bizdeki Ermeni, Yahudi ve Rum nüfusunun da soyadları hep Türkçe kökenli olur: Demirciyan… Altunciyan, Karamanlis.”

     “Partiye vardım: ‘bana görev verin, halkı size çekeyim,’ dedim. Bana ne dediler biliyor musun?” Bir an tereddüt geçirdi Galina: ’İyi’, dediler, ‘madem halk sana güveniyor, konuştur onları ve bize rapor et. Bize Türkiye’ye sempati duyanları bildir’”

      İğne batmışçasına havaya hopladı Cengiz.

      “Çingiz, böyle kızacaksan, bir şey demeyeyim. Üç gün sonra Kırcaali’ye çekileceğim, sen durmadan kızarsın, kuzum be.”

       Yeniden kızın boynuna sarıldı Cengiz, sonra uzun uzun af diledi ve sürdürmesini rica etti:

       “Babam imamdı. Adı Yasin. Parti’ye kaydolması için amcam O’nu inandırdı. Sonra ablam İzmir’in Gültepe’sine göçünce ona çok baskı yaptılar, bizim hepimizin durumu kötüleşti. Burada öyle: Karşıda yakının varsa, göçmüşse, artık sana kimse güvenmez, devletten iyi bir iş alamazsın, işlerini yaptıramazsın…

       Sonunda üzerine çok geldiler, babamın. Güvenlerini kazanmak için, babama adını değiştirmesini söylediler. Çok üzüldü, ağladığını bile gördüm. Bizimle çekişti. ‘Sizin iyiliğiniz için’ diyerek bir gün yeni adıyla döndü. Utanç içindeydi, amma biz teselli ettik. Daha sonra beni Akademi’ye salmak istediler, kabul ettim. Son anda adımı değiştirmemi istediler. Ben düşündüm, gittim babama danıştım, ‘Kızım, sen benim için her zaman Gülten’sin’ dedi, kabul etmemi söyledi. Küçük kız kardeşim beyiyle kooperatifte çalışır, ne yaptılarsa razı getiremediler. Şimdi serbest edilse, hemen Türkiye’ye çekilirler. Ben kendime yeni bir ad seçtim: Galina Nikolova Angelova.”

      “Güzel, Galina, senin adını gerçekten çok seviyorum, ama…”

      “… ova eki bizde kadın eki, olur; soyad da baba adı, sizde de evveli böyleymiş ya.”

       “Bir devlet,” diyerek yeniden ayağa kalkan Cengiz bir off çekti: “vatandaşına kendi adını seçme hakkı tanımıyorsa, buna literatürde verilen ad sosyalizm değil, başka bir şey, Galina. Siz bu baskıyı göğüslemelisiniz!”

        “Bu bizim sorunumuz. Biz sosyalizmi çoktan kurduk.”

        “Ama bedelini biz ödüyoruz. Göç konusu çıkar; biz hesap veririz. Mafya dosyası açılır; biz Sosyalist Bulgaristan’ın avukatlığına soyunuzuz. Türkçe okullar kapatılır; gene biziz asıl kurbanı. Şimdi de ad konusuyla uğraş, millete izah et. Ben bu tür saçmalıklara karşı mücadele edeceğim, Galina. Ne pahasına olursa olsun yapacağım bunu!”

       “Çingiz, ne anlatırsam beni pişman ediyorsun. Sana hiçbir şey demeyeyim mi? N’olursun Çingiz’im, zamanla düzelir. Kızma. Kendine yazık ediyorsun, bana da yazık ediyorsun. Tam mutluluğu buldum diyorum, sonra sana bir haller oluyor, geri kahroluyorum.”

       Boyun boyuna sarıldılar.

        Ne Vitoşa eteklerinde kurulan 2. Osmanlı, ne Mustafa Reşit Paşa, Blagoev, Levski, partizanlar ve Domuzciev – Şükrü ve ne politika. Bitti. Vitoşa’nın karı inci tanesi gibi büyük, iri ve bastıkça müzik gibi ses çıkaran cinsindendi. Ve üzerinde birleşik tek yürek atıyordu.

………………………………………………….

 DAHA SONRA aralarında geçen bir konuşmayı ekliyorum:

       Ağlaması durulan Galina’nın yüzünü okşadı Cengiz.

      “Başkentler insanları biraz değiştiriyor, Galina. Bizde ne kadar çeşit insan var biliyor musun? Yalnız benim vilayetteki insan çeşidi, bütün Bulgaristan’dakinden fazla. Ne güzel! Devlet, maalesef bir türlü demokratik olamadı. Şimdi bir grup adam var, etrafında yağcıları… Ha, sahi Galina, şimdi ben bu sonuca geldim: Türkiye’deyken, kitapları okur, burayı bizim tam tersimiz düşünürdüm. Şimdi sadece benzerlikleri görüyorum.”

      “Benziyor muyuz?”

      “İnsanları çok benziyor. İyiler, kimileri çok iyi. Başka yerlerde bulunamayacak kadar iyi. Ancak kötüleri de var; çok az olduğu halde bu kötüler, her nedense, belki de halkların çok saf olmasından, iyiler kötülerin elinde oyuncak oluyorlar. Bizleri Tiran’lar yönetiyor, Galina. Bunlar kendi kendilerine, ad – unvan – nişan verirler. Küçük bir grup, hatta bazen tek: ne hukuk var, ne halka saygı ve ne de demokrasiye inanç! Halkı sürü olarak görürler, halka hiçbir inançları yoktur. Hep de kutsal bir maske takarlar; sizde sosyalizm, bizde ise sözde devlet. Sizde sosyalizm nasıl Jivkof anlamına geliyorsa, bizde devlet Kenan Evren anlamına geliyor. Askeri darbeler olduğunda aramızda küçücük bir nüans farkı kalıyor, Galina. İnan bana, böyle.”

       “Çingiz, gene saçmalarsın sen, a be kuzum.”

       “Sana bu ana kadar söylediğim en ciddi sözlerimi söylüyorum. Siz ve biz bir yarış yapacağız; bakalım kim daha önce başaracak. Sizin için Jivkof’suz, Şükrü’süz, sahtekarlık, yalan – dolanla bezenmiş bu hayat bitmeli, Galina. Bir yalan dünyasında yaşıyorsunuz! Bizim için ise, polis korkusu duyulmayan, paşaların saray ve koltuk uğruna darbe yapmadığı bir hayat gelecek. Demokrasi gelecek, göreceksiniz.”

SONUÇ: İçim Kan ağlayarak söylüyorum ki, BULGARİSTAN Demokrasi ve Özgürlük doğrultusunda çok çok yol katederken ülkem hızla MAFYA, VURGUN, SOYGUN, YOBAZLIK ve YALAN üzerine kurulu ORTADOĞU toplumuna dönüştü.

      Yani GALİNA KAZANDI!

Administrator
Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.