ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Paraşütle İnen Şeyler Hakkında | Hüseyin Evcil

10.03.2020
1.351
A+
A-
Paraşütle İnen Şeyler Hakkında | Hüseyin Evcil

Tire / Kaplan Köyü girişinde bulunan ünlü Çam Restoran ’ın eski ve başarılı işletmecisi, Tire ’mizin tarihine geçmiş saygıdeğer kişilik FATİH GÜNENÇ.

Tesadüfen elimize geçen bir belgeyi inceliyoruz.
Üzerinde biraz düşünmek zorunda hissediyoruz kendimizi.

Heyecanlanıyoruz.

Neden ayaktayız, neden sakin bir yere oturmuyoruz, anlamadım ?


Halkın iradesini dinamitleme, dolayısıyla KALICI ALGI oluşturma çabalarının tavan yaptığı dönemde, bulaşıcı hastalık gibi ortaya çıkan, medya destekli son bilgilerin, son haberlerin masum olup olmadıkları, yararlı olup olmadıkları, uçan balon olup olmadıkları, tırmalama görevlisi olup olmadıkları konusunda ciddi kuşkularımız var.

Çünkü, Türkiye ’de medyanın % 90 ’lık bölümünün, tarafsızlığını ve güvenilirliğini yitirdiği, egemenlerin borazanı, davulcusu pozisyonuna dönüştüğü bilinen gerçeklerden biri.

Çok sayıda gerçeğimiz var ve hepsi birbirinden soğuk, birbirinden itici.

1950 yılından günümüze kadar, medyanın ipi hep dışarılara uzanıyor (maalesef).

Londra, Washington, Viyana, Tel Aviv gibi merkezler bizim adımıza BELİRLEYİCİ konumdalar (acı ama gerçek).

Yakın tarihlerde, Amerika, Rusya, Suriye, İsrail ve Yunanistan ile ilgili siyasi içerikli çoğu basın açıklamalarında halkımız doğru bilgilendirilmedi.

İsrail Devleti ’nin geleceği ve diğer zengin ülkelerin gizli hesapları uğruna, gözden kaçırılan, saklanan, saptırılan bir yığın örtülü dış dayatma, bir yığın ölümcül dış girişim.

Bir şeyler öğrenmek, bir şeyler bilmek önemli fakat öğrenilen, bilinen şeylerin arka planlarını yakalayabilmek, çözebilmek daha önemli.

Sözünü ettiğim çözümlemeler, tahmin edilenin ötesinde zor, yorucu.

Kaynakların araştırılması zor, yorucu.

İlerleyen yaşlarımız itibariyle, karşılaştığımız ya da bir biçimde haberdar olduğumuz olaylara dikkatli bakar ve yaklaşır olduk, dikkatli yorum yapar olduk.

20 yıl önce, 30 yıl önce, 40 yıl önce bu kadar hassas davranmıyorduk.

Enerji dağılımlarımızı fazla önemsemiyorduk.
Yüreğimizin burkulmalarını fazla önemsemiyorduk.
Emperyalizm ’in ve Siyonizm ’in tuzaklarını fazla önemsemiyorduk.

Geçip giden zaman, durduramadığımız zaman, özellikle güdümlü yönetimler, göğsümüze ve sırtımıza çiviler sapladılar.

Savaşlarda ruhumuzu koruyabildiğimize seviniyoruz.

Bazı çivilerin sökülüp atılması mümkün. Bazıları ise, sökülemez, saplandığı yerde hep durur. Toprağa (mezara) o çivilerle girilir.

Çivisiz insan yok gibi. Acısız insan yok gibi.

Yaşayan, hisseden, düşünen, sorgulayan her insan :
Önce kafasına inen görünmez tokmaklarla, daha sonra da kalın çivilerle muhatap oluyor.

Çok şükür diyorum,
en karanlık, en korkunç zamanlarda bile, 5 büyük yol gösterici ışığımız yanıyor. Hep yanacaktır.

Bilgimiz – Sezgimiz – İnancımız – Umudumuz – Vicdanımız.

Yukarıda saydığım ışıklar özeldir, güçlüdür. Sönmezler, hiçbir biçimde söndürülemezler.

Bunlar yaşantımızda var iken, başka destekçilere gereksinim duyulur mu ? Duyulmaz.

Bazı günler olayların dışında, bazı günler olayların tam ortasında kalıyoruz.

Bazı günler tarafsız gözlemci, bazı günler zorunlu koruyucu, bazı günler acil yüklenici ve taşıyıcı oluyoruz.

Çünkü, koşullar, psikolojimiz ve elbette şuurumuz bizi bu gibi yönelimlere zorluyor.

Tüm varlıklarla etkileşim ve iletişim içinde bulunuyoruz ki, böylece insan olmamızdan doğan sorumluluğu bilerek taşıyoruz omuzlarımızda.

Bazı insanlarda, sorumluluk duyguları ne yazık ki, hiç yok. Sıfır.

Vahşi, kural tanımayan varlıklar gibi yaşıyorlar toplumda.

Onlar yaşamıyorlar aslında, debeleniyorlar, günlerini geçiriyorlar.

Arkadaşı, dostu, sevgilisi, Kıble ’si, Allah ’ı PARA olmuş insanları her yerde görebiliyoruz.

Kendilerinin normal ve zeki insan olduklarını düşünen, ruhen sağlıklı olduklarını düşünen, yaşamlarını sevgisiz tüketen insanları kastediyorum.
Bencillik abidesi insanları kastediyorum.

Hafızaları zorlayan bir mükemmellikte roller sergiliyorlar. Tedavileri anlamında ise, onlara verilebilecek bir şey yok.

Geçmişte, peygamberler, bilgeler, felsefeciler, edebiyatçılar sözler söylemişler. Saygı duyulması gereken, paylaşılması, yani kuşaktan kuşağa çoğaltılması gereken altın sözler söylemişler.

Fedakarca davranmışlar, çok özel kitaplar yazmışlar.

Fakat şunu bilelim ki, çoğu insan, kendi dünyasının penceresinden bakmış ve o pencerede düşünmüş.

Çatılara tırmanmak, başka dünyaları ziyaret etmek (zihin yolculuğu), oralardan buraya bakıp düşünmek kolay değil
(kapasite – potansiyel gerektiren bir şey).

Özgür düşüncelere sahip olduğunu sandığımız, yani kendi kabuklarını kırdığını sandığımız, kendi duvarlarını yıktığını sandığımız, kültürlü insanların bile
gizli kabukları, gizli duvarları olabiliyor.

Ben, çok kez tanık oldum.

Anladım ki : Kabuklar kalın. Duvarlar kalın. Her şey kalın.


Egemenler, ortaklaşa aldıkları son karar ile düğmeye bastılar.

Dönüşümler hızlandırılıyor.

Bugün için bilinen, savunulan doğruların ötesinde, gelecekte insanları bekleyen yeni doğruların gündeme gelebileceğini de şimdiden düşünebiliriz.

Uzaya giden astronotlar, dünyamızı, diğer gezegenleri izledikten sonra, farklı bir bakış açısı kazandıklarını ve görüntünün anlamının hızla değiştiğini ifade etmişlerdir
(basın toplantılarında ve makalelerinde belirtiyorlar).

Demek ki, yaşam tablosunu, ne tür bir çerçevenin içine monte edersek, anlamı da, değeri de, kutsallığı da ona göre değişiyor ve her şey sessizce biçimleniyor, renkleniyor.

Fakat Yaratıcı ’nın Varlığı ve İradesi, Evrensel Hukuk İlkeleri, Evrensel Ahlak İlkeleri, Evrensel Sanat Eserleri
her zaman, her platformda değişmez. Hiçbir güç tarafından yok sayılamazlar, küçümsenemezler, çiğnenemezler.

Mars ’ta buz kütleleri bulundu. Gelecek 10 yıl içinde yapılacak taramalarda, şok edici başka şeyler bulunabilir ya da Kıyamet ’e kadar, buzdan başka hiçbir şey bulunmayabilir.

(Ana Bilgisayar ’daki yüklenmiş program, neye, ne ölçüde izin verirse)

Alman felsefeci Goethe ’nin bir sözünü okuyalım şimdi.

– Yaşam yolunun sırlarını kimse açıklayamaz. Fakat yolcuların tökezlemesi gereken taşlar vardır.

Sonuç olarak, bizler rahatlıkla şunu diyebiliriz.

Doğan, yaşayan insan, kendi çizgisinde bir yolcudur. Tökezleme, tıkanma, ezilme, savrulma olasılığı bulunan bir yolcudur.

Riskli bir yolculuk yapıyoruz.

Doğada tökezlemeyen, sarsılmayan, sürüklenmeyen varlık yok.

Sabır, şükür ve teşekkür göstermemiz önemli.

Goethe gibi dünya genelinde kabul gören, oldukça derin analizlere sahip, asıl önemlisi, yaşamın detaylarına (yaşamın işleyişine) saygılı, ilahi sisteme saygılı yüce bir insanın düşüncelerine, uyarılarına katılmamız gerektiğini düşünüyorum.

Goethe ’nin kitaplarının okunmasının hepimiz açımızdan yararlı olacağına inanıyorum.

İtiraf edelim. Bir tedirginlik oluşuyor, ister istemez.

Çünkü, toplumumuzun değerleri, kavramları, hedefleri, projeleri toza – dumana karıştı.

İnsan ilişkileri her geçen dakika daha çok bozuluyor.

Aşağıda ve yukarıda, genellikle, birileri, birilerinin hatırı için ya da sırf kendi maddi çıkarı, sırf kendi kurulu saltanatı için ahlak dışı uygulamalar peşinde.
İşte bu saplantı, toplum genelini olumsuz etkileyen bir hastalık.

Gerçek hastalık. Gerçek yıkım.

Oysa, güzel günler görecektik, büyük şairimiz Nazım Hikmet ’in yazdığı gibi.

Motorları maviliklere sürecektik.

Sürdük mü ? Hayır, SÜRMEDİK.

Ne motoru ? Hangi motor ?
Nazım ’ın tehlikeli bir iyimserliği (bence).

Allah Aşkına. Biz, kendi varlığımızı, kendi gövdemizi, kendi dinamiklerimizi bile düzgün, titiz, saygılı kullanamayacak kadar beceriksiz insanlarız.

Hiçbir dönem, kullanmamız gereken araçları kullanamadık. Kullandığımızı iddia ettik sadece.

Dışarıdan içeriye sızan (sızdırılan) siyah akıntı, genişledi, güçlendi, mavi tonları esir aldı, susturdu. İşkencelerine devam ediyor.

Anlayabildik mi acaba ? Hayır, anlayamadık. Bundan sonra anlayabilir miyiz ? Belki.

Devletlerin yaşamları ile insanların yaşamları arasında benzerlikler kuruyorum.

Dünyada rüzgarı çıkaran, rüzgara direnen, kuru yaprak gibi sürüklenen, uçuşan devletler var. Cendereye, ardından depresyona sokulan, dolayısıyla bağları çözülen, artık dikiş tutturamayan devletler var. Musallatları biliniyor, acıları biliniyor, mağduriyetleri biliniyor. Dahası, gelecekleri, kaderleri biliniyor.

Peki, kaç yıldan beri PKK örgütü neden ortadan kaldırılamıyor ?

Çünkü, İngiltere ’nin ve İsrail ’in özel atadığı, özenle koruduğu bir taşeron örgüt.

Büyük İsrail Devleti eninde – sonunda kurulacak ve onun etrafında ORTADOĞU BİRLEŞİK DEVLETLERİ ismi altında köle bir yapılanma oluşturulacak. Ardından, bölgedeki tüm radikal terör örgütleri, birkaç gün değil, sadece birkaç saat içinde buharlaşıp, ortadan kaybolacaklar. Yani görevleri bitmiş olacak.
(ölmeyen görür)

Sir Winston Churchill diyor ki

– Her millet, layık olduğu şekilde yönetilir ve her millet icraatına tahammül ettiği yönetimin mesuliyetine ortaktır.

İcraatına tahammül ettiğimiz yönetimin mesuliyetine ortak mışız !

Peki, bizler bu sevimsiz ve zorunlu ortaklığın, bu iptal edilemeyen ortaklığın bilincinde miyiz ? Hayır.

Bizim bilgi ile, bilinç ile, sanat ile, sevgi ile, ülke ile pek işimiz olmaz.

Para ile işimiz olur. PARA, BAŞIMIZIN TACIDIR.
Düşüncemiz, fikrimiz : PARADIR.

Bu geceden itibaren İkinci Nuh Tufanı başlasa bile bizi ilgilendirmez.

Zayıf düşen umutlarımı seviyorum.

Temiz düşünen, toplumcu düşünen insanları seviyorum.

Deneyimlerimi seviyorum. Çocukluğumu seviyorum. Hayallerimi seviyorum.

Kirlenmeyen, yozlaşmayan her şeye karşı bir saygı göstermeye çalışıyorum ama eksiğim çok, hatalarım çok.

Üzülüyorum. Yapmam gereken birçok işi hala yapamadım.


Son olarak, şunları da belirtmeden geçemeyeceğim.

Aslında, bildiğimiz, emin olduğumuz şeyleri aşağıda tekrarlamış olacağım.

Kaplan isimli köyümüz,
en doğal, en güzel toplantı, dinlenme ve yemek mekanlarının bulunduğu bir köy. Beğenmeyen, sevmeyen insan düşünemiyorum.

Gittiğimde kendimi huzurlu, mutlu hissediyorum.
Çünkü, tırmalayan, göze batan beton yığınları yok. Gürültü yok.

Kuş türleri, kuş sesleri, yeşilin tonları, yeşilin kokuları var.

Köyde, ruh okşayıcı, romantizmi canlandırıcı renkler var. Stresi aza düşürüp, saniyeler içinde yok eden bir atmosfer var.

Göçler nedeniyle, eski yıllara göre nüfus çok küçüldü fakat güzergah geçişleri yoğun. Halen kaliteli hizmetler sunan kahvaltı ve yemek yerleri, yeni inşa edilen ve şatoyu andıran konutlar, zeytin, incir, ceviz, kestane, çam, çınar, armut, çilek, kiraz, karadut, meşe, pelit ağaçları, yöresel bitkiler, kaya suları, kaynak suları.

Hava harika. Gün batımı manzaraları harika.

Tire ’nin kuşbakışı manzarası zaten harika.

Küçük Menderes Ovası, uçağın içinden izleniyor sanki.

Köyümüzde küçük çaplı bir pazar da kuruluyor. Cumartesi ve Pazar günleri.

Köyümüz, Türkiye ’nin bütün illerinden ziyaretçi akınına, fotoğrafçı akınına uğruyor.

Dağcı gruplar bölgeyi ezberlediler, sık geliyorlar.

Hedefleri : Çukur Köy, Sarpça Köyü, Paşa Çeşmesi, Güme Dağı ve daha batıda yer alan Fesat Tepe ’nin etekleri, zirvesi, az sayıdaki yörük çadırları.

Fesat Tepe ’den batıya yürüyüp, Bozkır isimli dağa çıkmak da büyük keyif
(Akçaşehir Köyü ’müzün güney hizası).

Bozkır Dağı, üzerine küçük uçaklar inebilecek kadar genişlikte, büyük bir masayı andırıyor. Ortasında mermer sütun dikili.

İnsanı düşüncelere sevk eden heykelimsi kayalar, bıçkıdan çıkarılmış, araziye yerleştirilmiş gibi duran beyaz taşlar, yaşlı Ardıç ağaçları, doğanın sınırsız armağanları, dalında meyveler.

Görmek, düşünmek için.
Dokunmak, tadına bakmak için.

Bitki, yemek ve beslenme rehberimiz, dost insan Fatih Günenç bey,
sağlam karakteri, demokrat düşünce yapısı, sıcak sohbetleri nedeniyle saygıyı, sevgiyi hak eden, insancıl, sempatik, kibar, çalışkan, onurlu, aydın, örnek insan bana göre. Yakından tanıyan herkese göre böyledir.

Fatih bey, bilimsel düşünen ve konuşan, felsefi düşünen ve konuşan, sosyal düşünen ve konuşan bir insandır. Ayaklı kütüphanedir. Çok mücadeleler vermiştir, ağır koşullardan geçerek bugünlere ulaşmıştır. Şimdilerde bir parça yüreği yorgun olabilir.

İnce ruh taşıyan, ince üretimlerde bulunan, bunlara bağlı olarak yüreği incinmeyen, yüreği yorgun düşmeyen mi var bu zamanda ?

Çağdaş benciller, diplomalı cahiller yordu
bizi, bizim gibi insanları.

Yorulmakla kalmadık. Gözyaşı döktük, yalnız gecelerimizde uzak yıldızlara bakarken.

Yolumuza atlayan insan görünümlü canavarlar, duygularımızı, zamanlarımızı kapmaya (çalmaya) teşebbüs ettiler. Hala ediyorlar. Çünkü onların utanma duyguları bulunmuyor.

Sahteci insanların, genellikle sahte mutlulukları oluyor.
Dürüst – doğal insanların da gerçek mutlulukları oluyor.
Oluşuyor kendiliğinden.

Yakınlaştığımız insanlardan yansıyan,
yani iç dünyamızda etkiler bırakan 4 önemli şey şudur :

Karakter – Karakter yoksunluğu – İyilik – Kötülük.

Bunların ışığında ve gölgesinde sürdürülüyor dünya işleri.
Bu gibi yağmurların altında ıslanıyor her insan.
Kaçamıyor.

İnsan, savaşçıdır, mutlaka savaşın içindedir.

Gün geliyor, giysi gibi giyindiğimiz, gıda gibi beslendiğimiz, kurtarıcı gibi sarıldığımız bir şey, büyük okyanusun tam ortasında bizi terk edebiliyor.

İşte bu gibi durumlar, korkuları ve yalnızlığı hızla çağırabilir.

Kafama takılır hep : Kısacık yaşamlarımızda, neden bir İsveçli gibi, bir Norveçli gibi sakin, huzurlu, ekonomik endişeler (geçim sıkıntıları) duymadan yaşayamıyoruz ?

Kısacık yaşamlarımızda neden kendimizi bütünüyle bilgiye, kültüre, sanata, evrensel değerlere veremiyoruz ve ruhlarımız aç, sefil kalıyor ?

Algıda, aydınlanmada tıkanıyoruz.

BİRİLERİ, TIKANMAMIZI SAĞLIYOR.

Çünkü, olayların sonuçlarını nedenlerine bağlamamıza yardım edecek bilgi gücünü nedense elde edemiyoruz.

İçine düştüğümüz, içinden çıkamadığımız
BİLGİ KİRLİLİĞİ çok kötü, çok kahredici.

Saygılarımla

Yazar / Şair Hüseyin Evcil

Copyright
Tyrannos Edebi Ürünler / Tire

Hüseyin Evcil
Hüseyin Evcil
Ben Kimim ? Köklü bir ailenin tek çocuğu olarak İzmir in Tire İlçesinde doğdum. Lise eğitiminden sonra değişik iş kollarında çalıştım. Gelişmiş ülkelerin farmakoloji ürünlerini, yaşadığım bölgenin sık görülen rahatsızlıklarını araştırdım. Kule Günlüğü logosu altında, günümüz toplumunun iletişimini ve mutluluk anlayışını inceleyen fikir içerikli kompozisyonlar, felsefi tarzda denemeler - şiirler yazdım. Bunlar yurt içinde ve Türklerin yoğun olarak bulunduğu ülkelerde yayınlandığında ilgiyle izleyen okuyucular oluştu. Ürünlerimin ağırlığı ve hedefi = İnsana, uyanma ve düşünme eylemlerindeki sorumluluğunu hissettirebilmektir. Birinci kitabım geçen yıl yayınlandı, ikincisini hazırlamaktayım. Yalnız yaşıyorum. Evimde odun ateşi kullanırım.
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.