ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Günün Hikayesi | Gölge Dövüşü | Mehmet Özcan Yadsıbaş

26.06.2020
1.221
A+
A-
Günün Hikayesi | Gölge Dövüşü | Mehmet Özcan Yadsıbaş

Yazı detayı

Korkusunu bir türlü bastıramıyor, adımlarındaki düzensizlik dengesini bozuyor, nefesi daralıyordu. Kararını aldığı şey öyle kolay uygulanacak bir şey değildi. Günlerce zihninde tasarlamış, tasarlarken her evreyi zevkle düşünmüş ve kendince pürüzlerinden arınmış bir plan yapmıştı. Oysa şimdi uygulama evresi, tamamen psikolojisini bozacak seviyeye gelmişti. Sırtında ağrılar hissediyor ve hiçbir hareketi düzgün yapacak hali kalmamıştı. Korku içini kaplamadan planladığını gerçekleştirmeli ve bir an önce yola çıkmalıydı.
Odasından salonu geçip mutfağa ilerledi. Ekmek bıçağını alıp tekrar odasına geçip cep telefonundan Sena’ya “Ödevlerim bitti. Kahve içelim mi?” mesajını bir çırpıda yolladı.  Birkaç saniye sonra Sena’dan “tamam” cevabını alınca ilk evre kendi adına tamamlanmış oldu. Sena’nın oda kapısının açılma sesini duydu. Kalbinin atış hızı içindeki heyecanın zirvesiydi. Avuçları terlemiş, boynundaki şahdamarı içinde akan kan basınçtan damarı patlatacakmış gibiydi. Başında anlamsız bir ağrı ve zihninde bir bulanıklık vardı. Sena’nın adımlarının sesini duyuyor, odasına gelmesini bir an önce istiyordu. Işte o an geldiğinde planın ikinci evresini başlatacak ve her şey umduğu gibi olacaktı. Bir kapı sesi daha duydu. Banyo kapısı… Sertçe kapanmış ve her an düşecekmiş gibi duran ince camın, çürümüş macunlarından kurtulmak istercesine sarsılışından anlamıştı Sena’nın banyoya girişini.

Zaman artık sadece kendisi ve planı için akıyordu. Sena banyodan çıkana dek sadece bekleyecekti.
Yastığının altındaki bıçağı düşündü. Kalın saplı, uzun bir bıçaktı. Kimin getirdiğini düşündü. İsim listesinde tanıdık bir şey bulamadı. Eve gelen erkeklerden birinin hediyesi olabilir miydi? Belki… Ya da mutfak eşyaları içinde gelmiş de olabilirdi. “Benimkilerin içinden mi çıktı yoksa Sena’nın eşyaları arasından mı?” Bu belirsizlik zihninin içinde planıyla ters orantılı bir şekilde meşguliyet yerini genişletiyordu. Annesi böyle bir şeyi alıp koymuş da olabilirdi, babasının bıçak alıp koyma ihtimalini bir çırpıda eledi. O, eline alıp bir bıçağı karpuz, ekmek hatta bir domates kesip doğramış mıydı; hiç hatırlamıyordu. Adamın el alışkanlığı sadece kalemdi. Ya bulmaca çözerken ya ay sonunu hesaplarken ya da son zamanlarda loto kuponlarını doldururken görür; kalemi de eline hayret verici bir şekilde yakıştırdı. Ki bıçak tutsun ve kızına evi için, mutfağında kullansın diye bir bıçak alıp versin. Asla…
Bu bıçak olsa olsa Senagillerin işiydi. Necmiye Teyze… Kesin onun aklına gelmiştir, diye kararını sabitledi. Evet, o her işte hamarat bir tipti. Eskilerin “atom karınca” benzetmesi Necmiye Teyze için birebir bir sıfattı. 1.60 boy zayıf bir beden ve her an maraton koşacak haliyle bıçak konusunda tek şüpheli olarak Necmiye Teyzeyi ortaya koyuyordu. Evin ilk aylarında, Necmiye Teyze kendilerinde kalırken sık sık mutfakta yemek işlerinde onu izlemiş bıçak kullanımını yerinde görmüştü. Bıçağı artık kimin getirdiğini bulduğuna göre yeniden dikkatini Sena’ya verebilirdi. Banyo kapısının sesinin üzerinden dakikalarca başka bir şey işitmemişti. Aklına ilk gelen yine Sena’nın yerli yersiz zamanlarda aldığı duşlar oldu. Her zaman bir iş öncesi mutlaka bir bahaneyle banyoya giden Sena, kendisini beklenmesini sağlayacak duşunu alırdı. Saçlarını bile mutlaka bu duş ritüeline bağlar gerekli özeni eksik etmeden banyodan çıkmazdı. Yaz olsun kış olsun banyo bir şekilde Sena’nın hareket merkezinde önemli bir yer tutardı. Hele sınavlar zamanı herkesin soluklanmak için koştuğu kafeler, sinemalar, parklar, sahil vesaire her türlü mekân varken bu Sena gidecekse de bu yerlerden birine evine gelir duşunu alır -ilginçtir kıyafetleri aynı kalırdı- ondan sonra çıkıp giderdi istediği veya beklenildiği yere. Evde o duştaysa mutlaka zaman en ağır şekilde ilerlerdi. Şu an ki gibi. “kahve içelim mi?”soruna “tamam” dediğinde bunu anlaması gerekti ya, neden sonra banyo kapsının sesiyle iyi anlamalıydı bunu. Ama bıçak meselesi ayıkmasını engelledi.

Kapı sesini duydu deminden beri bastırdığı heyecanı an be an artışa başlıyor içinde bastırdığı geri dönüş sinyalleri artıyordu. Hayalinde, havlusuna sarılı şekilde odasına girdiğini, sac kurutma makinesinin çalıştığını, saçlarını kurutma anını yaşar gibi gördü. Şimdi de giysilerini giymesini,  saçlarını topuz yapışını; salaş, bol, dökümlü, örgü isi hırkasını giysisini görüyordu. Masası üzerinde duran kremi aldığını önce yüzüne ve alnına bastıra bastıra sürüsünü ardından ellerine, bilekleri de dahil olacak şekilde hiç acele etmeden sürdüğünü görüyordu.

Zaman, sanki Sena’nın hizmetindeydi. Her zaman ama…

Ne yapacaksa Sena, zaman sanki tükenmeyen bir sonsuz hazine gibiydi onun için. Hiç acele etmeyen ve asla hareketlerine çeviklik getirmeyen, her eyleminde aheste aheste hareket eden bir kızdı. 21 yaşına dek olan süreçte koşmayı geç acaba hızlı adımlarla yürümüş müydü? Hiç mi bir otobus veya minibüs için hızlanıp yetişememe kaygısı hissetmiş miydi? Ya geç kalma korkusu hiç mi olmamış mıydı?

Hele bir gün güzel bir nisan öğle sonrası kampüs içinde yürürlerken Sena saatine bakmış “ben eve geceyim, hazırlanıp geleyim” dediğinde nasıl da sinirlenerek “ ev dediğin yarım saatlik mesafe… Sen kesin yine duşa girer saçlarını yıkarsın. Hazırlandım cıktın diyene 15 dakika geçer. Ee, dön geri yine bir yarım saat… Oo, yattı bizim buluşma!” söylenmişti Sena’ya. Evet, o gün Sena’yı ikna edebilmiş ve bu ikna ediş ilk ve son olmuştu. Mert ve Tezcan’labuluşulacak olmasının payı da yüksekti bu ikna edişte. Tezcan, o zamanlar Sena’nın zayıf noktasıydı. Ki Tezcan’la zıt bir yönü de bu ağırkanlılığıydı. Zamanı, Tezcan’la birlikteyken de durdurmayı başarır bir şekilde yelkovanın yularını çeker;  atik, delişmen, girişken, adıyla müsemma Tezcan’ı kendine uydururdu. Tezcan şanslıymış altı ayda kurtuldu.

Yine kapısının sesi duydu Sena’nın adımladığını hissedebiliyordu. Mutfağa doğru yöneldiğini tahmin etti. Ayak sesleri kapısına doğru değil de kendinden uzağa doğru ilerlemiş ve duyulmaz olmuştu. O zaman kahveleri yapıp öyle gelecek. Kremli elleriyle fincanları raftan indirdiğini, cezveye su ve kahveyi eklediğini görüyor ama tüm bu eylemlerin ağır çekim sahnesinde olduğunu da biliyordu.

Sena kahvelerle odaya doğru yaklaşırken final de belirginleşiyor buna bağlı olarak da adrenalin salınımıyla içi içine sığmıyordu. Amine, titreyen ellerine bakıp yastık altındaki bıçağı düşünüp, kapıya yaklaşan ayak seslerini işitip arzuladığı sonun kaçınılmaz hazzını tadabilecek miydi?

Yutkundu, boğazı kurumuş bu yüzden bir küçük acı hissetti. Tükürük bezlerini yeniden canlandırmak için diliyle yaşlanıp durdu. Dudaklarını ısırdı kendine hakim olmalıydı.

-Kapıyı açar mısın?

-Tamam

İşte sonunda Sena’yla yüz yüze geldi. Onca vakit kurguladığı an için sonunda odasında onunla baş başa kalmıştı. Sena, kahveleri Amine’nin çalışma masası üzerine bırakıp yanındaki sandalyeye ilişiverdi.  Sırtı Amine’ye dönük kalan Sena ağır ağır uzanıp kahvesini aldı. İlk yudumunu alıp kahveyi tepsiye geri bırakırken Amine’ye:

– Al sana kahveni, neyi bekliyorsun; soğuyacak şimdi!

Saçlarını topuz yapmamış, diye içinden geçirdi Amine. Tahminin bir kısmında yanılmış olmak canını sıktı. Uzundu saçları Sena’nın. Anın kritik havasından dolayı Amine, Sena’yı baştan ayağa süzdü. Birazdan belki de kahvelerin içim anının en güzel yerinde ya da odadan çıkarken ama bugün kesinlikle Sena ölmeliydi. İnce bir beli ve nazik ayak bilekleri… bedeni kuş gibi hafif. Güzeldi Sena. Arkasından geçip yatağının masadan yana köşesine oturup kahvesine uzandı. Bıçak yastığının altında kendini kullanmasını dürtülüyerek Amine’nin zihninde kanlı kanlı beliriyordu.

Kahveden ilk yudumunu aldıktan sonra Sena’nın gözlerine gözlerini dikip sol elin yastığının yanına doğru uzattı. Şimdi Sena’yı kızdırıp bir tartışma ortamı yaratmalıydı. Ela gözleri vardı Sena’nın. Açık tonun en güzel haliyle Amine’ye bakan bu gözlerin söndüğünü düşününce planladığı her şeyi unutmaya yetti bir an. Bir an ağlayacak gibi bir hal aldı Amine. Elini yastıktan uzaklaştırırken Sena:

-Neyin var, daldın?

– Senden nefret ediyorum!

Bu cümlenin üzerinde hiçbir etkisi olmadı Sena’nın. Doğal bir konuşma havasına yordu hatta Amine’nin dediğine hiş aldırış etmedi bile. Kahvesini yudumladı ama hafif alaycı bir gülümseme yayıldı yüzüne. Amine’nin gözlerine bakıp gülümsemesini kesmeden:

-Öldürecek kadar değildir her halde!

“Evet, öldüreceğim ama nefretimden mi öyle olması gerektiğinden mi bilmiyorum. Şu an bu odada kanlar içinde boylu boyunca yattığını görmek istiyorum. Elimdeki kanlı bıçaktan kan damlalarını oturduğum yerden izlemek istiyorum. 2 yıl boyunca sana katlanışımın hıncını almak da istiyor olabilirim. Herkese yaptığın nazlarından dolayı da olabilir. Geçenlerde banyodayken sen, içeride onca vakit ne yaptığını düşünürken sana aşırı derecede sinirlenip sırf bu yüzden de öldürmek istemiş de olabilirim. Tezcan’ı da kıskanmışımdır. Belki Tezcan’ı ben sevmeli, Tezcan da beni sevmeliydi. Senin yüzünden hayatımın aşkını kaybetmiş olacağımdan da seni öldürmek istemişimdir. Aa, bir de her seferinde annen evimize gelip bizlere en güzel yemekleri yaparken ben bir türlü üniversite ev hayatının tadına varamadığımdandır. Çünkü her seferinde günlerce kalan Necmiye Teyze yüzünden sanki komşularımızda yatılıya kalmış biri gibi hissettiğimden seni öldürmek istemişimdir. Bahanelerden vazgeçiyorum bugün seni öldürmek için uyandığımı hissettiğim için de olabilir.” Dese de içinden:

-Yo yo, daldım sadece.

Sena yeniden kahvesini içmeye başladı, her ikisi de konuşmadan ardı ardına yudumladı kahvelerini. Son yudumdan sonra bir şeyler söyleyecek diye bir an Amine’nin gözlerinin içine bakan Sena, boş bardakları alıp tepsiye sıralarken bir yandan da ayaklandı. O an yeniden Amine’ye bakışlarını çevirdiğinde kendine donuk donuk baktığını gördü. Bir an Amine’nin kolunun karın bölgesine çarptığını hisseti. Hiçbir şey anlamadı. Amine’nin kolu aynı hızla yeniden karın bölgesine çarptığında derin bir acı hissetti. Almak üzere eğildiği tepsinin yere düşüp fincanların kırılma sesini işitti. İçinde kocaman bir boşluk, ağzında bir kuruluk, algısının tamamen kapalı bir haliyle kalakaldı Sena. Üçüncü defa Amine’nin, karın bölgesine kamyon çarparcasına bir darbeyle yeniden indi. İşte o an ki acıya tarifi yetecek bir geçmişi olmadığından sesi kısılırcasına çığlık atıp önce sol dizinin üzerine düştü. Bu acı deminden beri anlam veremediği tüm görüntüleri netleştirdi. Karın bölgesine bakar bakmaz dehşete kapılıp bir anlık refleksle ellerini karın üstünde kenetleyip Amine’ye baktı. O ruhsuz duruş, o boş bakışlar, dişlerin kenetlenmiş iki dudak arasından sızan beyazlığı… o an, yeniden kolu gerildi Amine’nin, elinde kıpkırmızı bir cisim Sena’nın sağ göğsüne saplandı. İşte bu darbe Sena’da gerçekliğin en acı tezahürü oldu. Direnecek gücü kalmadı. Ölümü kabullenmek istemiyor; bedenindeki her kesiğin beynine gönderdiği acılardan daha baskın ölüm korkusu ağlama krizine soktu Sena’yı. Yalvarıyordu, içinden geçen cümlelerin haddi hesabı yoktu ama bunlar odaya sadece basit bir inilti ve hırıltılar olarak yayılıyor, karşısındaki canavara tesir etmiyordu. Vücudunun hareket eden tek organı gözleri olan Sena’ya bir darbe daha indirdi Amine. Bu sefer sağ koltuk altından göğsüne, kaburga kemiklerinin arasından ciğerlerine kadar saplandı bıçak. Sena’nın yakarışları artık Allah’a idi. tüm bildiği süreleri okumaya, dilinin döndüğünce yalvarmaya, zihnin berraklığının kırıntılarını da kullanarak kurtulma adına sözler ve yeminler etmeye başladı.

Söylendiği gibi bir film şeridi yoktu gözlerinin önünde. Gözlerinin önünde, asla anlam veremediği bir ucube, bu ucubenin devamlı hareket eden sağ kolu, sağ kolunun her hareketinin ardından derin kesikleri ile vücudunun parçalanışı ve parçalanıştan duyduğu sonsuz korkudan başka bir şey yoktu. Amine tamamen donmuş hiç konuşmadan ritüelini tamamlıyor, içinde insanlık duygusu adına en ufak bir kıpırdanış olmadan Sena’ya rastgele bıçağı saplıyor;  geri çektiği bıçağın kanlı haline bir an bakıp yeniden altında hareketsiz kalmış bedene saplamaya devam ediyordu. Karşısında iniltilerle ağlayan Sena’nın hiçbir haline acımıyor adeta bıçağın bir hizmetkârı gibi onun emirleri doğrultusunda bıçağı saplayıp duruyordu.

Göz göze geldiklerinde Sena’nın donuk, ela gözleri üzerinde yer alan uzun kirpikler hareketsiz; gözleri havada bir boşluğa dikilmiş vaziyette, en duygusuz fotoğraf karesi gibiydi. Amine, ne kadar öylece bu gözleri izlediğini hiç bilemedi. Zaman, yeniden Sena’nın emrinde, onun isteğine bağlı olarak durmuştu. İşte, sonunda Sena ölmüş, karşısında hareketsiz ve kanlar içinde yatıyordu ve zamanın kırılma noktasına denk gelmiş o an her şey hareketsizdi adeta.

Kendisinde en ufak bir korku, panik; üzülme ya da sevinme belirtisi yoktu. Plan esnasında o denli heyecanlanması şaşırtıcı bir şekilde eylem anında yok olmuş, kendisi olmadan ardı ardına bıçağı Sena’nın narin vücuduna saplamıştı. Şimdi yapılacaklar konusunda düşünecek bir zihne de sahip değildi. Karşında durduğu cesedin kaç saattir öyle durduğunu da tahmin edemeyen Amine, gördüğünün gerçekliğini bile ayırt edemiyordu. Ya bir rüyaysa ve kurguladığı bu cinayetin bir kâbus anın sahneleriyse. Bu durumun ciddiyeti elindeki bıçağın her yanından damlayan kanın pıhtılanışıyla ortadaydı. Yazık az evvel 2 yıllık ev arkadaşını makul bir neden olmadan kısa süre içinde birden beliriveren bir hisle canavarca katletmiş, her şeyin eskisi gibi olacağını sanma arifesini de çoktan geçmiş olan Amine, karşısında boşluğa takılı gözleriyle soğuyan Sena’nın bedenine baktığında gördüğü kendisiydi ve kendisine bakan da yine kendisiydi. Bir masalın en fantastik anında nefes alıp verirken içinin burkulduğunu duyumsayan Amine iyici tökezlemeye başladı. Öldürdüğü Sena değil miydi? Ölen kendisiymiş de ruhu kendi odasında sıkışmış ve her şey zamanın emriyle durmuş, tek renk kızıllık oluvermişti. İrkilerek, silkinerek bıçağı bırakmaya çalışırken eline yapışmış olan bıçağın üzerindeki kandan bir damla dudaklarına, yanaklarına, gözlerine sıçrıyordu. Kendini öldürmek ne demekti? Zihni iyice kopukluklar yaşıyor Sena’nın varlığı bile sorgulanıyordu. Sena, bir cisimse yerde yatan Amine neden ölüydü? Amine öldürense Sena neredeydi?

Gözlerini derin bir uykuya dalarcasına kapatan Amine, Sena’yla tanıştığı günü düşünmeye başladı. Onu hatıra demetleri arasında kolayca buluyor, her halini hatırlıyor hatta odasına kahvelerle birlikte girdiği ana kadar birçok şeyi anımsıyordu. Gözlerini açmadan öylece kalsa Sena’nın yine kapıdan elinde tepsiyle girdiğini görecek kadar gerçekliği yaşamaya başladı. Açsa eğer gözlerini karşısında Sena kendisine bakar halde bulacağından emindi.

Bir ay öncesinden bir anı canlandı işte o anı Tanrısal bir güçle yeniden yaşatıyordu. Okul kantininde Senayı bekliyordu, yarım saat olmuş oturduğu masada pet bardağıyla oynuyor tükenmez kalemle bardak üzerine bıçak deseni çiziktiriyordu. Bıçak deseni bir bıçağa benzemese de aklına uyan elleri orada bir bıçak imgesi olduğunu Amine’nin zihnine işliyordu. Sıkıldı. Sıkıldığı o an Sena’nın bu umarsız davranışlarının sayısını düşünüp daha derinlerine iniyordu anılar sandığının. Oysa en başında yaptığı ilk yanlışta küsmeli, ilişiğini kesmeli ondan uzaklaşmalı hayatından silmeliydi. Akıllı biri bunu yapardı zaten ama ya ben, derken işte o an, o an hınçla öfke duymuş ruhuna ilk kez nefret zehrini yaymıştı. Üstene üstlük bunları düşünürken kızlı erkekli bir grupla kantine giren Sena’nın kendini fark etmeden grupla beraber uzak bir masaya yerleşmesi o anın yangınını körüklemişti. İşte buydu en her şeyin fitilinin ateşlenmesi.

Gözlerini açıp o öfkenin şiddetini tüm ruhunda, damarlarında, zihninde hisseden Amine, yerde yatan bedenin Sena’ya ait olduğunun ayırtına şüpheye yer vermeyecek şekilde vardı. Artık Sena bir ölü kendi bir katildi. Her şeye bir cevabı varken o ruhsal devinimde cevap veremediği tek şey; böyle büyük bir mutfak bıçağını kimin getirmiş olduğuydu.

Amine Raşitoğlu
2017TDE1337

  1. Dönem Yeni Edebiyat

Post Modern Hikaye Yazma Ödevi

…….

Ee, nasıl buldun ödevi?

Kanım dondu kızım, resmen hissetim her anını!

Hadi canım sende…

Amine, bu yazdıklarını uygulamazsın değil mi? Kızım korkmadım değil hani; hem Tezcan’dan hoşlandın mı sen sahi?!

Aa, takıldığın mevzuya bak, ben kurguyu beğendin mi diye soruyorum; hocanın istediği post modern hikâye örneğine uygun mu, derdindeyim. Sen…

Tamam, kızma, bence hoca sevecektir emin ol. Gayet başarılı…

Sağ olasın kankam ya.

Amine!

Efendim Sena!

Bu aksam kapımı kilitleyip yatacağım.

Bak sen ya…

Ha, bir de bizde o kadar büyük bir bıçak var mı?

Lannn…

 

Mehmet Özcan YASDIBAŞ
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.