ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Günün Hikayesi | Pencere | Rafet Canpolat

19.07.2020
4.121
A+
A-
Günün Hikayesi | Pencere | Rafet Canpolat

Çok uzaklarda bu köyde, benim gibi çıplak, gürgen çerçeveli, dededen işlemeli küçük bir pencerede, herkes uyurken düşü kanlı adaleti yanlı bu gece sabaha karşı olacak vahşeti düşünüyorum.

Nefesimin cama değdiği yeri silince ay tabak gibi içeride, gerisi karekterince telkari inceliğinde dallanıp buza kesmiş halde. Dışarısı zehir, yer çelikten örs gibi sert, taze kar tuzaklanmış kapı önü. Duyduklarım kemiğe dayalı bıçak gibi acıtır yüreğimi; ne olur kuzum dikkat et kendine, bilirim gece kuzular melemez, sen yine de rahat ol, kuzu kuzu kaptırır mıyım seni aç kurtlara. Unutma ! En huzurlu gece bile karanlıktır ama sabaha doğru yürür zaman. Elimde olsa yatağımı paylaşırdım ,ama nafile. Dağ başında unutulan bu köyde bir tek dert bende sanki. Herkes kendince yalnız, herkes kendince fakir, herkes kendince çaresiz. Ahh bile çekemem, hem her kış böyleyken neyin ahh’ı diyeceksin ve zaten en son çektiğim ahh’da yemiştim son tokadı, “senin ne derdin var ” diye. İlerledikçe gece, ay alabildiğince kehribar, kar kehribardan yansıyan ürperik beyaz çiçekli bir bahar. Vahşi ama bir o kadar da memleket Kızıldağın eteğinde ana kucağında olmak. Önce evlerin sesizliğine soyundu korumasız dışarısı. Sonra da bütün çekiciliğiyle giyindi siyah transparanlarını. İçeride mum gibi dibine ışık vermekten aciz, kora dönmüş sobanın daha çok aydınlattığı korkak idare lambası. Aslında bu yaşadığım zaman aralığındaki yoklukta o kadar idare edilecek çok şey var ki , her cismin ismine idarenin “İ” sini eklemeyi gerektirir. Zenginlik mi? Nasıl anlatılır bilmem, bildiğim dolu dolu kahkahadır bizim burada. Korkacağım zaman kendimi yatağa atacak kadar gerimi idare etmekte bile aciziyette olduğumu köpekler söylesin; kocaman ağzıyla dolu dolu, sessizliği parçalayan kangallarımızın her havlamasından uzayıp kısalıyordu idarenin alevi. Kora dönmüş sobada bile sırtım Ağustos önüm kış. Neden hala üşür insan? Kış mı ağır, soba mı sağır bilemedim. Artık gece yarı, gözlerim kapandı kapanacak. Kar tipiye sarmış, bu ağır hava ile gözlerime toprak doldu sanki. Bana bile tekin geldi sinsi gece. Uyumalıyım artık. Yorganımı sıkı kapatmalıyım ki gece korkularım rüyama sızmasın. Yoldan gelen varmış, giden varmış, bir varmış bir yokmuş, kimin canı bol kimin ki darmış, artık her şey kış kıyametin insafına kalmış. Yani çaresizliği, yani siyahla beyazın sabaha kadar biribirine sokuluşunu izlesin viran dam saçaklarındaki baykuşlar.

Hani şu : ” Orada bir köy var, uzakta, o köy bizim köyümüzdür/Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür.” Demişti ya Ahmet kutsi üstadımız. İşte bu köy tamda O köy. Kızıldağda inen, bütün kış aç kurt sürülerinin ortasında kalmış bir köy düşünün . En fakir bir aile bile yarına çıkmaya endişe taşımaz. Mutlu, huzurlu ve kaygısız bir yaşam içindedir. Oysa ki yoklukta ahırının kapısına çakacağı kapak tahtası yerine kıl çuval germiştir neylersin. Yani perişanlıkları bir ömür sürümüşlerden olsun diyelim. Nasıl buldunuz da hemen daldınız O garibanın ahırına. Hadi bir tanesini parçalayıp yiyin, tamamı on yedi hayvanı nasıl tek tek boğazlarsınız kahrolasıca canavarlar, vahşiler. Vallah ne diyeyim inanmayacaksınız ama ; burada rüyalar öyle uyanırken iki saniye önce görülmüyor, bütün bir gece boyu olan biteni izledim sanki. Bu nasıl rüya feryatlarla uyandığımda olan vahşeti hatta gariban dedemlerin ahırı olduğuna kadar gördüğüm. rüya mıydı hakikat mıydı bilemedim, iç içe geçmişti. Oraya vardığımda on yedi adet kanlar içinde koyun dizilmişti karın üstüne, yanyana. Dedemin İki eli yanaklarında mavi gözleri cıncık gibi yunmuş sırılsıklamdı yüzü. Kime yanmalıydı, derdini ne edip ne eylemeliydi. Hayallerinin yıkılışına mı, katıksız kalışına mı, yoksa gurbetin acıtan gerçeklerine mi düştü bu yaştan sonraki yol. Bakar gözleri beni görmedi, soramıyorum da ; koyunların tamı on yedi adet değil mi diye? O halde kurtların yediği neydi. Meğer kurtlar bir ahıra daldılarmı önce hareket eden ne varsa boğazlar öldürür sonra da bir ve ikisinin karnını deşer karınlarını doyururlarmış. Ha evet birkaçının bağırsakları dışarda oluşu ondan .

Hayat karın doyurmakla, aç kalmak arasında gidip gelirken başarının kendiliğinden değil alın teri ölçüsünde değer bulduğu bir öğreti olarak bemimsenmiştir bizim burda . Çoğu zaman alışmış kasların eziyet çeker can, herşey sil baştan. Dağ kanunları ile kendi kanunların iç-içe geçmiş, Devlet kendi işinde sen kendi işinde din artık. Burada sorumsuz çocuk yoktur, gözden kaçan çocuk vardır. Çok ezilen çocuk çok okuyandır bizde. Bu adaletsiz oyun da herkes toprağın ruhunu okşayarak alacağını alır. Rekabetin yerinde karşılıklı sevgi ve saygı vardır. Doğayla aranda havadan başka hiç birşey geçmez. Birinci ve tek düşmanımız cehalettir. Yerde alabildiğine halı gibi toprak gökte bir o kadar derin ve sahipsiz yıldız, bu özgürlüğe kim şahitlik edebilir,. Suyu ve özgürlüğü kaynağında içeriz. Burası mahrumiyet olarak bellenmiş bir kere. Düşünün bunun tersini; burada değil devlete, kimseye muhtaç olmadan yaşarken siz alın beni “köyden kente “projesiyle şehrin bunaltıcı kalabalığına sokun ve alın elinize bir megafon kendi iğrenç düşünce ve algınızı üzerime salın. Balık istifi hayata alıştırın iyi mi? Ama ben yine bu köydeyim bizim buralara düşerse yolunuz, demeyin insanlar bu dağbaşında nasıl yaşarlar diye.

“Orada bir köy var, uzakta, O köy bizim köyümüzdür/Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür” İşin gerçeğini söyleyecek olursak; o köy bizim ķöyümüzse gitmek lazım, görmek lazım, yol götürmek lazım su götürmek lazım. oradaki çocukları sevindirmek lazım. Sevgiyle kalın, hoşça kalın…

Rafet Canpolat 14/07/2020 Bursa

 

Rafet Canpolat
Rafet Canpolat
Rafet CANPOLAT /Biyograf 1959 imranlı/Bogazören ky. Doğumlu olup 1966 yılında ailesi ile birlikte Kilis'e göç edip ilk,orta ve lise eğitimini burada tamamladıktan sonra Ankara'ya yerleşmiştir.1978 -1995 Harita Genel Müdrlüğü 1996-2003 Işıklar Askeri Lisesi Komutanlığında Sivil Memur olarak görev yaptıktan sonra buradan emekli olmuştur. Anadolu Üniversitesi iktisat fakültesinin İş idaresi bölümünden 1988 yılında mezun olmuştur. Halen özel sektörde doğalgaz proje teknikeri olarak görev yapmaktadır. Hali hazırda basılı bir eseri bulunmamakta olup hazırladığı bir romanı basım aşamasındadır.
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.