ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Metres | Cemile Cereb

20.01.2020
13.505
A+
A-
Metres | Cemile Cereb

Çok yorgunum. Nöbetçi olduğum günler uzun geliyor. Bugün evlerinde kaldığım Firdevs teyzenin kabul günü.  Umarım ulaştığımda herkes gitmiş olur. Ailemden ilk kez ayrı yaşamaya başladım. Bu nedenle bir ailenin yanında kalmak şimdilik iyi geliyor. Kendime ait bir odam var ve evin diğer bölümlerini kullanabiliyorum.

Misafirlerin çoğu gitmiş. Üç kişi uzatmaları oynuyor. Dedikodunun dayanılmaz cezbesinde, ha babam de babam verip veriştiriyorlar. Benimse gözüm masadaki kısırda. Hedik de yerim. Sanırım ortadaki cevizli baklava. Onu sona bırakırım.

 Birinden bahsediyorlar. Kentin tanınmış fıstık tüccarlarından. Adam çok beyefendiymiş. Metresi bile yokmuş yahu! Rahmet okudular defalarca mevtaya. Dayanamıyorum;

“Ayy inanmıyorum! Bir metresi bile yok dediniz. Değil mi?”

“Evet!” diyor, beyaz tülbentli teyze.

“ Böyle adamlar nerde günümüzde.”

“Ama bu çok olağanüstü mü ki anlayamıyorum. Böyle bir koşul mu var?”

“Hee!” diyor, Firdevs teyze. “Kızım af buyur ama zengin olup da metresi olmayan erkek yoktur buralarda. Bilmez misin erkek milleti! Akılları fikirleri uçkurda!”

 Çok şey söylemek istiyorum. Ama midem guruldarken, onlar beni duymakta zorlanırken… Mutfağa gidip çayımı alıyorum.

Ertesi gün daha keyifliyim. Nöbetimin sorunsuz geçmesi önemli… Zamanla alışırsın diyorlar. Uzun teneffüste müdür odasına çağrılıyorum. İçeride dört beş adam var. Tanışıyoruz. Çıktığımda ne isim ne cisim kalıyor aklımda. Ne için çağrıldığımı anlayamıyorum. Öğle arasında karşılaşıyoruz. Ben sormadan konuya giriyor müdür.

“Yavrum!” diyor.(Bu hitap şekline alışamadım yaa!) “Biraz önce gelen konuklardan, Aziz bey var ya! Hani bahsettim. Tanınmış iş adamlarımızdandır kendisi!”

“Evet!”

Koluma giriyor. Birlikte yürüyoruz.

“Seni çok beğenmiş.”

“!!!”

“İngilizce öğrenmek istiyor. Ben de konuşurum hoca hanımla.” neden olmasın değil mi efendim dedim.”

Seni yakından tanımak istiyor falan filan dese şaşırırdım ama! Ya neden insanlar doğru sözcükleri kullanmakta bu kadar beceriksiz. Okumuyorlar! Bu adamın yüksek okulu bitirdikten bu yana ince bir kitap bile okumadığına yemin edebilirim. Bu nasıl bir teklif! Kız mı istiyor, özel hoca mı tutacak?

“ Haftada bir iki okul çıkışı gidersin. Seni okuldan alır, evine de bırakır. Kendi gelemezse şoförünü gönderir. Senin tüm ihtiyaçlarını karşılar. Bonkör bir insandır herkes bilir.”

Yanaklarım cayır cayır…

“Yalnız ben yetişkinlere ders vermiyorum hocam. Hatta özel ders vermiyorum. Takdir ederseniz öğretmenliğe yeni başladım.”

“Yahu ne var bunda? Her şeyin bir ilki vardır.”

“Anladım da… Bir iş adamına ders vermek… Pratik olarak ders verenler vardır mutlaka. Koca şehirde İngilizce öğretecek birileri …”

“Ama o seni beğendi. Bak bu da önemli!”

“Beni tanımıyor ki. Nasıl öğreteceğime dair fikri… Benim gibi stajyer bir öğretmenden ders almayı niye istesin?” Cesaretimi topluyorum.  Muzip bir ifade takınarak  “Yoksa bu bey bekâr mı?”

“Yoo! Evli! Ancak sempati önemli! O seni istiyor.”

Kan beynime sıçrıyor.

“Üzgünüm! Ama durum bu! Ben en azından şimdilik özel ders vermek istemiyorum!”

En sevdiğim huyumdur. Sınıfa girdiğim an yaşadığım her şeyi arkamda bırakırım. Son ders saati de bitince öğretmenler odasına gidiyorum. Paltomu giyiyor, beremi takıyor, atkımı doluyorum. Hava puslu. Soğuk zalim. Korna sesi. Aa! Bizim ki! Eller kollar havada… Sen sen! Ben! Bana sesleniyor. Gel gel diyor. Karşıya geçiyorum. Arabaya binmemi söylüyor. Gerek yok diyorum. Israr ediyor. Bu soğukta? Diyor.

Havadan, sudan söz ederken değişik bir yönde ilerlediğimizi fark ediyorum. Zifiri karanlık. Düzlük…

“Buradan gidilmiyor yalnız. Ben Kırkayak mahallesinde oturuyorum. Yanlış mı anladınız acaba?”

“Geldik yavrum, geldik.”

‘Ah o kelimeyi söylemesen!’

“ Ama burası boş arazi hocam!”

“Geldik geldik!”

“Ama nereye geldik. Evden bekliyorlar. Merak ederler.” Sesimi kontrol edemiyorum.

“İşte Aziz beyin fabrikası… Görmeni istedim.”

“Ama ama” diye tartışaduralım uzun merdivenin sonundaki kapı açılıyor. Giriyoruz. Kulağıma eğilip;

“Merak etme! En fazla yarım saat. Artık ayıp olur adamdan. Endişelenme!” diyor. Adam dikdörtgen ofisin en ucunda, masada oturuyor… Doğrusu ben de merak ediyorum. Gerçekten de bu fikir bu küçümen adamın başının altından çıkmış olabilir mi? Öyle ifadesiz, öyle donuk. Hani ben de süslü püslü bir kadın olsam… Karanlık kurguları bırakıyorum. Belki de gerçekten böyle bir niyeti var adamın… Ben de reddetme hakkına sahip miyim, değil miyim?

Fakat çaylarımızı içerken bizimki yine abuk sabuk şeyler söylüyor. “ Üstadım! Kişioğlunda zevk olmalı, dersi verecek öğretmen önce göze hitap etmeli!” Gözlerim alev alev yanıyor. Olsun! Nasıl olsa taşı gediğine koyarım, diyorum. Ancak adam ilgimi çekmiyor değil. Serinkanlı, dilsiz… Bana göz ucuyla yalnızca bir kere bakarken yakalıyorum onu.

Bu bölümü atlamamalıyım.

“Özür dilerim ama size katılmıyorum müdürüm. Gerçi bunun önemi yok. Ben zaten çok yoğunum. O yüzden başka birini bulmak durumundasınız.”

 Ayağa fırlıyorum;

“ Eğer daha oturacaksanız ben izninizi istiyorum. Evdekiler merak ederler. Hoşça kalın!” Müdür de ayaklanıyor. Dönüşte benzer konuşmalar içimi bulandırıyor. Olacak şey değil. Nedir bu ısrar canım. Yarın öbür gün ister misin adam benim stajyerliğimi kaldırmasın. Sürün babam sürün. Önceden onunla aramızda geçen diyalogları hatırlıyorum. Ah benim unutkan zihnim. Adam baş başa pikniğe gitmeyi teklif etmişti de anlamazdan gelip kelime cambazlığı ile onu atlatmayı başarmıştım. Ne bitmez planları var bunların!

Uzun uzun düşünüyorum. Aklıma bir fikir geliyor. On iki Eylül darbesi olalı üç ay olmuş. Herkes askerden ürküyor. Yakın arkadaşımın tanıştırdığı bir yüzbaşı ağabeyimiz var. Yeni evlendi. Tebrik etme bahanesiyle onlara gittiğimde durumu anlatıyorum. Bu işi çözebileceğini söylüyor. Bilmek istiyorum. Sen bana bırak diyor.

İki gün sonra yeniden çağrılıyorum… Gerginim. Derin bir nefes alıyorum. Kapıda bir asker bekliyor. Meraklı gözler beni takip ediyor. Nahit ağabey askeri kıyafeti ile çok karizmatik. Odadaki hâkimiyeti hissediliyor. Müdür beyin suratı darmadağın. Arabaların ön ya da arka camına konulan süs köpeği gibi…  Başı durmadan oynuyor. Ne ettin, ne söyledin asker abim!

Yüzbaşı güya yeğenini merak etmişti… Adana’da sıkıyönetimde yargıç olan amcamdan da selâm getirmişti. Ders zili çalınca ayaklanıyorum. Bay Kurt da hafifçe doğruluyor. Yüzbaşının bir an önce oradan ayrılması için can attığı belli. Nahit ağabey bundan sonra okula gelip beni daha sık ziyaret edeceğini…  En ufak bir sıkıntıda onu aramaktan çekinmememi…  Topuklarını birbirine vurarak öyle bir selâm çakıyor odadaki her şey yerinden oynuyor.

ETİKETLER: ,
Cemile Cereb
Cemile Cereb
Cemile Cereb kimdir? Cemile Cereb, Antakya’da dünyaya geldi. Hatay Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümü’nü bitirdi. Gaziantep’te ve Antakya’da öğretmenlik yaptı. Aalen Antakya Kültür Derneği’ne katıldı. İlk Öyküsü olan ‘Salıncaktaki Mutluluk’, 2012 yılında ‘Barışa Öyküler’ adlı ortak kitapta yer aldı. 2013’te ‘Antakya Masallarda Gizliydi’, 2015’te ‘Asiye Gün İnerken’ adlı kitaplarda da hikayeleri bulunmaktadır. Yazı atölyesi çalışmaları, hem Antakya’da hem de İzmir’de devam etti. Öyküleri, 2013-2015 yılları arasında ‘Atölyeden Öyküler, 1975-1985 ve Çığlık’ adıyla yayımlanan karma seçkiye dahil oldu. Bazı öyküleri; Berfin Bahar, Ekin Sanat ve Aratos Dergilerinde yayınlandı.
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 1 YORUM
  1. Yıldız Demirci dedi ki:

    Çok güzel akıcı çok beğendim hele finali süperdi tebrik ederim