Günün Kitabı | Maymunun Kitabı | Önder Birol Bıyık
Klaros Yayınları , sayfa 128.
TÜRK FELSEFE TARİHİ VAR
Türklerde bir felsefe tarihi var mı?
Mahpusluk arkadaşım Bayram Kaya ‘Türk Felsefe tarihi’ vardır diyor. Aynı isimde kitabı da var. Çok yararlı bilgiler veriyordu Bayram kitabında.
Felsefe tarihi, çok çeşitli coğrafyalarda gelişen düşünsel birikimlerin sentezi ve etkileşiminden oluşan bir tarih… Aristo’yu Farabi’ye, Haydarileri Caynaklara, Fenafillah’ı Nirvana’ya akraba kılan da bu etkileşim.
Her felsefi düşüncenin mitolojik ve dinsel öncelleri var şüphesiz. Orta Asya’da da bu mitolojik söylenceler hayli fazla. En meşhuru Dede Korkut Hikâyeleri… Bu söylenceler ilk madde (arkhe), evrenin oluşumu, türeyiş vs konularında mitolojik-felsefi anlatılarla yüklü. Asyatik Türk mitolojilerinde evren “su”dan yaratılmış. Öncesinde “Kaos” var. Yaratılış, gök ve yerin birliğinden meydana geliyor. Tan + Gir (Yer + Gök) = Tengri (Tanrı). Daha sonra gök, hava ve ateş; yer, su ve toprak olarak geliştiriliyor bu anlatılarda. Bu dört unsur (Anasır-ı Erbaa) hayatın dört kök elemanı. Buraya kadar Milet Okulu filozoflarına ve Empodokles’e nasıl da benziyor. Doğu ile batı felsefesi o kadar da farklı değil yani.
Panteizm (Tümtanrıcılık) Türk felsefe tarihinde ağırlıklı bir görüş. Buna göre evren tanrının gövdesi… Evrenden önce ve evrenin üstünde başka bir âlemde tanrı yok yani. Türklerin İslamiyet’le tanıştığı, felsefenin din ile iç içe geçtiği bu dönemin en önemli temsilcileri Matûridi ve Ahmet Yesevi…
Matûridi materyalizm ile akılcı Mütezile ekolünü uzlaştırmak için kavramcılık (konseptüalizm) öğretisini kuruyor. Tıpkı batı felsefesindeki Abelardus gibi. Her şey Ayn’ın (nesne/somut) ve Araz’ın (kavram/soyut) birliği ile var. Ayn ve Araz sonsuz. Tanrı da bu sonsuzluk içinde var. Şeyh Bedreddin’in Varidat’ında da benzer düşünceler görmek mümkün.
Ahmet Yesevi’de panteist görüş daha da zenginleşiyor. Yesevi’ye göre tanrı sonsuz bir güç, her olayda kendini gösteriyor. Evren, doğa ve insan, tanrının varlık isteği sonucu oluşuyor. İnsan doğanın en mükemmel varlığı olarak tanrının benzeri ona göre. Tanrıya ulaşmanın yolu ise iç dalış (halvet, erbain)… Taptuk Emre, Hacı Bektaş-i Veli, Yunus Emre onun açtığı yoldan ilerliyor. Anadolu Batıniliğinin kültleri bunlar.
12-13. yüzyıl Anadolu Selçuklarının merkezi otoritesi iyice zayıflamış, beylikler dönemi başlamış, geri çekilen Moğol istilasının ardından ciddi bir iktidar boşluğu yaşanıyor. Bu iktidarsız ortam özgürlüğü de besliyor. Düşünsel-inançsal ortam çok canlı… Bu ortam içinde Endülüs’ten Anadolu’ya gelen Muhyittin Arabi, Fusus ve Fütühat felsefesiyle Osmanlı döneminin bütün Batıni ve tasavvufi düşüncelerini etkiliyor. Vahdet-i Vücut öğretisi bu.
14. yüzyılda Esterabadi Hurûfi’nin (1339-1393) kurduğu Hurûfilik, Yahudi, Yunan ve İslam tasavvuflarının sentezi gibi. Tanrının insanın bütün niteliklerini taşıdığını söylüyor Hurufi. Ona göre ilk madde yaratılmamıştır. Evrenin yaratılmadığını söylemekle eş değer bu. O ezelden beri vardı, demek. Bu yaradılışçı öğretilere büyük darbe…
15. yüzyıla kadar Osmanlı’da felsefenin verimli bir dönem yaşıyor. Babalık kültürü, Alevi-Bektaşi tarikatlarındaki düşünsel zenginlik bunda önemli rol oynuyor. Ancak 15. yüzyılda Osmanlı’nın imparatorluk haline gelmesiyle Ehl-i şeriatçıların saldırısı, bu bereketli düşünsel ortamı yok ediyor. Bu akımının baş temsilcisi ise Şeyhülislam Zenbilli Ali’nin halefi İbni Kemal’dir. Bir de Bayramiye tarikatından atılan Birgivi Mehmet Efendi’nin kurduğu Kadızadeliler hareketi var. Bu teşkilat, imparatorlukta her türlü baskı ve yasağın savunucusu… Babailik, Kalenderilik, Haydarilik gibi Batıni hareketler bu teşkilatın saldırılarıyla 17. yüzyıla gelindiğinde iyice zayıflıyor. Dikkat edin, aynı yüzyılda Anadolu halk isyanları da katliamlarla bitiriliyor. Felsefe ile sosyal mücadeleler tarihi ne kadar iç içe aslında.
19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı feodalizminin batı modernizmi karşısında boynu büküktür artık. Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet’in modernist hamleleri ile çöküş durdurulmak isteniyor bir bakıma. Bu dönemin Ziya Paşa, Şinasi, Ali Suavi, Namık Kemal, Ahmet Cevdet, Ahmet Mithat, Abdullah Cevdet, Ziya Gökalp, Prens Sabahattin gibi aydınları bütün düşünsel felsefi gıdasını batıdan alıyorlar. Bunların sistematik bir felsefe yazımı yok. Ancak edebiyat ve politik yazılarında felsefi izlekler görüyoruz.
Tartışmaya açık bir konu ancak eğer bir Türk felsefe tarihinden söz edeceksek, bu Selçuklu ve Osmanlı’da demlenen tasavvuftan başka bir şey değil. Bu da büyük ölçüde Alevi-Bektaşi felsefesi demek…
—-