Bakir kalırsa aşk, çocuklar ihtiyarlar/ Mehmet Hameş
On iki aydan mart farklılığını gösterir her
zaman. o delidir hepsinden. birden çiçekler, dallar güneş damlalarıyla oynaşır,
kuşlar kanatlarını çırpar; korkularına sarınmaz. asılı çamaşırlar mis kokular
yayar yumuşak rüzgârla. bazen düşüncesini değiştirip kışa döner.
bugün günlerden yirmi üç mart, bulutsuz duru bir cumartesi. yani onun doğum gününe yirmi gün var daha. odada keder, olağanüstü bir keder dolaşmakta. ayrılık, aşkın derin denizinden demirini kaldırmakta ve dönüşsüz yolculuğuna hazırlanmakta.
başında patlamaya hazır tabancaydı
boynunda soğuk bir bıçak
neylesen yaşanacaktı bu sızı
ah yakası kapanmayan sevda
doğum sancısı gibi
devindi boşluğunda
hintgüreşi bir yolculuk… valizini hazırlatır, geçmişten ne varsa hatırlatır, iğne ipliği bile içine yerleştirirsin. kirlilerin temizlere karışır, geçmişi şimdiyle dürersin seslice. kahvaltıdan kalan bulaşıkları başıboş bırakır, iki soluk çekilen sigarayı küllüğe bastırır, yarım bıraktığın metinlere öfkeyle bakıp yürürsün balkona. kıştan sakladığın, toprağını değiştirdiğin, zamanında su içirdiğin çiçeklere bakakalırsın, dağdan denizi seyreder gibi.
yetiş yepyeni sabahlara
dillensin eskici sesi
bir çığlık da sen patlat
sat senden kalan ne varsa
bahçesi sisli barınağa at
ayaklarına dolanan kediyi
göz göze değdiği anda kötülüğün ikizi geliyor aşka… boş bir adadan oluşan devasa hücredesin: kimsesiz, kilitsiz, teknesiz… bir bakmışsın ki uzaklaşmışsın, seni sen yapandan. derinden iç çekensin. neden yürüyemediğini, geleceğe gidemediğini kestiremeyip küçük adımlarla dönersin gölgede. acılarının dinebileceğini, düşlerini eyleme çevirebileceğini sanırsın ama yanılırsın gün ilerledikçe. böylece baharını kar kaplar, ruhunu karaya boyar ve tarumar eder her şeyi.
o akdeniz, sen seyhan’dın. toroslardan dolana dolana akardın sahiline. orkide, nergis, çiğdem, zambak, sümbül, kardelen, menekşe… çiçeklerinde birikmiş, çam gölgelerinde dinlenmiş yağmur damlasıydın milyarlarca. çağladıkça akdeniz yapıyordun onu. seni bundan seviyormuş meğer.
yenilgin başından belliydi
kendine katildin ona siper
bırak, girsin zahit koynuna
demircinin kızarmış demiriydi: kalbine saplanan, koynunda soğuyan: saflığını kılıcı sanan, seni biçimden biçime doğrayan. meğer bundan seviyormuş seni.
denizi dalgaya kışkırtan
rüzgârın hüneridir
ey delişmen biçen sevda
tufansan da çekicisindir
kış sonunda gerinir
kar altında yatan yılan
naçarlıkla toprağı sindirir
bahara yetişmek için
yaşadıkça yaşayacak o, ur
uğur ola karalar giyeyim
dilsizliğimin dili anlat da
kılıcınla kalbimi sileyim
o, akdeniz’in ılık gövdesiydi sende. kış ortasında dalgalarının kollarında yüzdün, tuzlu sularından yuttun; mehtaba karşı sesini uyuttun sesinde. derinlerinde gezindin yüreğinden sevinçler toplamak için yüreğine. yaşadıklarınızı kalbinin en derinine bir hazine gibi sakladın; onu tanıyanlara dilsiz, tanımayanlara belleksiz oldun.
her insanın bir aymazlık zamanı var
aşksızlar: mühürsüz hükümdarlar
sel kayadan sadece toz koparır
ama ova da tozdan oluşur
dönüşsüz yolculuğa hazırsın. boşlukta ana ve ara renklerle bezenmiş eşsiz kelebekler gibi, kırda gürbüzleşmiş çiçekler gibi, gökyüzünden sarkıtılan rengarenk kurdeleler gibi karma karışıktır belleğin. geçmişle gelecek ufukta birleşir yol aldıkça; ışıkla ışık, karanlıkla karanlık bütünleşir ve yeni bir güne girersin. kendi kendine şöyle dersin: aşk düştür, ayıkken gerçekliğinden düşülür; insanla doğa, doğayla ölüm arasında muammadır o, dolaşır kalbinde durmadan…
ey insan, sen değil misin aşkı aşk yapan?
kirpikleri asma filizi
mektup sisli muhbir
ikirciği birlikte getirdi
incir çekirdeği bir sihir
gözleri iki zifir üryani
bulutu almış koynuna
kesildi yarıda yağmur zili
kaldı sema sınıfına
çıktı çarşı sessizliğin sesine
huysuz devinimi damladı
çıplak kol uzandı endama
bıraktı boğuşmaya sığınağı
altı delik bir çaydanlığa
koydu karınca ölü toprağı
sözü aktı göz dibine
günler günahla marazlı
buza uzandı kara sokağı
kızı ıhlamur kokusu
baba korkusu: fısır fısır
izi nasır dudağında
kuşlar balkonda: pır pır
dönüşünde, dünkü gündüzde ve gecede senden kalan şeyler ararsın. bakarsın ki sende hiçbir şey kalmamıştır ona dair… gönül zenginine kavuşmak gelir içinden. nesli tükenmekte olan kelebeğe dönüşür, baharın son deminde kendine eş ararsın. dalın buğusunda, çiçeğin kokusunda, mavi ve duru boşlukta; sana benzeyen biriyle oynamak istersin, haz sonsuzluğuyla.
yürürsün yürünemeyecek uçurumlarda. müebbet hükümlü gibi adımlarında bir duruş bulur seni görenler. gün ilerler, silinir gündüzden kalan her şey ve aşka dair ne varsa yalana dönüşür gecede.
masumiyet öldürüldükçe
cellatlar iktidar
bakir kalırsa aşk
çocuklar ihtiyarlar
yaşayacaklarınız vardı oysa; dağların, çiçeklerin, kuşların diliyle sevginin halleri. gözlerini gözlerine değdirdiğinde, ellerini ellerine iliştirdiğinde, gövdeni gövdesine kenetlediğinde, aydan tepsiyle sunacaktınız gecenin karanlığına ışığınızı. o ışık ki: düşlerin en ince hali, karanlığın acı çeker hali, hiç ulaşılamamış renk armonisi. söylenmemiş fakat söylenecek sözlerin lâl hali, yani çocuk hali ikinizin.
yitirilmiştir yitirilen ve geri getirilemeyen zamandır o: ılık esen rüzgârdı, tavus kuşu tüyüydü tenini süpüren, hassas yerlerinde gezinen.
heybem şiir dolu senin olsun
senin olsun tüm mevsimler
devinen dallarımın birleştiği kök
ayrılığın rengi sevgiyle solsun
diz çök yaşanası aşk, artık diz çök