ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Koku | Mehmet Özcan Yasdıbaş

30.06.2020
1.158
A+
A-
Koku | Mehmet Özcan Yasdıbaş
  1. Köşeyi döner dönmez otobüs durağı, karsısında belirince adımlarını sıklaştırdı. Bugün onunla karşılaşmalı mutlaka bir bahaneyle konuşmalıydı. Sırt çantası olmasına rağmen elinde kalın, iki kitabı özelikle taşıyor öğrenci olduğunu onun gözüne sokmaya çalışıyordu. Belki bunu bir bahane olarak kullanabilecek ortam oluşur da konuşmaya başlarım, düşüncesi aklının tavanında uçan balonlar gibi asılı duruyordu.

Saat sabahın 8.24’ü buçukta otobüs gelecek. Kendisi durakta lakin ortalıkta hala o yok. Durakta adımlama taktiği uyguluyor, hem sağını hem solunu kolaçan ediyordu. 8.26, hala kendinden başka durakta kimse yok. Caddenin her iki yakasını, gözünün alabildiği mesafeleri taradı. Anlaşılan bugün ya erken gitti ki o zaman kaçırmış oluyordu bugünkü fırsatı ya da henüz daha gelmemişti. Tutunduğu düşünce de bu oldu. Olsun, o gelene dek bekleyeceğim, kararını kendine dikte edip durdu. 8.30, otobüste gecikti. Bu duruma da sevindi. Hem o hem otobüs ikisini de bekleyecek, içindeki heyecandan ürkmeden güzel bir güne başlayacaktı.

Oysa iki hafta önce nasıl bir dalgınlık haliyle bindiği otobüste, oturduğu koltuğun boş kalan yerine o da oturmuş; bir süre sonra kokusuyla onu fark etmişti. Bilindik parfümlerden değildi; bayan parfümleri hakkında bilgi ve tecrübesi yoktu. Ancak sokakta, alış veriş merkezlerinde, okul koridorlarında rastladığı ve duyumsamaya alıştığı benzer kokular vardı elbet ama bu, işte onlara hiç benzemiyordu.

Kokunun hoşluğuyla, başını çevirip yanındaki kişiye bakmaya cesaret etmesiyle kızın kalkıp da iniş için otobüsün durak düğmesine basması bir olmuş, yüzünü göremeden kızın orta kapıya doğru yürüdüğünü gördü. Otobüs durmuş, açılan kapıdan iner inmez de otobüs yönünde yürüyen kızın yüzünü, otobüstekilerin konumundan dolayı görememişti.

O gün, onun için ilerleyen saatlerde öylesine geçen günlerdendi. Kampüste lak laklar… dersler, lak laklar… derslerle geçmiş. Akşama doğru şehir merkezinde önceden siparişini verdiği ders notları fotokopileri için kırtasiyeye uğramış, kırtasiyede ev arkadaşına rastlamış birlikte üniversitelilerin takıldığı kafeler caddesine geçip geç saatlere kadar video oyunları oynamış; ödemesine oynanan bu oyunlarda günü kârla kapatıp masrafsız evin yolunu tutmuştu. Ev arkadaşının kız arkadaşı bu ara onlara katılmış, bu yüzden de eve yine tek dönmek zorunda kalmıştı.

Ertesi gün durakta sırt çantasıyla beklerken dünkü genç kızın kokusunu alır gibi olmuş, irkilip etrafına bakınmış ama kimseyi görememişti. Binerken yine aynı kokuyu almış ama önemsememiş ancak otobüs, kızın bir önceki gün durakta durmuş; otobüsten inenler olduğunu görmüş ve o an onu yine sırtından görüp fark etmiş ve şaşırmıştı. Demek ki binerken son anda otobüse yetişip önlerde bir yerde – ihtimal-  ayakta beklemiş ve şimdi de inmişti.

Üçüncü gün okula gitmemiş, daha ertesi gün durağa güç bela yetişip otobüse son saniyelerde atlamış; otobüs bir öncekilerde olduğu gibi yine aynı durakta durmuş bu sefer arka kapıdan inenler olmuş ancak onu görememişti. İçinden “kesin o da indi” diyerek artık merak duygularını serbest bırakmıştı. O gün, okul bitene dek her defasında ötelese de hep o kızı düşünmüştü.

Dördüncü günden sonra onu kokusuyla tanıdığı ama yüzünü göremediği kızı bir türlü sabahları yakalayamamış, bir şekilde otobüs hep o durakta durup otobüsten inenler olmuş, inenler içinde olup olmadığını anlamak için de hep otobüsün sağına oturmuştu. Nadiren de olsa kapı diplerindeki koltuklara oturmuş ancak bir türlü amacına ulaşamamıştı.

Ve dün umudunu kaybetmiş ve artık önemsememeye başladığı bu durum yeniden canlanmıştı. Koku çok yakından kendisine ulaşıyor lakin sabah kalabalığı yüzünden otobüste ayakta gidiyor olmanın dezavantajıyla bir türlü etrafını kolaçan edemiyordu. Koku, kendisine arka tarafından ulaşıyordu. Sağına en uzağa, soluna en uzağa baksa da hiçbir suret anlamlı gelmediğinden kokunun sahibine ulaşması olanaksızdı. Kokudan başka elinde bir ipucu yoktu. Bir az da olsa sırt bölgesinden tanımlayabileceği fiziki özellikleri vardı. Saçı uzundu ama saçları devamlı açık değildi ki… bazen topluydu bazen de… hatırlamıyordu ki saçları da muamma. Mesela şu an kokuyu alıyorken aklında neden saçları vardı?. Kestane renginde karar kılacakken koyu olduğunu da anımsadı ancak açık kumral sarışın gibi de bir renk aklında canlandı. Ya uzunluğu beline kadar değildi. Evet, bunda bilgisi netti. ” Ah lanet olsun şu hafızama, yüzünü görmüşümdür de kesin çıkmıyor bir fotoğraf!”

Otobüste itile kakıla giderken koku her yanını sarmış, etrafında bir tur atamamın acısıyla kıvranıp durmuş; yine onu kaçıracağı korkusu sinirlenmesine neden olmuştu.  Otobüs bir durup bir hareket ederek güzergâhında ilerlerken sonunda etrafını saran kokunun da silinip gittiğini üzülerek fark etti. Yapacak bir şey yok. Artık zihninde odaklanacak başka şeyler bulmalıydı. Bu, bir oyun haline gelmiş oyundan öte bir bilmeceye dönüşmüştü. Şimdi içinde vazgeçme duygusu kontrolü eline alıyordu. Başladı en derin yerlerden Tuğrul’u dürtmeye:

“Öncelikle eline ne geçecek. Kız, kesin bir yerde çalışıyordur haliyle benden büyük olma ihtimali var. Daha üniversite ikinci sınıfım, orta halli bir ailenin umudunu bağladığı, eczacılık bölümü öğrencisiyim. Üç kez sınava hazırlanmış ilk ikisinde hedeflediğim tıp gelmedi– burada vazgeçme dürtüsü yeni bir sayfa açmış Tuğrul’u iyice konudan uzaklaştırmayı başarmıştı- eczacılık kazandım. Ne çare ki ben eczacılık istemedim ‘ah memur baba çocuğu olmak ah; annemin akrabalar arası çekişmede hava atma duygusu…’ ben bir cerrah olmalı ya da psikiyatri bölümünde uzmanlaşmak isterdim. İnsanları seviyorum bu ikisi bana çok uygundu ya. Ne yazık, kendimi para için nerelerde buldum hem benim ne işim var İzmir gibi bir yerde zaten Akdeniz çocuğuyum; derdim deniz değil ki her yaz deniz kıyısında, keyfimdeyim. Ankara olmalıydı okuyacağım bu il. Ankara’da olmalıydım ben. “

Aklına bu sefer de mahalleden arkadaşı geldi. İyice kokudan ve kızdan uzaklaştı Tuğrul. Arkadaşı,  Gazi Üniversitesini kazanmış bir sömestr tatilinde kar görme hevesiyle onu ziyaret etmiş, kışın soğuğuna aldırmadan gezebildiği kadar gezmiş ve Ankara’yı çok beğenmişti. İzmir’e dönerken yatay geçiş hayalleri kurmuş, bu hayal ile keyifli bir otobüs yolculuğu geçirmişti.

“Otobüs… Aman neyse canım, olan oldu. Neydi benim derdim, nerelere geldi mevzu? Zor sınavlara hazırlanırken bile bu kadar kafa yormuyorum ki şimdi bir koku mistizminde, yüzünü bile görmediğim, kim olduğu zaten muamma bir kızın peşindeyim. Kız derken bile artık şüpheliyim ya evli çocuklu bir bayansa. Yuh bana, nasıl bir maceraya körü körüne dalıyorum. “

Okul yolunun sonuna geldiğini fark edince bu düşüncelerinden de sıyrılıp inmek üzere orta kapıya doğru ilerledi. Kampüse doğru yürürken her şey geride kalmış görünüyordu. Tabi gün sonu gelip eve dönüp yatana kadar…

Güzel bir sabah, gün penceresinden içeri dalıp Tuğrul’u bugün yaşayacağı kader paradoksu için hazırlayacaktı. Gözlerini açıp da okul için hazırlık yaparken Tuğrul’u muzip bir gülümseme ile karşılayan ilahi kader, sahne sahne izliyordu onu. Günlerce bir bilmecenin heyecanını yaşayan Tuğrul artık koku-kız-otobüs durağı üçlemesini unutmuş, önce güzelce giyinip çantasını alarak hiç de acele etmeden durağa gelmişti.

Durakta bugün hafif bir kalabalık vardı. Bunların hiçbiri dikkatini çekmediği gibi kendi ardında oluşan kuyruğu da dikkate almadı. Yarı dolu belediye otobüsü durağa yanaşmış, sırası gelen otobüse binip kendilerine oturacak bir yerler bulup hemen koltuklara kıvrılıvermişti. Tuğrul da boş koltuk bulmak için ileri doğru ilerlemeye başlamış, sağında kalan teker üstü iki kişilik koltuğa rahatlamış olarak kuruluverdi. Gayri ihtiyari sırt çantasını yan tarafındaki boş koltuğa bırakmış, camdan dışarı bakarken otobüsün de hafiften ilerlemesi kaderin trajikomik sahnesinin en can alıcı anı oynanmaya başlanmıştı.

“Pardon!” diyen düz, kumral saçlı, saçları omuzlarına dökülmüş, ela gözlü, elmacık kemikleri hafif çıkık ve sol yanağında insanın bakmaktan doyamayacağı bir yüz ifadesi kazandıran gamzesi olan, beyaz tenli bir genç kızı fark etti. Kızın işaret ettiği çantasını hemen kucağına alıp yan tarafındaki koltuğu boşaltan Tuğrul, tutuk ve güçlükle anlaşılabilecek bir ses tonu ile “buyurun” diyebildi. Gamzeli, ela gözlü, kumral kız gayet samimi bir ifade takınarak “Teşekkürler” deyip kuruldu koltuğa. Tuğrul bacaklarını iyice toplayıp camdan yana sokulup kumral, gamzeli, ela gözlü kıza rahatsızlık vermemek için elinden geleni yaptığında, yanındakinden güzle bir tebessümü kaptı. Kucağındaki çantaya sıkı sıkıya sarılarak o tebessümü içselleştirirken ne kokusundan merak ettiği kız kaldı ne onu bulma dürtüsü… her şey o tebessümün büyüsüyle bambaşka bir hal aldı. Ve o anlar sadece o anda kaldı artık.

Tebessümdeki gamze etkisi Tuğrul’u otobüs camından nerelere götürdü. Belki üç beş saniyelik bir rüyada asırlarca süren mutluluk aşk hikayelerine zihninde yer verirken, camdan baktığı her şey belli belirsiz geçerken zaman, o üç beş saniyeden fazla olmuş;  kampus yakınlarının görüntüsü algısında yer ettiğinden birden irkiliverdi Tuğrul. okula yaklaşmıştı. İnmeliydi.

Ayağa kalkarken yan tarafı boştu. Bu boşluk onun şaşkınlığının da merkezi oldu. Kendisi camdan bakarken nasıl dalmış olmalı ki onun inişi fark etmemiş ki ne zaman otobüs durmuş o inmişti? Hayret ki ne hayret… İçinden kallavi bir küfür salladı kendine. İlk defa bu hayalciliğinin içine etti ve defalarca sövdü kendine yürürken.

İşte, ilahi oyunbaz kader bir çocukla oynar gibi oynamıştı Tuğrul’la. Yüzünü, boyunu posunu gösterdiği kişinin bir gülümsemesiyle Tuğrul’u çeşitli hayallere sürüklemiş, zamanı herkes için işletirken Tuğrul’u bir saniye içine hapsetmişti. Tuğrul, camdan dalıp da gittiği her hayalhanesinde oyalanırken kumral, ela gözlü, gamzeli kız Tuğrul’a bakmış, belki de yol boyunca kendisinin rahat oturması için adeta cama başını dayayarak oturan bu centilmen gence teşekkür etmek istemişti. Tuğrul’un uyku durumuna yakın, yarı kapanmış gözlerini ve anlamsızca gülümseye benzer kıvrılmış dudaklarını görünce vazgeçmiş, orta kapıya doğru adımlamış, otobüsten inerken gamzeleriyle çok yakışan o tarifsiz tebessümü yüzüne kendiliğinden yayılmış ve dönüp cama yapışmış Tuğrul’un o hoş, masum haline bakmıştı.

Otobüs ilerken kız birden önemli bir şey unutmuş gibi durdu. Çantasının fermuarını açıp turuncu renkli bir şişeyi çıkarıp seri ve gizleyerek boynuna, gerdanına birkaç kez parfümünü sıktı. Kokunun üzerine iyice sindiğine kanaat ettikten sonra kaldırımda hızlı adımlarla yürüdü.

 

Mehmet Özcan YASDIBAŞ

Mehmet Özcan YASDIBAŞ
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.